Tam da unutmaya yüz tutuyorduk ki sağolsun savcılarımız yeniden hatırlattılar: Cennet vatanımızda ifade özgürlüğü yoktur.
Herkes biliyor ama ben tekrar etmeden yapamam: Hülya Avşar, bu ‘Kürt açılımı’ meselesi başladıktan kısa bir süre sonra Milliyet gazetesinde Devrim Sevimay’ın sorularını yanıtladı.
Bu ünlü sinema-TV-sahne kişisi, kendi ailesinin hikâyesinden hareketle (Babası Kürt, annesi Türk’tü Avşar’ın) Kürt sorunu konusunda, Kürt kimliği konusunda ne düşünüyorsa söyledi.
Söyleşi epey ses de getirdi.
Ama bakın bir savcımız hem söyleşiyi yapan Devrim Sevimay, hem yayımlayan Milliyet gazetesi ve hem de söyleşilen kişi olan Hülya Avşar hakkında ‘Halkı kin ve düşmanlığa teşvik’ten soruşturma başlattı.
Bu ‘Halkı kin ve düşmanlığa teşvik’ kalıbını bir yerden hatırlıyoruz, öyle değil mi? Yahu bu eski ceza kanunumuzun meşhur 312. maddesi değil mi?
Epeydir bu maddeden söz edilmiyordu, savcılar bu maddeyi işletecek soruşturmalar ve davalar açmıyordu. Veya açıyorlardı da biz pek duymuyorduk. Bakın Hülya Avşar sayesinde eski göz ağrımıza yeniden kavuştuk.
Efendim söylemesi ayıptır bu maddeden benim de üç-dört kez yargılanmışlığım var.
Herhalde ifade özgürlüğü konusunda 1000 yazı yazdıysam bugüne kadar bunların en az 600’ü bu yasa maddesi hakkındadır.
Ben Hülya Avşar’la ilgili soruşturmanın davaya dönüşmemesini umuyorum, daha doğrusu Avşar, Milliyet ve Sevimay hakkında bir dava açılmayacağını düşünüyorum ama belli de olmaz, burası Türkiye çünkü.
Bu yasa maddemiz, esasen kendisine demokrasi diyen, insan haklarına önem veren her ülkede olması gereken ve zaten de olan bir madde.
Başlıca iki amacı var. Birincisi suçu ve suçluyu övmeyi engellemek; ikincisi, ırkçılığın ayrılmaz bir parçası olan diğer etnik veya dini gruplar hakkında ‘nefret söylemi’ni engellemek.
Fakat gelin görün ki ‘nefret söylemi’ni engellemeyi amaçlayan bir ceza yasası maddesi, tam tersine etnik veya dini kimlikler hakkında konuşmayı yasaklayan bir maddeye dönüştürüldü ülkemizde. Bir konuşmanın içinde ‘Kürt’ kelimesi geçince bile bazı savcılar bu maddeden hareketle, ‘Halkı kin ve düşmanlığa teşvik ediyorsun’ deyip dava açmaya başladılar 90’ların ortalarından itibaren.
Böylesi bir durum tabii insanı çaresiz bırakıyor. Yasanın amacına uygun kullanımını sağlamak lazım ama nasıl? 90’ların ikinci yarısı ve 2000’lerin ilk birkaç yılı boyunca bu meseleye az kafa patlatılmadı. Sonunda bulunan çare ise ‘Hiç değilse mahkûmiyetleri engelleyelim’ tarzında bir çare oldu, yasa maddesine soruşturma konusu konuşmanın yapılmasıyla kamu güvenliğini ortadan kaldırmaya yönelik ‘açık ve yakın bir tehlike’ oluşup oluşmadığı kriteri mahkûmiyet kriteri olarak getirildi.
Hatırlayın, zamanında bugünün Başbakan’ı Recep Tayyip Erdoğan da, ‘Minareler süngümüz, kubbeler miğferimiz’ dediği için bu maddeden hapse girmişti. İşte bundan sonra ‘Yakın açık tehlike’ kriteri işlemeye başladı. Eğer siz konuştuktan sonra sokak gösterileri yapılmadıysa, kamu güvenliği tehlikeye düşmediyse siz mahkûm olmuyorsunuz.
Sanıyorum bu kuralın bir istisnası oldu, ünlü İslamcı yazar Mehmet Şevket Eygi, dava konusu yazısından sonra hiçbir eylem olmadığı halde (o yazıyı kaç kişinin okuduğu bile meçhuldü bana göre) yine de mahkûm oldu, Yargıtay da bunu onadı. Yargıtay, tartışmalı mahkûmiyet kararında yazarın 1968’de ‘Kanlı Pazar’ diye bilinen olaylara bir yazısı nedeniyle sebep olduğundan hareketle, ‘Geçmişte ciddi bir tehlike yaratmıştı, demek bugün de yaratabilir’ gibisinden bir kıyas yaptı. Bence vahim bir karardı bu.
Böylesi bir geçmişi olan, memleketin başbakanından tutun da binlerce gazeteci ve yazarına kadar herkesin yargılanmasına, bazılarının mahkûmiyetler almasına neden olmuş bir ceza maddesi bugün Hülya Avşar’a açılan soruşturmayla yeniden gündeme geldi.
Biz de hatırladık: Cennet vatanımızda ifade özgürlüğü hâlâ mumla aranan bir şeydir...
RADİKAL