HAKSÖZ HABER
İHH İnsani Yardım Vakfı(İHH) ve Uluslararası Mülteci Hakları Derneği (UMHD) tarafından yayınlanan basın açıklamasında, 'göçmenlere dönük şiddet eylemlerine varan ırkçı söylemlere dönük önlemler alınması gerektiği' ifade edildi.
Basın açıklamasında ayrıca toplumun belirli bir kesimi tarafından ısrarla dile getiren devlet tarafından mali ve ekonomik harcamaların Suriyelilere aktarıldığına dair iddiaların gerçeği yansıtmadığı ve, "Gelen muhacirler nedeniyle Türkiye vatandaşlarına yapılan sosyal yardımlar da azalmamış, aksine artış göstermiştir" denildi.
İHH ve UMHD tarafından yapılan "Ayrımcılığa dur diyelim!" başlıklı basın açıklamasının tam metni,
Son dönemlerde, zulme uğradıkları için ülkelerinden göç etmek zorunda kalan mülteci ve göçmenlerle ilgili bilgi kirliliğinin sosyal medyada yayılması, kendilerine her alanda rant sağlamak isteyen bazı kişiler, gruplar ve siyasi partiler tarafından saldırganlık boyutuna dönüştürülmüş durumdadır.
Ülkemizin içinden geçtiği bu zor günlerin tek sorumlusu olarak bu topraklara sığınmış mazlum ve mağdur insanlar gösterilmektedir. Oysa bu topraklar, geçmişte de yüzbinlerce mülteci ve göçmen ağırlamış ve bu süreçlerden hep güçlenerek çıkmıştır.
1400’lü yıllarda İspanya’daki Yahudilere kapılarını açan bu topraklar, yıllarca farklı coğrafyalardan göç almaya devam etmiştir. 1923’ten sonra Yunanistan’dan gelen 500 bini aşkın kişi Türkiye topraklarına iskân edilmişti. 1940 ve 1950’li yıllardan itibaren Bulgaristan, Yugoslavya ve Romanya’dan gelen yaklaşık 500 bine yakın göçmen ülkemizin değişik bölgelerine yerleştirildi. 1988’de Halepçe katliamı sonrasında yaklaşık 51 bin, 1989’da Bulgaristan’daki baskılar nedeniyle 345 bin ve 1991’de Irak savaşı sonrası 467 bin göçmen yine Türkiye’ye sığınmıştır. Yine farklı zamanlarda Kafkaslar ve diğer Balkan ülkelerinden insanlar gördükleri zulümlerden dolayı Anadolu insanının şefkatine sığınmışlardır.
Unutmayalım ki, tüm bu gerçekler, ülkemizin çok önemli bir tarihsel misyonuna işaret etmenin ötesinde, toplumsal dokusunu oluşturan kökleri de hatırlatmaktadır. Geçmişte ülkemize yönelik her muhacir grubu, bu topraklara büyük bir insan potansiyeli kazandırmanın yanı sıra hoşgörü ve misafirperverlik kültürünün yerleşmesinde önemli rol oynamıştır.
2010’da Arap Baharı sonrası 3,7 milyon Suriyeli mülteci, 600 bin Irak, Somali, Afganistan, Pakistan ve İran gibi ülkelerden gelen göçmenler, güvenli bir liman olarak gördükleri Türkiye’ye sığınmıştır. Ayrıca Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Rusya, İngiltere, Almanya, Ukrayna gibi farklı ülke vatandaşı iş adamları, öğrenciler ve turistler de ülkemizde yaşamaya devam etmektedir.
Göç, günümüz dünyasının bir gerçeğidir. Türkiye, Avrupa’ya göç etmeye çalışan göçmenlerin geçiş güzergâhındadır. Ülkemiz, sınırlarının güvenliğini sağlamak için yıllardır büyük bir mücadele vermektedir. Koronavirüs pandemisinin başladığı günlerde göçmenlerin Avrupa kapısına nasıl dayandığını hep birlikte gördük. Daha iyi bir yaşam için göç yollarında ölümü göze alan, denizlerde boğulan, sahile vuran, ölüme giden insanların, Aylan bebeklerin hikâyelerini hep birlikte izledik.
Son günlerde mülteciler ve göçmenler, güvenlik sorunu olarak lanse edilmekte, çeşitli bahanelerle hedef haline getirilmekte ve münferiden yapılan bir hata nefret söylemine dönüştürülmektedir. Oysa Türkiye’nin iç güvenliği ile ilgili iddiaların aksine Suriyeliler ve yabancılar tarafından ülkemizde işlenen suçların oranı yüzde 0.59’luk oranıyla ülke ortalamasının çok altındadır.
Medyadaki yalan yanlış bilgi, video ve fotoğraflar üzerinden oluşturulan nefret söylemleri sebebiyle, hiçbir suçla ilgisi olmayan yabancı misafirlerimize karşı ırkçı saldırılar artarak devam etmektedir. Mülteci meselesi, ekonomik anlamda dünyada ve ülkemizde problemlerin yaşandığı ve seçimlerin yaklaştığı bu süreçte sorun haline getirilmiş ve olumsuz koşulların tüm suçlusu olarak ülkemize sığınmış göçmenlerin gösterildiği bir yaklaşım ortaya çıkmıştır.
Kışkırtıcı söylem sahiplerinin sosyal medya aracılığı ile yaymaya çalıştığı yalanların aksine, burada bulunan yabancılar, ne işsizliğin ne de pahalılığın sebebini oluşturmaktadırlar. Göçmenler, işverenlerin söylemlerine göre kimsenin tercih etmediği sektörlerde ve zor çalışma şartları altında üretime önemli bir katkı sunmaktadırlar. Gelen muhacirler nedeniyle Türkiye vatandaşlarına yapılan sosyal yardımlar da azalmamış, aksine artış göstermiştir. Göçmenlerin maddi yükünün önemli bir kısmı da, Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler gibi uluslararası kuruluşlar tarafından karşılanmaktadır.
Diğer yandan, Suriyelilerin sadece yardım alan kişilerden oluştuklarını düşünmek eksik ve yanlış bir değerlendirmedir. Birçok Suriyeli ve Arap yatırımcı, Türkiye’de açtıkları şirketler aracılığıyla önemli miktarda yabancı sermayeyi Türkiye ekonomisine kazandırmaktadır. Ayrıca bu süreçte, Türkiye’de doktorların ve sağlık çalışanlarının özverili çalışmalarıyla sağlık hizmetlerinin kalitesi de artmıştır.
Yaşanan bir takım sorunların çeşitli mecralarda iddia edildiği kadar veya endişe edilecek kadar büyük olmadığı ortadadır. Bazı provokatörlerin yaptığı saldırgan paylaşımlar, bilinçli bir şekilde sanki tüm Suriyelilerin ve göçmenlerin ortak görüşüymüş gibi lanse edilmektedir. Oysa gerçeğin böyle olmadığını sadece muhacirler değil, bunu ırkçı saldırıları için malzeme yapan dar görüşlü kişiler de bilmektedir.
Göç ve mültecilerle ile ilgili uygulanan politikalar hakkında kamuoyunun şeffaf bir şekilde bilgilendirilmesi, göçmen ve mülteciler üzerinde bir tehdit unsuruna dönüşen keyfi yaklaşımların terk edilmesi gerektiğini savunuyoruz.
Mültecilerin ve göçmenlerin Türkiye’ye uyum sağlamaları için devletin ve sivil toplumun konuyu çok boyutlu olarak ele alması gerekmektedir. Bu süreçte, yalan ve algılarla daha sağlıklı mücadele edebilmek için medya kuruluşları ve gazeteciler, mültecilerle ilgili yalan haber konusunda dikkatli olmalı, olumlu çalışmalara ve haberlere daha fazla yer vermelidir.
Savaş tamamen bitmeden bu insanların ülkelerine gönderilmesi bir çözüm değildir. Herkesi, ırkçı ve ayrımcı yaklaşımlarla oluşturulan “muhacir” karşıtı söylemlerle mücadele etmeye davet ediyoruz. Ülkemize sığınan Suriyeliler; çoğunlukta Şam, Humus, Halep, Rakka, Deyrizor gibi Suriye rejiminin veya PYD’nin kontrol ettiği şehirlerden gelmiştir. Gelen insanlar, iki ülke arasında çıkan bir savaşta ülkesini savunmaktan kaçan insanlar değil, kendi ülkesi tarafından hedef alınan sivillerdir. Bu günkü şartlarda bu insanların kendi evlerine gönderilmesi, onların ölüme veya hapse gönderilmesi manasına gelmektedir. Savaş ve savaş şartları maalesef devam etmektedir. Suriye’ye dönen insanların can ve mal güvenliğinin sağlanacağına dair sözler, yüzbinlerce insanı öldüren veya hapseden Suriye rejimi tarafından telaffuz edilse bile, uluslararası hiçbir kurum veya devletin güvencesi ve garantörlüğü söz konusu değildir. Siyasi gerekçelerle Suriyelileri geri göndermenin adı “tehcir" kavramı içerisinde değerlendirilecek ve ülkemizi sadece vicdanlarda değil, uluslararası hukuk ve sözleşmeler karşısında da zor durumda bırakacaktır.
Bu toprakların misafirperver ve güvenli iklimine sığınan her insan için buranın bir umut kaynağı olmaya devam etmesi gerekmektedir. Kardeşlik hukuku da bunu gerektirmektedir. Zira insanlar ya dinde ya da beşeriyette kardeştirler. Tüm bu gerçekler bir yana, bizim zihnimizde “ensar” “muhacir” “sığınmacı” “mazlum” “yolda kalmış” gibi kavramların ve olguların temiz kalması için mücadele vermemiz gerekir.
Bizler; mağdur mülteci ve göçmenlerin haklarını korumaya ve toplumsal huzura katkı sağlamaya devam edeceğiz. Ortak değerlerimiz, karşılıklı saygı ve tolerans birlikte yaşamanın sürdürülebilmesi için çok önemlidir. Toplumdaki gerilimi kontrol edilemez bir noktaya doğru götüren nefret söylemleri ve ayrımcı dilin acilen sonlandırılması gerekmektedir. Buradan hem ülkemize hem de tüm dünyaya sesleniyoruz. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne göre, uluslararası kanunlara göre, mültecilerin ve göçmenlerin daha insani bir yaşam sürmesi için önlerindeki tüm engellerin ve ayrımcı politikaların kaldırılması gerekmektedir. Tüm ülkeler, kurumlar ve kişiler, mültecilik ve göçmen meselesinin adil bir şekilde çözülmesi için din, dil, ırk ayrımı yapmadan ortak hareket etmek ve sorumluluk almak zorundadır.
Irkçılık, hiçbir zaman bu ülkede maya tutan bir anlayış olmamıştır ve bundan sonra da olmayacaktır. Son günlerde göçmen karşıtlığı ile adı ön plana çıkan Ümit Özdağ’ın da birkaç kuşak öncesi bu topraklara gelen muhacir bir nesle mensup olduğunun unutulmaması gerekir.
Yabancı düşmanlığı ve ırkçılık karşısında insani bir duruş sergileyen yetkili isimler, ülkeyi kaosa sürüklemek isteyen odaklara dikkat çekmiştir. Bu tavrı sivil toplum olarak önemsemekteyiz. Zira ensar ruhunun hakim olduğu bu topraklarda oluşturulan sûni krizin, son dönemde gerek bölgesel, gerekse de küresel düzeyde mazlum halklardan yana üstlendiği rol ve kazandığı etkin konum nedeniyle Türkiye’nin cezalandırılması çabası olduğu aşikardır. Hedef, Türkiye’nin istikrarsızlaştırılması, içine kapatılması, baskı ve işgallere açık hale getirilmesidir.
Mültecilik konusu insani bir olgudur. Bu konu siyasi malzeme yapılmayacak kadar hassas bir meseledir. Siyaset, bürokrasi, sivil toplum ve medya başta olmak üzere toplumun tüm kesimlerini; ırkçı yaklaşımlardan uzak durmaya, mültecilerin hayatlarını ve onurlarını koruma noktasında duyarlı olmaya çağırıyoruz.
İHH İnsani Yardım Vakfı
Uluslararası Mülteci Hakları Derneği (UMHD)