İhya düşüncesi ve Muhammed İkbal'in çabası

Sefa Balık, geçtiğimiz aylarda Özgür-Der Üniversite Gençliği tarafından forumu gerçekleştirilen İslam'da Dini Düşüncenin İhyası kitabından hareketle Muhammed İkbal ve onun düşünce dünyasını inceliyor.

Muhammed Sefa BALIK / HAKSÖZ HABER

İhya düşüncesi ve İkbal'in çabası

Muhammed İkbal, Hindistan’ın –günümüzde Pakistan sınırları içinde kalan- Siyalküt şehrinde dünyaya geliyor. İkbal’in düşünce hayatı üzerindeki ilk etkiler anne-babasından gelmektedir. İkbal’in yetişmesinde ve farklı ilgilere sahip olmasında en önemli iki amil ise geleneksel mekteplerdeki hocası Mevlana Mir Hasan ve onu Batı’yla tanıştıran hocası ünlü oryantalist Thomas Arnold’tır. Henüz dört yaşında mahalle mektebinde İslami gelenekler gereği eğitim alır. Mevlana Mir Hasan’ın yanındaysa modern bilimleri öğrenir. Bu eğitimden sonra İngilizce eğitim veren İskoçya Misyon Lisesi’ne kaydolur. Bu okuldan mezun olduktan sonra yüksekokul öğrenimine başlar. Bunların yanında Mevlana Mir Hasan’dan Arapça ve Farsça dersleri almaya devam eder. Hocası İkbal’in erken yaşta edebiyat ve İslami ilimlerle tanışmasına ve sağlam temelleri atmasına vesile olur.

İslam hakkında ılımlı düşüncelere sahip olan Thomas Arnold, İkbal’in üzerinde Batı medeniyetinin bütünüyle reddedilmek yerine anlaşılması gerektiğini düşüncesine veya tecrübe edilerek mahiyeti hakkında bir bilgiye ulaşma çabasına yol açmıştır denilebilir. Ayrıca İkbal'in düşünce merkezini, modern dönemde, temel düşüncesini Whitehead’den aldığı ve Kur’ân-ı Kerîm ve tasavvuf anlayışıyla temellendirdiği dinamizm anlayışı oluşturur. Avrupa’da çeşitli toplantı/konferanslar için gittiği şehirlerde önemli filozof ve siyasetçilerle de görüşmüştür. İkbal’in etkilendiği düşünce sistemlerini veya düşünürleri bilmek, onun felsefi temayüllerini anlamak için bize yardımcı olacak ve de düşüncesinin derinliğini kavramamızı kolaylaştıracaktır.

İkbal, gırtlak kanserine yakalanınca sesini kaybetti ve daha sonra gözleri de zayıflamaya başladı. Bunlarla beraber maddi zorluklar yaşamasına rağmen hem halkının hem de İslam aleminin meselelerine ilgisini devam ettirdi. Hindistan Müslümanlarının güvenlik ve bağımsızlıklarıyla ilgili Muhammed Ali Cinnah’a görüşlerini içeren bir mektup yazdı. 21 Nisan 1938’de vefat etti ve Lahor’daki Mescid-i Şâhî’nin minaresi dibine defnedildi.1

Muhammed ikbal Kurtuba Camisi'nde namaz kılarken...

Benlik Felsefesi

Muhammed İkbal’in Tanrı ve evren anlayışına dair bir şeyler söyleyebilmek için onun benlik felsefesi üzerine düşünmek gerekir. Çünkü Tanrı ve evrene dair açıklamalarını ben/nefs felsefesi üzerinden yapar. Tanrı ve evrendeki her şey bir bene sahiptir. Bundan ötürü İkbal, evreni anlayabilmek için benin mahiyetini, işleyişini ve sınırlarını bilmek gerektiğini söyler. Kur’ân-ı Kerîm ve tasavvufla oluşturduğu dinamizm anlayışında Kur’ân’ın öne sürdüğü dinamik hayatı yani ameli hayatı benimser. Bu sebeple, dinamizmi reddedip oluşu yadsıyan her şeyin karşısında durur. Aristoteles ile gelen statik evren anlayışını, evreni mekanik bir yapıya hapsettiği için kabul etmez. İkbal, bir düşüncenin tam anlamıyla anlaşılabilmesi için Tanrısallığın olması gerektiğini vurgular. Çünkü yaratıcısıyla ilişkilendirilmeyen hiçbir şey/bilgi tam anlamıyla doğru sayılmaz.

İkbal’e göre hakikat, Klasik İslam filozoflarının nefs kavramına karşılık gelen, benliktir. Bu felsefede İkbal, evrende varolan her şeyde, Tanrı’dan atoma kadar, bir benlik olduğunu söyler. Tanrı Mutlak/Sonsuz Ben iken haricindeki her şey sonlu benliğe sahiptir. Bu bakımdan bütün benler varlığını mutlak olandan almıştır. Böylece İkbal, tüm benleri organik bir bağla Mutlak Ben’e bağlar. Yaratıcı olmasından dolayı da Tanrı’nın sürekli faal olduğunu vurgular. Vahdet-i vücûd düşüncesini, sonlu benlerin Mutlak Ben karşısında kendi benliğini ve potansiyellerini bileceğini söyleyerek reddeder. Sonlu benler kendi benliklerini geliştirmeli ve Tanrı’yla temas kurmayı amaç edinmelidirler. Bu anlamda benlik için önemli olan husus faal yani etken bulunmaktır. Eylemsizliğe kapılan benliğin yok olacağının altını dikkatle çizer. İkbal, Tanrı’ya yakın olmanın bireyin bireyliği ve kemale ermesi bakımından önemli olduğunu söyler.

Ben kavramı birçok konuyu içermesi bakımından genişliğe sahiptir. Aynı zamanda birçok filozofta kavramın izini sürebiliriz. Sokrates’in ‘kendini bil’ sözüyle ben bilgisinin önemine ve önceliğine işaret ederken, ‘kendini bilen Rabbini bilir’ sözü ise ben bilgisinin Tanrı’yı bilmek için bir yol olduğunu söyler. Ben kavramı, insanda temel olarak metafizik, psikolojik ve ahlaki boyutta anlam kazanır. İkbal’in benlik görüşü ise psikolojik değil metafizik ve ahlak düşüncesinin bir ürünüdür. Ben’i hükümlerle, iradi tutumlarla ve amaçlarla yorumlamalı, anlamalı ve takdir etmemiz gerektiğini vurgular. İkbal Mutlu Benliği aklın sınırları dışında olduğunu düşündüğü için onunla en iyi sevgi ve iman ile bir gönül yaşantısı biçiminde iletişim kurulabileceğini söyler.

Tanrı’nın varlığı ve dini tecrübe

Din felsefesinin konusu olan Tanrı’nın varlığı iddiasına yönelik teleolojik, kozmolojik ve ontolojik gibi birbirinden farklı üç argüman ileri sürülmüştür. Yazar buradan hareketle bu argümanları mantıksal ispatlar olarak görmenin doğru olmayacağını çünkü bunların ciddi eleştirilere açık olduğunu vurgular. Bu bağlamda ontolojik, kozmolojik ve teleolojik argümanları eleştirir. Çünkü söz konusu argümanlar salt akla dayalıdır.

Muhammed İkbal tarafından yapılan bu eleştirileri onun dinamik tabiat felsefesi zaviyesinden değerlendirecek olursak, ‘’tabiat boşluktaki madde yığını değil, bir olaylar yapısı, sistematik bir davranış yapısıdır’’ ve dinamiktir. Böylelikle tabiatın, İkbal’in ‘Nihai Ben’ dediği Tanrı’yla organik bağı söz konusudur. Yazar bu bağı, “insanın beni ve karakteri arasında var olan bağı” gibi düşünmektedir ve Tanrı’nın yaratıcı faaliyeti olarak gördüğü tabiatı ise İlahi Benin karakteri şeklinde yorumlamaktadır. Buna göre tabiat hakkında bildiklerimiz, Tanrı’nın faaliyetinin ya da davranışını bilgisi olur. İkbal bu bilgiyi, tabiat gibi dinamik olan insanın Mutlak Ego Tanrı ile gerçekleştirdiği yakın bir ilişki türünün bir ifadesi olarak görmektedir.2

Dini tecrübe söylemi, William James ile birlikte dini “bireysel insanların hisleri, davranışları ve tecrübeleri” ve duyguyu “dinin en derin dayanağı”3 olarak anlam kazanmıştır. Bazen mistik tecrübe şeklinde de nitelendirildiğin dolayı dini tecrübe genel olarak özünde kutsalın farkına varılması olarak da karakterize edilebilir. Bazı düşünürlerin dini ve mistik tecrübeye aynı anlam yüklediklerini görebiliyoruz.4 Bunu İkbal’de de görebiliyoruz. Yazar bu bilginin epistemolojik anlamda önemli bir bilgi kaynağı olabileceğine dikkat çekiyor. Buradan hareketle İkbal, dini tecrübe mevzusu gerçeğe ulaşma ve Tanrı’nın varlığını kanıtlama amaçlarının yanında müminin insan olma yani benlik inşasına katkı sağladığını da ekler. İkbal, dinin özünün iman olduğunu, bilinmeyene ve görünmeyene de inanmayı gerektirmesi bakımından en çok çatışmayı yaratan şeyin iman olduğunu söyler. İmanda bilgiye dair bir şeyler olduğunu ve tarihte ulema ve sufilerin bir nevi rakip grup gibi algılanmaları, fikri düşüncenin iman için hayati bir unsur olduğunu vurgular. Kısaca din histen ibaret bir şey değildir.

İkbal, Mutlak Hakikat arayışında sergilenen çabada önceliği dini tecrübeye verir. Düşünce tarihine yönümüzü çevirip, İlahi bilginin bir kaynağı olarak dini tecrübenin ele alınması, diğer bütün tecrübe alanlarının ele alınmasından çok daha önce olduğunu görmemizi ister.5 Whitehead gibi o da kendi felsefesinde tecrübeyi merkezi bir konuma yerleştirir. Ve temel dayanağı, aynı zamanda kendi felsefesini oluşturduğu temel dayanaklardan biri de Kur’an’dır. Kur’an’ın tecrübeyi “insanlığın manevi hayatında kaçınılmaz bir aşama”6 olarak gördüğünü vurgular.

Yazara göre, Bütün olarak gerçekliğin bilgisini insana, ne sadece dini tecrübe(aşk) ne de sadece bilimsel tecrübe(akıl) verebilir. Bundan dolayı o, akıl-aşk sentezini yaparak bir anlamda gönlü akla katar. Burada onun dini tecrübe anlayışının temelini oluşturan gönül kavramı ortaya çıkar. Dini tecrübe anlayışında öne attığı tezlerden biri de dinin bireyden topluma doğru olduğudur. Çünkü “din kısmi bir şey değildir; o ne sadece düşüncedir, ne sadece histir, ne de sadece eylemdir. O insanın bir bütün ifadesidir.”7 Buradan hareketle felsefenin dini değerlendirirken, dinin insanın bütününü ifade ettiğini dikkate alarak onun merkezi konumunu kabul etmesi gerektiğini söyler. Ve şöyle bir sonuca ulaşır: felsefe, gerçekliği ancak parça parça anlayabilir yani tek başına gerçekliği bir bütün şeklinde kavrama gücüne sahip değildir. Burada eksik kalan noktaya da ‘sezgiyi’ yerleştirir. Kısaca dini tecrübeye tamamlayıcı bir rol yükler.

Muhammed İkbal, sırf eleştirmek için eleştirmiyor ve belirli kalıplar üzerinden değil meselelere nitelikli şekilde yaklaşıyor. Bu eleştirel yaklaşımını İslam’a olan bakışında da kullanıyor ve öncesinde yaşadığı sosyo-kültürel coğrafyanın problemlerine yönelirken bu coğrafyada sıkışıp kalmıyor. Doğu-Batı mukayesesi, modern dönemde özellikle kolonyalist egemenliğindeki Müslümanlar için kritik bir meseledir. İslam neden geri kaldı? Modern Batı karşısında İslam’ın sürdürecek bir iddiası, söyleyecek bir sözü var mıdır? gibi fikri ve kültürel bir yenilginin olduğu zamanda önemli bir çaba ortaya koyuyor. İslam’ın başlangıcından itibaren yaşadığı zamana dek çeşitli problemlerden haberdar olup bunları kendi gündemine taşıyıp çözüm denemeleri oluşturuyor. 

İkbal'in kritik edilerek okunması Müslümanların kendi ahvalleri hakkında derinlikli düşünmelerine imkan sağlayabilir. Onun bazı konularda koyduğu çıtanın Müslümanlar için bugün hala aşılamadığını söylemek mümkün. Bu vesileyle Muhammed İkbal'i rahmetle anıyoruz...

 

[2] İkbal, a.g.e., s. 45.

[3] Cafer Sadık Yaran, Din Felsefesine Giriş, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2010, s. 158.

[4] Abdüllatif Tüzer, Dini Tecrübe ve Mistisizm, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2006, s. 96.

[5] İkbal, a.g.e., s.12.

[6] İkbal, a.g.e., s. 12.

[7] İkbal, a.g.e., s. 2.

KAYNAKÇA

İnanç, Banu Yazgan, Yerlikaya, Eset Ercüment (2012). Kişilik Kuramları, Ankara: Pegem Akademi.

Yaran, Cafer Sadık, Din Felsefesine Giriş, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2010.

Tüzer, Abdüllatif, Dini Tecrübe ve Mistisizm, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2006.

Aydın, Mehmet S., https://islamansiklopedisi.org.tr/ikbal-muhammed, 10.04.2021.

İkbal, Muhammed, İslami Düşüncenin Yeniden İnşası, Timaş Yayınları.

Biyografiler Haberleri

Muslih bildiklerimizden Şeyho Duman ve mirası
"Afiye Sıddıki'ye yönelik Amerikan zulmü sürüyor"
İşgal rejimi Gazze kuzeyinde 20 günde 770 kişiyi katletti
Türkiye Yazarlar Birliği Kurucu Başkanı Mehmet Doğan vefat etti
İşgalci İsrail’in kabusu Yahya Sinvar kimdir?