Taha Kılınç’ın Yeni Şafak’ta yayımlanan konuyla alakalı yazısı (28 Ağustos 2019) şöyle:
İşgal Derken…
Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, geçtiğimiz yıl BBC’ye verdiği özel röportaj sırasında, ülkedeki eğitim sisteminin yapısından bahsederken şu cümleleri sarf etmişti: “Suudi Arabistan okulları, daha önceki yıllarda İhvân-ı Muslimîn mensubu bazı unsurlar tarafından saldırılara ve tahrifatlara maruz kaldı. Bunlardan bir kısmı bünyede hâlâ mevcut. Fakat çok yakın zamanda hepsini tamamen yok edeceğiz.” Veliaht Prens, okullardaki müfredatın tamamen yenilenmesi, modernleştirilmesi ve geliştirilmesi talimatını verdiğini de açıklamıştı.
Ardından, dönemin Suudi Arabistan Eğitim Bakanı Ahmed bin Muhammed Îsâ, talimatlar çerçevesinde hazırlıklara başladıklarını kaydederek, yeni müfredat mecburiyetini şöyle gerekçelendirmişti: “1960 ve 70’li yıllarda Mısır’dan kaçarak ülkemize yerleşen bazı İhvân-ı Muslimîn üyeleri, Suudi Arabistan orta ve yüksek öğretim sistemine sızdılar. Onlardan etkilenen bazı sorumlular, eğitimciler ve öğretmenler, hem dinî eğitimin içeriğini değiştirmek suretiyle hem de öğrencilere yönelik düzenledikleri birtakım faaliyetlerle, İhvân’ın sapkın fikirlerinin ülkemizde yerleşmesine hizmet ettiler.”
Seyyid Kutub ve Hasan el Bennâ’nın eserlerinin “ders kitabı” olarak okutulduğu 1960’ların atmosferini çoktan geride bırakan Suudi Arabistan, son birkaç yıldır “İhvâncı” düşünceye zaten savaş açmış haldeydi. Okullardan ve cami kütüphanelerinden toplanan on binlerce kitap imha edilirken, her yıl Cidde’de düzenlenen uluslararası kitap fuarına “İhvâncı” kitaplar giremiyordu. Kral Abdullah döneminde, 2013’te İhvân-ı Muslimîn “terör örgütü” ilân edilmiş olduğundan, “İhvâncı” damgası yiyen insanlara ve gruplara yönelik topyekûn bir savaş, zaten sürdürülmekteydi.
Şu durumda, Veliaht Prens’in “tamamen yok edeceğiz” dediği “kalıntılar” ve Bakan Îsâ’nın “İhvân’ın sapkın fikirleri” olarak tanımladığı şey ne olabilirdi ki acep?
Bu soru, geçtiğimiz hafta sosyal medyaya sızdırılan bazı bilgi kırıntılarıyla, büyük ölçüde cevaplandı. Henüz resmî açıklama yapılmamış olsa da, Suudi prenslerin ve gazetecilerin de Twitter hesaplarından teyit ettiği üzere, okullarda bu seneden itibaren okutulacak olan ders kitaplarında kapsamlı bir değişime gidilmiş, müfredatlar yenilenmişti. “Suudi gençliğini geleceğe hazırlama” amacına matuf söz konusu değişimin en çarpıcıları, tarih kitaplarında gerçekleşmişti:
Şimdiye kadar “Hilâfet devleti” olarak isimlendirilen Osmanlı, artık “işgalci, saldırgan ve sömürgeci güç” olmuştu. Osmanlılar, Arap Yarımadası’ndaki yerli halkı ve kültürü yok etmeye çalışan yabancılar olarak tanımlanırken, Suudiler de onların tam karşısında İslâm beldelerini savunan kahramanlara dönüştürülmüştü. Yeni metinlerde, Birinci Dünya Savaşı sırasında ilân edilen seferberliğe özel bir başlık da ayrılmış, Fahreddin Paşa’nın Medine Müdafaası için aldığı askerî tedbirler saldırgan bir dille tasvir edilerek, sivil halkın askerî amaçlarla tehcir edildiğinden, ellerindeki her şeyin de zorla alındığından söz edilmişti.
Bazı sosyal medya hesapları, yeni dönemin ders kitaplarından ilgili sayfaları da paylaştı. Bunlardan birinde, Osmanlıların Tâif’teki Arap kabileleriyle savaşmak üzere Mustafa Bey komutasında gönderdiği kuvvetleri mağlup eden “Ğâliye el Bugmiyye” adlı bir kadın liderden bahsediliyordu. “Türbe Savaşı” başlığıyla anlatılan olay, sayfanın altında bir çizimle de canlandırılmıştı: Siyah çarşaf giymiş, peçeli ve eli kılıçlı bir kadın, kale benzeri bir yerden savaşı kumanda ediyordu. Muhammed bin Selman’ın başlattığı “Suudi kadının özgürleştirilmesi” hamleleri bağlamında, günümüzün gelişmeleriyle oldukça uyumlu bir tarih anlatısıydı bu doğrusu. Daha geçen seneye kadar araba kullanmaları bile yasak olan Suudi kadınlar, birden bire “ordu komutanı” olarak karşımıza çıkıveriyordu.
Müfredat değişikliği haberi, sosyal medya kullanıcıları arasında büyük yankı uyandırdı. Suudi Arabistanlı hesaplar çoğunlukla “İşte beklediğimiz gelişme!” tepkisini verirken, aralarından bazıları Osmanlıları tahkir eden paylaşımlarda bulundular. “Katil”, “işgalci”, “Moğol”, “tevhid düşmanı” gibi ifadeler havada uçuştu. Birkaç kişinin sorduğu şu anlamlı soru ise, elbette cevapsız kaldı: “Şimdi Erdoğan’a düşman olduğunuz için bu değişikliği yaptınız. Peki, yarın Türkiye ile barışırsanız veya Türkiye’deki yönetimin size karşı tavrı olumlu hale gelirse, o zaman bu müfredatı tekrar eskiye mi döndüreceksiniz?”
Suudi Arabistan’ın bugünlerde göstere göstere yaptığı şey, aslında Arap coğrafyasının genelinde on yıllardır câri olan resmî bakış açısının dışa vurumu. Osmanlı bakiyesi birçok ülkenin okul müfredatında, imparatorluğun yâdı bu şekilde. Bazı gayretli tarihçilerin ve hamiyetperver insanların sınırlı çabası, neticeyi değiştirmeye yetmiyor maalesef. Ülkeler arasındaki gerilimden ilk etkilenen alanlardan biri, her zaman eğitim oluyor.
Burada, sorulması gereken çok önemli bir soru var:
İngilizler, Fransızlar, Amerikalılar, Ruslar vb. Arap coğrafyasını hallaç pamuğu gibi attıkları ve günümüzde de devam eden birçok çözümsüz problemin müsebbibi oldukları halde, neden sürekli “Osmanlı heyûlası” ileri sürülüyor?
Cevap, “Çünkü dış mihraklar onları yönlendiriyor”dan daha fazlası olsa gerek. Daha fazlasını, nasip olursa cumartesi yazısında tartışalım.