Mustafa Kemal’in “Hayatta en hakiki mürşid (b)ilimdir” sözü 18 ve 19. yüzyıllarda tekrarlanan klasik bir pozitivizm sloganıdır. Pozitivist felsefe ve sosyoloji, bilimsel metot ve bilgiyi hayatın merkezine alan, siyaset, toplum ve kültürü tepeden tırnağa dindışı (hatta din karşıtı) unsurlarla yeni baştan yaratmaya endekslenen bir ideoloji ve hayat tarzıdır.
Batı’yı kendisine biricik kılavuz edinen, Türk ulusalcılığı ve laiklikle temellenen Kemalist Cumhuriyet’in pozitivist perspektifi çokça tekrarlandığının aksine siyaset ve kültürde bilimsel çalışmalara yoğunlaşma hedefini fazlasıyla aşar. Öyle ki Türkün Yeni Amentüsü’nde olduğu gibi açıkça “Türkiye Cumhuriyeti İçin Ahiret Günü Olmadığına İman Eder” ve din-ahlak ve ölüm sonrasına ilişkin bütün manevi-uhrevi hesapları itibarsızlaştırır, yok eder.
İffete Karşı Ol, Hazza Müptela!
Bir cümleyle söylemek icap ederse: Ulu Önder’e de laik Cumhuriyet’e de yakıştırılan ve çıkmayacağı zannıyla yapıştırılan “ebedi/ilelebed payidar” sıfatı gökten gelen emirlere, eşyanın tabiatına ve kadere açık bir meydan okumadır. İlkel bir kibri, kof bir kudret gösterisini ihtiva eder elbette. Ama bütün bir Cumhuriyet tarihi, Kemalist ideolojiyi tahkim etmek isteyen iktidar sınıflarınca halka karşı sergilenen bu ilkel kibrin ve kof kudret gösterisinin ispatına tahsis edilmiştir.
Devletin modernleşme, aydınlanma ve ilerleme hedefi ilk elde kırsal-köylü alışkanlığı addedilen utanma duygusuna yani ‘iffet’e karşı konumlandırılmıştı. Devleti temsil eden bütün bürokratik kadroların hiçbir ayrıma tabi tutulmadan bu konumlanışta yer tutması gerekiyordu. Devlet katında Adabı Muaşeret’in ilk ve en önemli adımı kadın-erkek tokalaşmasından başlayıp dans etmenin inceliklerine kadar uzanıyordu. Kadın-erkek münasebetlerini iffet ve haram-helal sınırları değil mütekabiliyet ve fayda esasları belirliyordu.
Kendini iffet duygusuyla kayıtlamayan birey ve toplum inşa etmek için, iffetsiz bir siyaset, eğitim-öğretim, kültür ve sanat araçları devrede tutuldu. Sadece Cumhuriyet Baloları ve resmi resepsiyonlar değil bir biçimde kamusal alana hitap etme potansiyeli bulunan bütün etkinlikler laik-seküler hayat tarzıyla İslami-ahlaki değerleri ezmek ve yok etmek üzere konuşlandırıldı.
Kamusal alanı düzenleyen kuralların dini değerlere refere edilemeyeceği/edilmemesi gerektiği saplantısı karşıt bütün itiraz ve talepleri bastırmanın, yok saymanın meşru gerekçesi kılındı. İşte bunun için alkolün haram oluşundan değil fiziki, biyolojik veya toplumsal zararlarından bahsedilebilirdi. Mesela zinanın veya kürtajın haram-günah oluşundan değil iktisadi açıdan zararı veya kültürel yabancılaşmanın tezahürü oluşu gibi gerekçelerle muhalefet gerekçesi yapılabileceğinde ısrar edildi.
En uç örnekten de yola çıksak durum değişmez: Homoseksüel kişilik veya ilişkinin bireysel tercih olduğu, bu türden bireysel tercihleri haram-günah-cehennem gibi kavramlarla yargılamanın kimsenin haddine olmadığında inat edildi. Çünkü Cumhuriyetin öngördüğü muhafazakârlık hiçbir zaman dinle-ahlakla ilgili değildi. Lakin hemen her zaman için ulusal devlet ve kimliğin çıkarlarıyla ilgiliydi.
Liberalizme Selam Durma Modası
Devletin öncelikli hedefi sadece siyasetin değil toplumun, kültürün, sanatın, eğitimin de literatür ve işleyişinden haram ve helal kavramlarını söküp atmaktı. Bu sebeple pozitivist bir ideolojinin yani Kemalizmin çerçevesini muhafaza ve müdafaa etmekte askeri darbeler dâhil her türlü araçla bunu korumaya kararlıydı. Makbul vatandaşlar sadece ulus kimlikle değil onun mütemmim cüzü sayılan çıplaklık kültürü, nikâhsız beraberlik, gece hayatı, eğlence, şans oyunları, alkol ve dans tutkusu gibi modern vasıflarla kendilerini mücehhez kıldıkları oranda makbul sayıldılar.
Kürtaj, alkol, başörtüsü yasağı, andımız dayatması, resmi bayramlardaki törenlerin bir kısmının kaldırılması gibi konularda olduğu gibi kızlı-erkekli evler meselesiyle alakalı da Başbakan Erdoğan’ın öncelikli muhatabı Müslüman toplumdur. Nedeni gayet basit: Bütün bunlar ve daha fazlası İslami değerleri, insan fıtratını, toplumdaki adalet, merhamet ve iffet duygularını ezip çiğnemek ve yerine hazzı, tüketimi, ulus devlet ve kimliği yerleştirmek isteyen bir dayatmanın ürünü de onun için.
Bugün meselenin kamuoyunu ilgilendiren boyutu siyasetteki tartışma üslubu veya ortaya çıkan farklı siyaset tarzlarıyla ilişkili olmaktan, valilik veya emniyetin alacağı tedbirlerden çok daha fazladır.
“Özel hayatın dokunulmazlığı, bireysel tercih” söylemi sadece bir asırdır devlet imkânlarıyla zorbaca toplumsal mühendislik yapmış aydın ve siyasetçilerin ikiyüzlü ve samimiyetsiz tutumlarını göstermiyor tabii ki. Bir de devletin Kemalist, sosyalist veya liberal uzantıları tarafından dokunulmaz kılınan “günahkâr ve müfsit hayata” karşı lakayt ve laubali davrananları teşhir imkânı sağlıyor. Maalesef onlar iffet, namus, ayıp, haram, helal, ölüm, hesap günü, cehennem ateşi, zebaniler gibi hakikatleri hatırla(t)makla mükellef olduklarını değil de daha çok zinakarlığın, alkolizmin, cinsel sapkınlığın, teşhirciliğin teviline adamışlar kendilerini.
İffeti unutanlarla beraber iffeti unutma, hazza selam duranlarla beraber hazza selam durma modası “İslamcı Aydınlar”ın yeni trendi olmuş ki, bu şerre işaret eden en büyük musibettir. Maruf’u emretmek ve münkerden nehyetmekten azade İslamcılık/Müslümanlık, kendini gerçekleştiren kehanet gibi korkunç bir kara ütopya olabilir ancak.