Ali Karahasanoğlu / Yeni Akit
İtfaiye yetkilileri ile, müfettiş önünde sohbet!
Biz diyoruz ki, “itfaiyenin gelişinden sonraki üçüncü saatte, niçin yangın daha da büyümeye ve yayılmaya başladı?”
İçişleri Bakanı’nın görevlendirdiği müfettiş huzurunda itfaiye yetkilisi cevap veriyor:
“Binadaki tekstil işi yapan kiracı, ikinci kattaki yangın merdivenine halı koymuş!
Hatırlatıyorum:
“Onun yaptığı kusurlu hareket.. Ancak, sizin olay mahalline gelişinizin üzerinden 3 saat geçtiği halde, yangının 3. saatinde alevler azalacağına, 20 misli büyümüş ise.. Bunda sizin de kusurunuz yok mu?”
Tekrar cevap veriyorlar:
“Bakın bakın halılar üst üste konulmuş”
Soruyorum, “Siz ilk geldiğinizde de halılar üst üste duruyordu.. Birinci saatte de aynı durum vardı. Üçüncü saatte de aynı durum vardı. Ama dördüncü saatten sonra alevler üst katlara sıçradı.. Niye?”
Daha kolay bir soru ile önlerini açmak istiyorum:
“Yangının 3. saatten sonra böyle büyüyeceğini tahmin ettiniz mi?”
“Hayır” diyorlar..
Evet deseler, biliyorlar ki, soracağım: “Tahmin etti iseniz, niçin 3. saatten sonra çağırdığınız takviyeyi, birinci saatte istemediniz.”
Kabul ediyorlar, “Biz ilk üç saatte, yangını söndürebileceğimizi düşündük.. Ama sonradan büyüdü.. Bunu öngöremedik”.. Ama hemen araya tekrar sıkıştırıyorlar:
“Öngörememizin sebebi de, arkadaki tüpler..”
Soruyorum, “O tüpler, sizin geldiğiniz andaki yangının ulaştığı en uç noktaya uzaklığı ne kadar?”
Aleyhlerine olduğu için bildikleri halde cevap ver(e)miyorlar..
Ben hatırlatıyorum:
“Asgarisinden 60 metre değil mi?”
Çaresiz, evet babında baş eğiyorlar..
Hatırlatıyorum:
“Benim emekçi itfaiyeci kardeşlerimle sorunum yok. İtfaiyenin eline, yeterli donanımı vermeyen İBB Başkanı utansın. CHP Bayrampaşa İlçe Başkanından, İstanbul’a itfaiye müdürü üretenler utansın.”
Cevaplıyorlar: “Bizi lütfen siyasetin içine çekmeyin.”
Anlamak için soruyorum:
“4. saatte gelen etkili itfaiye aracı, birinci saatte gelseydi, yangının şekli değişir miydi?”
Önceki cevaplarını hatırlatıyorlar:
“Biz bu kadar büyüyeceğini öngörmedik, onun için de birinci saatte güçlü aracı çağırmadık” diyorlar..
“1 saat içinde, 2 saat içinde söndürülememesi sizce bir işaret değil miydi.. Takviye isteğinde niye geç kaldınız” diyorum.. Emekçi itfaiyecilerin değil, beceriksiz yöneticilerin sorumluluğunu hatırlatmak için “Ekipmanlar yeterli miydi” diye konuyu açmak istiyorum..
Amirlerini, siyasi makamdakileri zora düşürmemek için, cevaplıyorlar: “Her yangında, müdahale için değişik araçlar tercih edilebilir”..
“Kusura bakmayın, ben bir yere takıldım.. Sepetinde insan olmayan, pencerenin yanına kadar yaklaşabilen, itfaiyecimizi tehlikeye atmadan güçlü su sıkabilen araç, niçin birinci saatte gelmedi?”
Cevaplıyorlar:
“Birinci saatte üst katlarda yangın yoktu ki.. O araç kule dediğimiz bir araç. Adı üstünde kule.. Kule demek, yüksek katlara” diye devam ederken..
Rahmetli Hasan Karakaya ağabey aklıma geliyor..
Siyasi yönetimi korumaya çalışan itfaiyecimize hatırlatıyorum:
“Hasan ağabey bir yazısında çok güzel anlatmıştı. Ağır Ceza’da hakim, cinayet sanığını sorguluyor.. (Anlat oğlum cinayeti nasıl işledin) diye soruyor. Sanık başlıyor, cinayetin altı ay öncesinden, Samsun’a gittiğinden.. Sonra otobüse bindiğinden.. Sözü uzatınca hakim hatırlatıyor, (Yavrum cinayet İstanbul’da işlendi. Sen İstanbul’a gel.. İstanbul’da ne oldu, onu anlat..) Sanık uyanık.. Cevaplıyor: “İstanbul’a geleyim de, cezayı veresin değil mi?”
Kıssayı hatırlattıktan sonra, soruyorum:
“Tamam, o aracın adı kule. Kule demek, üst katlara müdahale etme amaçlı araç. Onu da anladım. Peki, alt katlara aynı güçte su ve köpük sıkacak araç İstanbul İtfaiyesinde yok mu?”
Cevaplıyor: 90 araç, 200 itfaiyemizle..
Kesiyorum ve tekrar soruyorum: “Abi, kardeş, nasıl değerlendirirsen.. Kule dediğin araçtan sıkılan su tazyikinde alt kata, yangın büyümeden önce, sıkılan tazyikli su görmedim, köpük görmedim. Kulenin yaptığını yapan alt katta kullanılan buraya gelen ne var, onu söyle” diyorum..
Ona da cevapları şu oluyor:
“Abi sen, o kulenin, ne kadar su tükettiğini biliyor musun!”
Şaşırıp kalıyorum:
“Alevler büyüdükten sonra, söndüremediğin yangın için harcadığın suyu, yangını söndürmek için, ilk bir saatte sıkmış olsan, yangını da önlemiş olsan, daha iyi değil mi?” diyorum..
Ben de yoruluyorum. Muhatabım da yoruluyor..
Rica ediyorum..
“Sizler itfaiye emekçilerisiniz.. Siyasileri korumayın. Size yeterli araç donanımı sağlamayanları, otobüsleri bile işletemeyenleri korumayın..”
Bir üst yetkilileri devreye giriyor:
“Biz kimseyi korumayız”
İBB’nin CHP’li Grup Başkanvekili Doğan Subaşı’nın 2019 mahalli seçimlerinden hemen sonra yaptığı açıklamayı hatırlatıyorum:
“AK Parti döneminde itfaiyeye alınan araçlar, çok büyük. Gereksiz”.
Karşımdaki itfaiye yetkilisinin siyasetle ilgisini rahatlıkla keşfedebileceğimiz şu söz ağzından çıkıveriyor:
“O araçların cıvata yedeği bile yok”.
Ben de film kopuyor..
Uzaya uydu fırlatan, yerli otolmobil üreten.. İHA’ları SİHA’ları yapan Türkiye’yi..
Karşımdaki itfaiye yetkilisi, “Alınan araçların cıvatası bile yok” diye suçlama yaptığı an..
Film kopuyor..
Buradan eski dönemin itfaiye yetkililerine çağrı yapıyorum..
Aldığınız araçlardan, cıvatasının yedeği olmayan, veya cıvatası yapılamayan bir araç var mı?
Bu yetkili bize yalan söylemiyor mu?
Siyasilerin yönetim beceriksizliği, araçların depolarda bekletilmesinin iş bilmezliği, “cıvata olmaması” ile kamufle mi ediliyor?
Bu yangının takipçisi olacağız..
Bizden kimse, sorgulama yapmamamızı istemesin..
Bunu sorgulamak, İstanbulluların haklarını korumaktır, kollamaktır.