Türkiye için sorunlu alan ve konular hiç ara vermeksizin adeta birbirini kovalıyor. Sadece Amerika ile değil hangi düzeyde diplomatik incelikler icra edilirse edilsin Rusya ve İran’la uzlaşma arayışları da ciddi ve kalıcı çözümler üretmeye bir türlü kifayet etmiyor. Çünkü anılan hiçbir devlet gerçek manada dost ve müttefik aramıyor. Aksine tehdit ve şantajla hizaya sokulacak, öncelikli düşman karşısında bir bariyer olarak maksimum düzeyde kullanabileceği geçici partnerler peşindeler.
Amerika-Türkiye arasında yaşanan gerilimin Adalet ve İçişleri Bakanları hakkında yaptırım kararı alacak düzeyde yükselmesi ilk bakışta Brunson hakkında mahkemenin aldığı karar gözüküyor. Önemli bir etken olduğu da söylenebilir ancak Pastör Brunson meselesi mevcut gerilim ve çatışmanın Amerika tarafından zamanlamasıyla, kapsamıyla kontrollü bir biçimde tırmandırılmasına en uygun manivela olarak işlev görüyor esasen.
Katliam Olacak, Kapıları Açın!
Pastör Andrew Brunson meselesinin Suriye’de PKK-PYD unsurlarının siyasi ve askeri bir alternatif olarak bölgeye konuşlandırılması bağlamında Türkiye ve Amerika arasında ortaya çıkan gerilimden daha fazla bir ağırlığı olamaz herhalde. Aynı ağırlık ve öncelik bağlamını Türkiye’nin İsrail-Filistin krizine bakışı, Mısır’daki askeri cuntayla ilişkiler vd. pek çok mesele için test edebiliriz. Peki ama Amerika’yla gerilim yaşarken neden Rusya ve İran’la ilgili daha olumlu, daha yapıcı ve güven telkin edici bir diplomatik süreç inşa edilemiyor? Üstelik bu çarpık ve tekinsiz denklemi en çok da Suriye bağlamında yaşıyor Türkiye.
Çarpık ve tekinsiz denklem derken Birleşmiş Milletler’in Suriye Danışmanı Jan Egeland’ın son beyanına bakmak neden bahsetmeye çalıştığımız izah ediyor sanırım. BM Danışmanı Egeland “İdlip’te olası bir çatışma durumunda Türkiye’nin siviller için sınırlarını açık tutması” çağrısında bulundu dün. İdlip’te Esed rejimi, Rusya ve İran’ın katliamlarından kaçan dört milyonu aşkın insan yaşıyor. Fakat BM, Rusya ve İran’a katliamlarını durdurma çağrısı yapmak yerine Türkiye’ye sınırları açma çağrısı yapmayı tercih ediyor. Öteden beri bu tutum sürüyor zaten.
Katliamı, işgali, tehciri durdurun çağrısı yerine BM temsil ettiği devlet namına en ucuz ve en kolay fakat Türkiye için en ağır ve riskli çağrıyı devreye sokuyor hemen. Rusya’nın Kırım’ı ilhakı Amerika ve Avrupa için belli bir düzeyde sorun olabiliyor ama Suriye’nin bir baştan diğerine yakıp yıkması üzerinde çok fazla bir tartışma yaşanmıyor. Aynı durum İran için de geçerli; İran’ın Suriye, Irak ve Yemen’e ihraç ettiği etnik-mezhebi terörden ne Avrupa ne de Amerika rahatsızlık duyuyor!
İdlip’e yönelik Rusya ve İran’ın Halep’e benzer bir yıkım ve katliam planladığı bir sır değil. Rusya ve İran arasındaki ihtilaf İsrail sınırına yakınlık-uzaklık meselesinden daha öteye geçmiyor. Rusya, Suriye’de kurduğu hava savunma sistemini hemen her zaman İsrail’e açık tutuyor. İsrail’in Suriye sınırları dahilinde tüm hedefleri vurma hakkını tanıyan ve desteklen Rusya, konu Türkiye’nin güvenliği olunca ancak bir takım taktik hedefler için az biraz esneklik gösteriyor.
Astana’da varılan mutabakat çatışmasızlık bölgelerini çoğaltmak üzerineydi. Ancak hem Rusya hem de İran bu süreci Esed rejimin olabildiğince tahkim etmek ve başta Deraa olmak üzere bütün bölgelerden muhalif unsurları kazımak üzere kullandı. Türkiye’nin İdlip’te kurduğu askeri gözlem noktaları Esed rejiminin (daha doğrusu Rusya ve İran’ın. Çünkü Esed rejimi bir hayaletten ibaret. Savaşı yöneten ve yürüten kelimenin tam anlamıyla Rusya ve İran orduları.) saldırılarını engelleyen en önemli güvence pozisyonunda. Ancak Türkiye’nin askeri ve diplomatik anlamda işgal ve katliamın temsilcisi bu iki devlete karşı daha fazla ağırlık koyması gerekiyor. Rusya ve İran, süreci sadece zaman kazanmak ve şartları hem Suriyeli muhalif unsurların hem de Türkiye’nin aleyhine çevirmek için kullanıyorlar.
Rusya ve İran, Amerika’dan Farklı mı?
Rusya ve İran’ın öncelikli gündemi Türkiye’nin Suriye halkının güvencesi olmaktan uzaklaştırmak. Mesela Rusya Devlet Başkanı Putin’in Suriye Özel temsilcisi Lavrentiyev Rus İnterfaksHaber Ajansına verdiği beyanda şöyle söylüyordu: “Zamanı geldiğinde Türk askerlerinin Suriye topraklarından çekilmesini ısrarla talep edeceğiz. Günümüzde Türk askeri Azez ile Cerablus arasındaki geniş bir alanı kontrol ediyor. Ayrıca İdlib’deki çatışmasızlık bölgesinde kontrol noktalarında anlaşmalar gereği varlık gösteriyor. Tabii bu durum geçici. Suriye’de sivil halkın evlerine dönüp barış içinde yaşamasını sağlayacak şartlar oluştuktan sonra biz Rusya olarak Türk askerinin Suriye topraklarından çekilmesinde ısrarcı olacağız.” “Zamanı geldiğinde” ifadesi üzerinde hassaten durmak icap eder herhalde.
Ağustos başında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rusya’nın kontrol ettiği Tel Rifat ve Amerika’nın kontrol ettiği Münbiç’e yönelik bir çıkışı olmuştu. Rusya ve Amerika’nın PKK-PYD üzerinden geliştirdiği kuşatma siyasetine dikkat çekmiş; “Tel Rifat ve Münbiç’teki gelişmeler istenilen istikamette gelişmiyor” demişti. Hatta Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın Rusya ve İran’la süren temaslara dikkat çekmiş ve “Tel Rifat arada kalan bir konudur” demişti.
Zeytin Dalı Harekatı’nın ana hedeflerinden biri de Tel Rifat’tı oysa. Gelişmeler çok net olarak gösteriyor ki ne Amerika ne de Rusya ve İran Türkiye’yle ciddi ve tutarlı bir müttefik değil. Bölgede Esed rejimini ve PKK-PYD varlığı hem Suriye halkının hem de Türkiye’nin aleyhine besleyip büyütmek, silahlandırıp tahkim etmek üzere Amerika ve Rusya-İran arasında açık-örtülü mutabakat işlemektedir. Amerika’nın dayatmalarına karşı Rusya ve İran’ın değil stratejik taktik bir dayanak oluşturması gelişmelere uygun gözükmüyor. Aksine belli alanlarda çatışmalar yükseliyor olsa da Suriye ve Irak bağlamında kendi aralarında yaşadıkları ihtilaflar Türkiye’ye karşı anlamlı bir ağırlık ve öncelik oluşturmuyor.
İdlip’i koruyamayan Türkiye bölgedeki itibar ve nüfuzunu tümden kaybedebilir. Halep sonrası yaşanacak böylesi bir travma onarılması imkansız bir hasar oluşturacaktır. Amerika’nın ne düzeyde barbar olduğu izahtan varestedir. Ancak Rusya ve İran’ın Amerika’dan daha az tehlikeli olduğu önermesi de geçersiz ve daha önemlisi çok acı bir varsayımdan ibarettir. Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekatları’nın bölgeye huzur ve güvenlik getiren boyutları daha bir derinleştirilmeli ve genişletilmeli ki Amerika ve Rusya-İran’ın kuşatması boşa çıkarılabilsin.
Yeni Akit