İran’da çoktandır bir ulus devlet siyasetine dönüşen Şiiliği itikadi, ameli ve siyasi açıdan her geçen gün Alevilik ve Nusayriliğe yaklaştıran en önemli olgunun Suriye meselesi olduğu aşikâr. İlaveten İran, etkisi altındaki veya irtibatlı olduğu bütün unsurları Esed/Baas rejimin muhafaza ve müdafaa stratejisine sıkı sıkıya angaje etmiş durumda.
Sadece İran değil İran’la siyasi ve/ya itikadi, açıdan iltisaklı bütün birey, cemaat ve kurumlar/örgütler varlıklarını Esed/Baas rejimin bekasına çoktan armağan etmiş durumda. Öyle ki bu stratejik tercihe ram olmayan hemen herkesi mümkünse dize getirmeye değilse harcamaya ve tasfiyeye yönelik çok boyutlu ama alabildiğine çirkin bir siyaset izleniyor.
Şebbihalar Var, Yezidlere Gerek Yok
Esed/Baas rejimini işlediği bütün katliam, yıkım ve tecavüzlere rağmen “Direnişin Altın Halkası” olarak sahiplenen İran’ın Rusya ile birlikte ABD ve AB gibi Türkiye ve Suudi Arabistan’ı da Suriye konusunda açığa düşürdüğü sıklıkla dillendiriliyor. Bu sebeple 2012 Mart’ından bu yana Esed/Baas rejimin İslamcı muhalifler tarafından düşürülememiş olması da Türkiye başta olmak üzere bölge ülkelerinin giderek “Esedsiz Suriye Çözümü” formülünden uzaklaşmaya mecbur kalması da Rusya’dan daha çok İran’ın diplomatik başarısına hamlediliyor.
50 yıldır Baas rejimi tarafından ağır bedeller ödetilen Suriye halkının haklı isyanı en baştan itibaren hem Esed rejimi hem de Esed rejimine müzahir-iltisaklı devlet ve aydınlar tarafından hızla ‘mezhep çatışması’ riskini tetikleyen en güçlü unsur olarak yaftalandı. Alabildiğine kaba bir ajitasyonla Esed muhalifi İslamcılar “kökü dışarıda Selefi-Vahhabilik”le özdeşleştirilirken Esed rejimi de önce İran ve Hizbullah’ın daha sonra da Şii-Alevi kimliğin bekasıyla özdeşleştirildi. Dolayısıyla Esed hem yerli ve meşru olanı hem de İran, Hizbullah ve Şii-Alevi kimliğin hayatiyetine destek olmakla Hz. Hüseyin’in yolunu Esed’le savaşanlar da Yezid’in yolunu tutmuş sayılmak istendi.
Oysa Suriye’de Yezid aramaya hiç ama hiç gerek yoktu. Yezid bu zamanda Şebbiha olmuş, Muhaberat olmuş, İran’dan gelen Devrim Muhafızları, Lübnan’dan gelen Hizbullah militanları, Irak veya bir başka bölgeden Türbeleri ziyarete gelen Şii Hacılar olmuş ve Suriye halkının celladı kesilmişti çoktan beridir.
Küresel Cihad’ın Selefi-Sünni dalgasına karşı tedbir üstüne tedbir alan AB, ABD, Rusya gibi merkezler Suriye’de en üst düzeyde savaşan Küresel Cihad’ın Şii-Alevi yüzünü ne tartışıyor ne de görüyordu. Neden acaba ister bölgesel isterse küresel düzeyde Suriye halkına karşı sürdürülen savaşa en üst düzeyde katılan Kudüs Ordusu, Devrim Muhafızları ve Hizbullah’ın Suriye’de ortak olduğu katliamlar hiçbir tartışmanın konusu olmayı hak etmiyordu?
Anlaşılan sıkça okunan Kerbela ağıtları ve “Ya Hüseyin, Ya Zeynep” ağlaşmaları sadece Türkiye için değil AB ve ABD için de çirkin bir maske olmaktan fazlasını ifade ediyormuş. Irak ve Afganistan’da ABD’yle Suriye’de Esed ve Rusya ile iş tutup Selefi-Vahhabi akımlarla mücadele konseptinde öncülük rolü üstlenen İran ve uzantılarının bu misyonu Yezid’e rahmet okutturacak zulümlere imza atmakta inat ederken, kim Kerbela’yı tarihte kalan bir hadise olarak görebilir?
İftarı Kinden, Kandan Arındırmak
Sözü şuraya getirmek istiyorum: Suriye’nin Yezidi olarak bilinen Esed/Baas cuntasının katliam ve tecavüzlerini aşkla-şevkle savunan Selahattin Özgündüz, Cumhurbaşkanı Gül tarafından Çankaya’da ikincisi yapılan Muharrem İftarı’na hangi gerekçeyle davet edildi?
Hatırlatmak gerekirse aynı saatlerde Başbakan Erdoğan’ın Meclis’te yaptığı konuşmanın konuyla alakalı bölümü şöyleydi: "Biz her zaman Hüseyinler'in tarafında durduk. Kerbela faciası Yezid'in iktidar hırsının eseridir. Suriye de budur, Irak da budur. Irak'ta Suriye'de kendisine hangi sıfatı takarsa taksın mazlumu katledenin sıfatı Yezid'dir, mazlum da Hüseyin'dir."
Türkiye Caferilerinin lideri gibi afaki bir sıfatla ortalıkta dolanan S. Özgündüz sadece Ulusal Kanal, Halk TV, Aydınlık gibi bilumum Ergenekoncu-Kemalist örgütlerin kendisi ve çevresine sağladığı imkânlarla kara propaganda yapmıyor. Özgündüz’ün temsil ettiği siyaset ve çevre esasen ve öncelikle İran tarafından Esed/Baas rejimi adına Türkiye’de kamuoyu oluşturmak üzere konuşlandırılmış durumda.
Cumhurbaşkanı Gül’ün, Caferiliği Alevilik üzerinden Nusayrilikle eşitleyen, Caferiliği katliam ve tecavüz şebekesinin hizmetine paspas eden “taşeron bir şeyh”i yanına alması bir açılım değil olsa olsa zulme ve zalime çanak tutanlara cesaret vermek olur. Özgündüz gibi alenen Esed/Baas çetesi adına lobicilik faaliyeti yürüten, batılı-hurafeyi din edinmiş, tepeden tırnağa mezhepçi bir karaktere iltifat etmek, kamuoyu önünde bir anlam yüklemek külliyen yanlıştır ve kabul edilemez. Esed rejimini muhafaza ve müdafaa için Suriye halkının mücadelesini kirletmekle vazifeli kişilerin bir mezhebi temsilen iftar sofrasına buyur edilmesini Cumhurbaşkanı Gül hangi gerekçeyle izah edecek, bakalım göreceğiz.