Özgür-Der Batman Şubesinin düzenlemiş olduğu alternatif eğitim faaliyetleri kapsamında bu ay Bülent Gökgöz tarafından “İhvan ve Nahda Tecrübeleri Üzerinden Metot Tartışmaları“ konulu sunum gerçekleştirildi. Cumartesi saat 19:30’da külliye binasının mescid katında yapılan seminere bay-bayan yoğun katılımın olduğu gözlendi.
Bülent Gökgöz sunumuna Türkiyeli Müslümanların dünyadaki islami hareketleri tanıma noktasında eksikleri olduğunu belirterek başladı. Bizlerin ümmet coğrafyasındaki islami hareketleri daha çok sadece kitaplardan tanıma olanağımızın olması, birebir tanışmaya kıyasla arada önemli bir farkın olduğunu belirtti. “Neden İhvan ve Nahda?” sorusunu cevaplayan Gökgöz, İhvan ve Nahda hareketlerinin fıkıhları açısından Türkiye’deki islami hareketlerle benzer özellikler taşıdığını ayrıca iki hareketin de iktidar olma tecrübesi yaşadığı için yapılanlar açışından bizim nasıl bir hareket metodu izleyebileceğimize dair örneklik teşkil edeceğini belirtti.
70’li-80’li yıllarda dünyada İslamcılık furyasının yükselmeye başladığını söyleyen Bülent Gökgöz, İslam coğrafyasında kitleselleşen bu islami hareketlerin Arap baharıyla beraber bastırılmaya çalışıldığını belirtti. Bu islami hareketlerin genel itibariyle dillerinin islami literatürle aynı olmasından kaynaklandığını belirtti. Türkiye’de Kemalist vesayetin getirmiş olduğu yenilikler, Müslümanların islami kavram ve değerleri kaybetmesine zihinsel bir değişim yaşamasına ve kavramlarımızdan bîhaber olmamıza neden olduğunu söyledi.
Nahda ve İhvan’ın kitleselleşmesinin diğer bir nedeni de toplumsal konularla yakından ilgilenmeleri olduğunu ifade etti. Toplumun sorunlarına tercüman olan, problemlerin çözümlerini sağlayabilecek iktidar gücüne sahip olmasalar da sorunların gündemleştirilmesi, yöneticilerin bu konularda uyarılması, yöneticilerin zulüm politikalarına işaret edilmesi, meşruiyetlerinin halklar tarafından sorgulatılmaya çalışılması, toplumların acılarıyla hemhal olunması toplum tarafından kabul görmelerinde önemli rol oynadığını belirtti. Ayrıca Müslüman bir hareket olarak bu sorunları meydana getiren yönetime karşı ‘’nasıl tavır belirleriz?’’ kaygısı taşıyarak hareket etmesi olduğunu ve gerek iç gerek dış siyasette ümmetin derdiyle dertlenen bir hareket metodu belirlediğini ifade etti.
Mevcut durum açısından Ürdün ihvanının rejimden üç remel talebinin olduğunu söyleyen Gökgöz;
1) Kralın hükümetin başını tayin etmesini kaldırıp, parlamentonun bunu tayin etmesini,
2)Mevcut anayasaya göre kral istediği zaman parlamentoyu fesh edebilmektedir. Bu yetkinin kraldan alınması ve acil durumlarda da parlamentonun buna karar vermesini,
3)Parlamentonun iki şekilde oluştuğunu; Vekillerin yarısı kral tarafından tayin edildiğini, yarısı da seçimle seçilenlerden geldiğini buna karşın İhvan’ın ise tüm vekillerin seçimle gelmesini talep ettiğini ifade etti.
Ürdün İhvanı taleplerinin karşılanması için stratejik olarak üç esasa dayandığını söyledi;
1)Sokakta olmaktan vazgeçmeme
2)Sivil olarak müzakerelere devam etme
3)Reformlar yapılmadan seçimlere katılmama
Tunus’taki Nahda hareketinin ise Mısır’dakinin aksine Nahda dışındaki Tunus muhalefeti, orduyu siyasete müdahale etmek veya dışlamak üzerine bir söylemde bulunmadığını,Mısır darbesi öncesi, Mısır’daki Temerrüd Hareketinden etkilenen Tunus’taki Kurtuluş Cephesi ve Temerrüd Hareketleri, Nahda’nın ve diğer muhalif grupların müzakere sonucunda ve Nahda’nın ödünleriyle iktidarı paylaşmakla projeleri boşa çıkarılmış olduğunu ifade etti.
Gannuşi’nin 2016 yılında yaptıkları genel kurulda partinin artık tebliğe dönük faaliyetler ile siyasi faaliyetleri ayıracağını ayrıca demokrasi ile ilgili açıklamaları da yanlış anlaşıldığını, Gannuşi’nin, İslam’ın ne anlama geldiğini bilmeyen toplumlara karşı kendilerinin aşina oldukları kavramlar üzerinden ifade edebilme imkânı açısından demokrasi kavramını kullandığını ve Müslümanların üzerinde birleştikleri adalet, özgürlük, eşitlik, zulme engel olma, iktidarın zorbalığı ve diktatörlüğüne karşı olma manasında kullandığını ifade etti.
‘’İktidarı veya iktidara katılmayı merhaleleri ve şartları açısından öncelikli/acil gören hareketlerin görmek istenmediği, günümüzde Batı’nın öncülüğünü yaptığı kamuoyunun nezdinde İslamcılık olumsuz bir nitelemeye döndürülmüş durumda olduğu ve bir takım risler barındırdığıdır. Mısır’daki darbe süreci ve İhvan’ın terör listelerine alınması, hedef gösterilmesi Gannuşi’yi bu açıklamaya da itmiş olabilir. Batı’nın Suriye politikasında Esed’in gitmesi noktasında ayak sürümesi de bunu teyit etmektedir. Batı kamuoyu İslamofobi ve Işid üzerinden İslamcılığı hedef alan bir dil, söylem geliştirmeye devam etmekte. Önümüzdeki dönemlerde İslamofobi’nin, aşığı sağ partilerin yükselmesi, ırkçılığın artışı, mültecilere yönelik Batı’nın tutumları İslamcılık algısının olumsuzluğuna işaret etmekte ve bu durum Gannuşi gibi liderleri İslami dil kullanma noktasında daha temkinli olmaya itmektedir.’’ dedi.
Ayrıca Gannuşi’nin siyaset kurumu ile İslami hareket faaliyetlerinin ayrıştırılmasına yönelik taze beyanlarını, Nahda’nın partileşme sürecini tamamlayamadan iktidardan düşürülmesi, yıpranması ve Batı’nın İslamcılık nitelemesine yönelik olumsuz baskılarına, hedef olmaya karşı bir korunma olarak düşünmek gerektiğini ifade etti.
Gannuşi’nin “siyasal İslamı” terk ediyor şeklinde yorumlamak mümkün gözükmediğini, ancak Mısır İhvan’ının Hürriyet ve Adalet Partisi’nde vücut bulduğu şekliyle, İslam şeriatının devlet eliyle bir hukuk olarak tatbiki anlamında kullanımı noktasında ayrıştığını ve arasına mesafe koyduğunu söylemenin mümkün olduğunu, bu noktada Nahda’nın Mısır İhvan’ından ziyade AK Parti’nin kimi yönleriyle örtüştüğünü söylemenin mümkün olduğunu söyledi. Demokrasiye yönelik yaptığı vurgular da demokratik seçim, örgütlenme, seçme ve seçilme hürriyeti, sivil toplum gibi açılımları hedefleyen vurgular olduğunu, değilse sekülerizmi ve Batı’nın felsefesini sahiplenen bir demokrasi vurgusu olmadığını, Müslüman değerlere sahip çıkan bir kitle partisine işaret ettiğinin söylenebileceğini belirtti. Gannuşi’nin, yeni anayasanın her ne kadar adının İslam anayasası veya şeriat olarak adlandırılmasa da içerik olarak İslami referanslara ters düşmeyecek niteliğinin oluşmasından dolayı şeriat anayasası isimlendirmesini hem konjonktör hem de geçiş süreci açsından gerekli görmediğini ifade etti.
Son olarak da islami hareketlerin;
-Toplum ve sistem değerlendirmelerinin sağlıklı yapılması, değişkenlerin gözetilmesi ve mücadele fıkıhlarının da bu değişkenliklere göre güncellenmesi
-Şura uygulamalarının yaygınlaşması
-Açıklık prensibi ile hareket ederek şeffaflaşması
-Toplumun devlete, ahlakın kanuna önceliğini esas alması, İslam’dan neşet eden ahlakı ve meşruiyeti, devletin ve kanunların üzerinde tutabilmesi
-İslam meşruiyeti dairesinde topluma özen gösterilmesi, toplumsal maslahata yönelik politikalar geliştirilmesi, Dinin öngördüğü maslahatlara dikkat edilmesi zararın öncelikle giderilmesi faydanın sağlanmasından önemlidir prensibi, seküler devlet hududlarında Müslümanların önceliği olması gerekmekte
-Toplumun meseleleri konusunda onlarla çekişerek mücadele etmek yerine, diyalog alanını geniş tutmalı. Hududullahı aşan tekfirci yaklaşımlardan uzak durarak toplumun farklı kesimlerini de kuşatabilecek bir dil geliştirebilmek gerektiği
-Lider veya mezhepçi taklitçilik ve donukluk yerine Ümmet perspektifli bir mücadele kurumsallaştırabilmek ve zulme karşı evrensel bir cephe oluşturmaya davet etmeleri gerektiği
-İçtihadın canlı olduğu bir siyasal mücadele örnekliği geliştirilmesi gerektiği
-İslami hareketler, müntesiplerini entelektüelizme değil, ruhi, manevi, ibadi ve itikadi terbiyeye yöneltmesi, takva ve ahlaki değerlerin, sevgi ve merhametin canlı olduğu bir atmosfer oluşturmaları gerektiği.
-İslamcılar, zaruri ve mahalli bir durum arz etmiyorsa; şiddete gitmeyi reddetme ve apaçık tebliğde bulunmayı sürdürmeli, sabırla ısrar etmeli, Şiddet ve Kan dökmekten uzak durması gerektiğini belirterek sözlerini tamamladı.
Seminer soru-cevap bölümünün ardından sona erdi.
Haber: Ömer Faruk Çelik
Foto: Musa Beydüz