İhvan ve İslam korkusu!

Ali Bulaç

"Mühürlenmiş Zaman: İslam Dünyasındaki Durgunluk Üzerine" kitabının yazarı Yahudi asıllı tarihçi Dan Diner, "Sorun Müslümanların uyumu veya diyalog değil, İslamî hayatın seküler olmamasıdır." diyor. "Bizim devlet olarak siyasî, kurumsal ve hukukî açıdan yaşadığımız kültür seküler, ama Hıristiyani olarak seküler. Bu açıdan bakıldığında Avrupa'da Müslümanların ya da İslam'ın görünümü karşı karşıya kalınan temel bir zorluk." (Umran Dergisi, Şubat-2011).

Tunus ve Mısır'da başlayan toplumsal ayaklanmaların nasıl bir seyir takip edeceği konusu üzerinde kafa yoranlar, ilk soru olarak İslamî muhalif grupların ve bu arada Müslüman Kardeşler'in pozisyonunu soruyorlar. Bu, Tahrir Meydanı'na akan milyonlarca Mısırlının veya Ortadoğu'daki herhangi bir ülkedeki Müslümanların sorusu olmadığı açıktır.

Müslüman Kardeşler ne yapar? Başından beri ortalıklarda görünmemeye çalıştıkları gözden kaçmıyor. Talepleri Mübarek ve rejiminin gitmesi, siyasî tutukluların serbest bırakılması, seçimlerin yapılması vs.'den ibaret. Ama bazı çevreler bununla tatmin bulmuyor: Ya "gizli ajandaları var diyorlar" veya "yeterince seküler güvence vermiyorlar", diye "endişeler" sergiliyorlar. Aslında İhvan'dan, bütün düşüncelerinden ve temel iddialarından tamamen vazgeçtiklerini "vallah-billah" yemin ederek bir tür "Hıristiyani itiraflar"da bulunmaları isteniyor.

Pekiyi, bu toplumsal derin sarsıntılarda Müslüman Kardeşler'in ve İslam faktörünün payı nedir? Tahrir Meydanı'nı dolduran milyonların yüzde kaçı İhvan'a mensup veya sempatizanı? Bazılarına göre İhvan, son 60 yıllık acılı tarihten gerekli dersleri çıkarmışlardır, toplumsal zeminlerine güvenerek, politik görünürlüğe pek önem vermiyorlar. Zaten serbest ve adil seçimler yapılacak olsa, ilk iktidara gelecek olan kendileri olacaktır.

Devrimin aktüel yüzü ötesinde, derinde önemli şeyler vuku buluyor: Bugüne kadar Ortadoğu'daki diktatörlükler, Müslüman Kardeşler'i, İslamî muhalif grupları ve hatta apolitik sosyal İslamî grupları birer tehlike göstererek ayakta durdular. Fakat asıl onları ayakta tutan, İslamî grupların sahiden "tehdit veya tehlike" olup olmadığı değil, Batı'nın desteğinde İslam ülkelerinde askerî, ekonomik ve bürokratik iktidar seçkinlerinin kaba veya rafine yollarla bu yalanı sonuna kadar sömürebilmeleridir. Gelinen noktada, artan nüfus, büyüyen şehirler, umutsuz gençler, bir türlü sonu gelmeyen siyasî baskılar, gelir adaletsizliği, cinsel ahlakî sapkınlıklar, küresel sistemin Müslümanları ötekileştirmesinin onur kırıcı boyutları, İsrail'in küstahlıkları, Filistin sorunu vb. can yakıcı sorunların, bu yalanın kitleleri uyuşturan afyon olma özelliğini ortadan kaldırmış olmasıdır.

"Küresel sistem" ve İslam ülkelerinde önceki baskıcı ve işbirlikçi zümrelerin yerini almaya pek hevesli görünen "yeni zümreler", İslamiyet'i "siyasî ve toplumsal bir tehdit" göstermeye devam edecekler. Batı, İslam konusunda temel perspektifini değiştirmedikçe, İslam'ın Hıristiyanlık gibi kendini reforme etmesini talep etmeye devam edecektir.

İslam dünyası kendi geleceğini kendisi tayin edecektir. Bu tamamıyla kitlelerin vereceği karara bağlıdır. Mevcut rejimleri sallandıran ana faktörlerden biri, "İslam'ın bir tehlike olduğu yalanı"nı kitlelerin çöpe atması oldu. Bu aşamadan sonra asıl gerilim, kitleler ile yeni iktidar seçkinleri ve onları eski baskıcı güçlerin yerine geçirmeye çalışacak olan Batı'nın küresel güçleri arasında sürecektir.

Şimdi açıkça Müslümanlardan istenen, İslam'ın da Hıristiyanlık gibi bütün temel iddialarından ve taleplerinden vazgeçip kendini reformdan geçirmesi, sekülerleştirmesidir. Bu, Müslümanlarla Batılı hegemonik güçler arasında kıyamete kadar sürecek bir anlaşmazlık konusudur. Batılılar ve eski rejimin yerini almaya hazırlanan ulusal seçkinler bir gerçeğin farkında olmalılar: Müslümanlar, dinlerinin bir tehdit ve tehlike olarak gösterilmesinin kendilerine yönelik onur kırıcı ve aşağılayıcı bir tutum olduğunun artık farkındadırlar. Tabii olmayan şey, Müslüman dünyanın kendi diniyle korkutulmasıdır.

ZAMAN