İnsanın başka bir insanla, içinde yaşadığı karmaşık toplumla ve bu topluma egemen olan siyasal iktidarla ilişkilerinde temel ölçüyü yaratıcısı ile ilişkisi belirler. Belki de “belirlemeli” dersek daha doğru bir ifade tarzı olacak. Çünkü bu ölçüden uzaklaşan, istikametini “sırat-i müstakim” üzere olmaktan çıkaran insanların hâkimiyetinde geçen zamanlar yaşıyoruz.
Alev Alatlı bir programda; “her yasal olan helal değildir” diyordu. Ne kadar doğru değil mi? Bugün kim milli piyangoya helal diyebilir ama yasal. Ya da miras hukuku, boşanma ve nafaka, çalışma hayatındaki düzenlemeler, adına “katılım” bankacılığı denilse bile mevcut ekonomik sistemin kuralları ile işleyen bankalar yasal değil mi?
Oysa inancında oldukça muhafazakâr ancak yaşamında fazlasıyla seküler olan garip bir toplum olduğumuzun örnekleriyle dolu hayatımız! Dün, daha fazla kâr elde etmek uğruna yatırdıkları paralarını kurtarmak için, batan bankaların önünde “cevşen okuyan” tesettürlü ablaların yerini bugün “çiftlik bank” gibi farklı “yatırım” yollarından daha fazla kazanmak isteyen “mağdurlar” almadı mı?
Toplumsal şartlar, fiziki mekân ve zaman değişse de sanırım değişmeyen tek olgu insan fıtratı olsa gerek. Her ne kadar “bizim zamanımızda insanlar böyle değildi” romantizmine sarılan büyüklerimiz olsa da, insan her dönemin değişmeyen öznesi.
Allah tüm annelere sağlık ve afiyet versin, annemle yaptığımız küçük bir sohbette şöyle diyordu; “kötülükte, iyilikte değişmiyor oğlum değişen tek şey internet denilen şeyle ortada olması!” Ellerinden öpüyorum, annemin bu cümlesi yazının ilham kaynağı. Burada, söylemini temellendirdiği elli yıl önceki hayatı ile şimdi yaşayıp, gördüklerini sıralamayacağım. Tek olgunun internet olmadığının da farkındayım ancak tespitinin yersiz olmadığının da ispata ihtiyacı yok.
Merhum Akif Emre “Hak Etmek Pay Kapmak Değildir” başlıklı yazısında, kimliğini Müslüman olarak belirleyenlerin su soruyla yüzleşmeden, gelecek tasavvurlarını tayin etme ve içinde bulundukları hali anlama imkânından uzak kalacaklarını söylüyordu. Soru şuydu; “Bugün Müslüman’ım diyen insanlar bir hak mücadelesi mi veriyorlar yoksa bir pay kapma kavgası mı?”
Sanırım bu sorunun cevabı pek iç açıcı değil. Oysa hak mücadelesi bir şeyleri elde etmek değil ölçüyü Hakk olana kaim eylemek, gerektiğinde fedakârlığı ve zarara uğramayı göze almakla alakalı.
Bir şeyi hak etmek, niyetin ve yöntemin samimiyeti ve sahihliği ile mümkündür.Asıl olan “dosdoğru yol” üzere olmaktır. Bu yol Hakk’ı üstün tutanların yoludur. Ne var ki “Hakk olanı üstün tutmak” adına yola çıkanların yol üstünde sunulan “pay akçesine” talip olmaları, ne kadar yasal olursa olsun ilk önce hak niyetlerini zayi eder.Sonrasında ise Hakk’ı üstün tutmak idealinin ve iddiasının yerini payları çoğaltmak çabası alır.
Tabi ki minareyi çalan kılıfını da hazırlıyor. Her eylemin muhtemelen bir açıklaması da oluyor. Rabbimiz katında bahanemiz olur mu bilmiyorum ancak bildiğim bir şey varsa o da, ölçünün belirsizleştiği bir ortamda giderek menzilden sapıldığı ve batıl yöntemlerin hak arama mücadelesine dönüştüğüdür. Meşruiyetini dünyevi olandan alan bu mücadele en kutlu hedefe ulaşmada en büyük engel olarak önümüzde duruyor.
Bugün içinde yaşadığımız sistem“Allah’tan koparılmış bilgi” yoluyla insanlığı ifsada uğratıyor. İnsana Rabbinin yüklediği sorumluluk önemsizleşiyor. Bizi biz yapan temel ölçüler sekülerleştikçe düşünsel derinliğimiz yanında birlikte hareket etme şuurumuzu da yitiriyoruz.
Allah ile insan ilişkisini tahrif eden bu anlayış, insan ile insan ve insan ile eşya ilişkilerini tahrif ediyor. Hangisi diğerinin sebebidir bilmiyorum ancak içlerinden birinin tahrif olması demek hepsinin tahrif olması anlamına geliyor.
Oysa zamanı ve mekânı, eşyayı ve insanı Allah’tan emanet bilen bir bilinçle hareket etmek zorundayız. Sorumluluğumuz, Rabbimizin emanetini yüklenebilmekle orantılı. Bu sorumluluk duygusunu ise ancak “vahyin yaşanması için peygamberin örnekliğinde, ortak ilke ve hedefler doğrultusunda, karşılıklı dayanışma ilişkisine dayalı şura ve istişarenin esas olduğu” birliktelikler sayesinde kazanabiliriz.
Asli görevi “iyiliği emretmek kötülükten sakındırmak” olan bu yapının,“Müslümanca yaşayabilme”nin ön şartı olduğunu unutmamak gerekiyor. Zira böyle bir birliktelik öncelikle bir karargâh ve sığınak, sonrasında çabalarımızın değer bulacağı sağlam bir dergâh olacaktır.
Ne var ki bugünün belirleyici ölçüsü bireysel başarı ve önde olma arzusudur. Akrabalık, komşuluk, iş ortamı vb ilişkilerimizde belirleyici olgu rekabet ve bu rekabette her şey yasal olduğu sürece mübah!
Bu satırları okuyanların birçoğu imkânları ölçüsünde İslami yapıların içerisinde aktif olarak yer alıyor sanırım. Rutin zamanlarda kitap okuma, Kur’an ve hadis çalışmaları, tarih ve coğrafya bilinci kazanma çabalarına katılmak yanında;hak ve hukuka uyma ahlâkını, yardımlaşmayı, fedakârlığı, kardeşinin yerine kendini koymayı, acıları paylaşmayı, nimetler ve külfetleri bölüşmeyi yani tam anlamıyla bir arada yaşama bilincini olgunlaştıran yapılardır bunlar.
Müslümanlar dünyanın karmaşasından kurtulmanın, ilişkilerin yakıcı ve yıkıcı boyutlarından uzaklaşıp, sorunlarına adil ve sahih çözümler bulabilmenin adresini Müslüman kardeşlerinin yanında aramalı. O Müslüman kardeşleri de kendisine kardeşlik yapabilmeli, maddi ve manevi tüm sorunlarına çareler üretebilmeli, eminlik vasfını üstlenerek kardeşlik hukukunu gözetebilmelidir.
Yoksa birliktelikler teorik cümlelerin havada uçuştuğu ancak pratik sorunlarımıza çareler üretmediği soyut yapılar olmaktan öteye geçemeyecektir.
“Ben Müslümanım” demek, iddia sahibini gerekirse Hz. İbrahim gibi “tek başına ümmet” olabilme azmine ulaştırırken, bu kimlik aynı zamanda yine Hz.İbrahim gibi sürekli bir arayış içinde olmasını da zorunlu kılar. Çünkü Rabbimiz cemaat olmanın önemini şöyle ifade ediyor;“Ey müminler! İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler bunlar olacaklardır.”
Samimi, sadık ve ihlaslı Müslümanlardan oluşan cemaatin ortaya çıkaracağı sonuç ise kardeşlik bağı ile oluşan birlik ve beraberlik şuurudur. Bu Müslümanlar,“Allah yolunda kenetlenmiş bir yapı gibi saf bağlayarak birlikte cehd ederler.” Çünkü hayatı yozlaştıran bu ifsat düzenine karşı sadece İslam’ın, İslami bir cemaatin umut olabileceğini bilirler. Rabbim sayılarımızı arttırsın, çabalarımızı kavi kılsın inşaallah.