Türkiye kamuoyu uluslararası sahada dolaşıma sokulan haberlerle hele hele resmi ya da gayrı resmi Amerika’da verilen beyanlarla çok çabuk manipüle olabiliyor. Bu manipüle oluş durumu elbette belirli oranda güç dengesiyle alakalı. Ancak burada özgüven sorununun da belirleyici olduğunu itiraf etmek durumundayız.
Son hikâye şu: Amerikan ordu birliklerine ait askeri araç gereç ve mühimmat taşıyan tırlar gayet aşikâr bir biçimde PKK-PYD birliklerinin hâkim olduğu bölgelere teslimat yapmak üzere gece gündüz demeden girip çıkıyor. Amerikan Savunma Bakanlığı Ağustos başına gelindiğinde 909 TIR içerisinde teslim edilen silahların kabaca dökümünü de yapıyor. Zırhlı araçlardan ağır makineli silah ve vinçlere, keskin nişancı tüfeklerinden tanksavar füzeleri ve kızıl ötesi lazerlerle donatılmış dürbünlere değin yüksek hareket kabiliyetli yeni bir ordu donatılmış durumda. NATO’daki stratejik müttefiki Amerika, Türkiye’ye karşı PKK-PYD’yi artık bir gerilla örgütü olmaktan çıkarıyor ve taktik bir ordu olarak tahkim ediyor. Tam da bu süreçte ve daha güçlü bir vurguyla Amerika, Türkiye’yi El Kaide unsurlarını İdlip’e yerleştirme suçunun odağına oturtma seferberliğine hız veriyordu.
PKK’yı Beslerken Türkiye’yi Suçlama Taktiği
Türkiye kamuoyunda Amerika’nın PKK-PYD’yi nasıl ağır silahlarla donatıp kendi özgül ağırlığından kat kat fazlasıyla geniş bir bölgede etkinleştirdiği epeyce konuşuluyor. Fakat bu donatıp etkinleştirme operasyonunun nasıl engelleneceği ve giderek daha büyük bir yıkım ve tehdide dönüşen Suriye krizinin nasıl bir sonuca bağlanacağına ilişkin Rusya-İran bloğuna yanaşma teklifleri dışında belirgin bir yol gözükmüyor. PKK’ya transfer edilen askeri mühimmatın 909 TIR’a ulaştığı saatlerde Amerika’nın IŞİD’le Mücadele Özel Temsilcisi Brett McGurk Washington’da katıldığı bir panel vesilesiyle Suriye meselesinin Amerika açısından nasıl göründüğünü bir kez daha beyan ediyordu.
Türkiye’yi El Kaide ve IŞİD unsurlarıyla yan yana getirerek PKK-PYD’ye alan açma stratejisi Amerika’nın Suriye ve Irak’a ilişkin en belirgin siyaseti olarak ağırlık kazanmış durumunda. Mesela McGurk’un suçlayıcı cümlelerinden şöyle sıralanıyor: “İdlib, 11 Eylül saldırılarından bu yana El Kaide’nin en büyük barınma alanı haline geldi. Bazı ortaklarımızın on binlerce silah gönderme ve yabancı savaşçılar bu bölgeye girerken yüzlerini başka tarafa çevirme yaklaşımından El Kaide çok yararlandı. Bazı IŞİD bölgelerinde sınırı nasıl kapattıysak ve kimsenin geçmemesini sağladıysak, bunu İdlib’de de yapmayı düşünebiliriz. Çünkü bu terörle mücadele hedefinde çok odaklanmamız gereken bir mesele.”
Tuhaf olan şu ki Amerika’nın bu suçlamalarına PKK-PYD’ye yaptığı devasa silah ve mühimmat yardımları hatırlatılarak ve El-Kaide, IŞİD suçlamaları birer iftira ve kara propaganda sayılarak cevap verilemiyor. Aksine suçlamalar karşısından belirgin bir biçimde panik ve kendini ispat gayretleri öne çıkıyor. Amerika’nın ‘sınır kapatma’ tavsiyesi hızla yerine getiriliyor ve Cilvegözü sınır kapısı temel bazı ihtiyaç malzemeleri dışında geçişlere kapatılıyor. Amerika’nın oluşturduğu tehdit algısına teslim olan bir Türkiye görüntüsü ve işleyişi hem Türkiye’nin hem de kardeş Suriye halkının aleyhine işlemekte. Sadece Amerika değil Rusya ve İran’ın desteğini arkasına alan Esed rejimi de Türkiye’nin son dönemde belirginlik kazanan bu çekingen, geri adım atmayı alışkanlık haline getirmiş siyasetinden sonuna kadar istifade etmekteler elbette.
İdlip’ten Türkiye’yi Kim Tehdit Ediyor?
İdlip belirli bir oranda düzene kavuşmuş durumda. Amerika’nın İdlip’i hedef haline getirmesi PKK-PYD’ye alan açma siyasetinin bir parçası olmaktan başka fazla bir anlam ifade etmiyor. Rusya ve İran’la beraber Suriye’nin hemen her bölgesini yakıp yıkan, seri halde katliamlar tertipleyen Esed rejimi de İdlip’i El Kaide ve IŞİD üssü şeklinde lanse ederek yeni bir katliama girişmek üzere zemin yokluyor. Bütün bunlar ortadayken Türkiye’nin İdlip’i ablukaya alacak girişimlerde bulunması yavaş çekim bir intihar olacaktır. Halep’in boşaltılması sonrası hemen her adım Türkiye’yi bölgeden ve meşru toplumsal dayanaklarından tecrit etmekte ve koparmaktadır.
Rusya ve Amerika açısından yaşanan çekişmede belirleyici unsur PKK-PYD’nin kime ne kadar yakın ve uzak olacağı üzerinde yaşanmaktadır. Esed’in kalması ve gitmesi meselesi veya İran’ın Suriye ve Irak’taki artan hegemonyası dahi ciddi bir ayrışmaya sebep olmamaktadır. Seküler Esed rejimiyle beraber çalışacak seküler bir PKK-PYD kantonal rejimi Suriye’deki İslami direnişi bastırmak ve kolunu kanadını iyice budamak için elverişli partnerler olarak önemini korumaktadır her iki devlet açısından da.
Türkiye’nin İdlip’e yönelik askeri bir operasyona yönlendirilmesi Amerika ve Rusya hesabına lejyonerliğe soyundurulması demektir. Türkiye İdlip’te kiminle ve niçin savaşacak? PKK-PYD’ye alan açılması için Amerika, Esed rejimi ve Şii milislere alan açılması için Rusya ve İran kurnazca ve ahlaksızca İdlip’i hedef gösteriyor Türkiye’ye. Oysa Türkiye katliam ve yıkımlardan kaçan yüzbinlerce mazlumun sığınağı İdlip’i korumak ve imar etmekle bölgeye sağlam basabilir. İdlip’te etkin olan direniş gruplarının arasındaki ihtilafları giderip makul bir çizgiyi destekleyen bir Türkiye Amerika ve Rusya’nın bölgedeki tasallutunu engelleyebilir ancak. Askeri operasyonun önceliği PKK-PYD tehdidini savuşturma ve dost direniş gruplarının desteklenmesi üzerine kurulmak mecburiyetindedir.
Yeni Akit