İdlibli yetimler Korona ikliminde daha bir aç, daha bir yalnız

Kurban bayramı vesilesiyle İdlib’de hazır bulunan Özgür-Der Genel Başkanı Rıdvan Kaya ve Batman Özgür-Der’den Eğitimci-Yazar Şefik Sevim, duygu ve gözlemlerini Haksöz-Haber ile paylaştılar.

HAKSÖZ-HABER

Küresel ölçekli bir musibet olan korona hadisesi dünya çapında siyaset ve toplumun ana gündemi olmaya devam ediyor. Sadece ekonomi bağlamında değil, yanı sıra psikolojik açıdan da insanların genelinde bir içe kapanmayı beraberinde getiren bu hadise, toplumsal sorunlara karşı ilgisizlik zafiyetini maalesef daha bir derinleştirmiş durumda. Öyle ki; başta Suriye olmak üzere dünyanın çeşitli bölgelerinde daha bariz ve sistematik şekilde sürgit devam eden kitlesel dramlar karşısında daha önceki süreçlerde yetersiz de olsa var olan ilgi-alakanın bile koronanın oluşturduğu olumsuz hava şartları altında bir hayli törpülendiği görülüyor. Haliyle bu durum zalimlerin, zorbaların, insanlık düşmanı tiranların zulümde daha bir pervasızlaşmasını sağlıyor.

İşte İdlib’in durumu ortada…

Zalim bir despot ve onu ayakta tutmak için tüm imkanlarını seferber eden Rusya, İran vb. gibi işbirlikçiler bu ilgi kaybını da avantaja dönüştürerek İdlib’i yurt belleyen mazlumları kuşatmaya mebni atraksiyonlarına hız vermiş vaziyetteler. İnsanları korona afeti ama İdlib’deki yüzbinlerce masum ve savunmasız insanı ilgisizlik öldürüyor.

Bu olumsuz manzaraya karşın şükür ki hala da vicdanını yitirmeyen, duyarlılığını kaybetmeyen ve daha önce olduğu gibi korona ikliminde de mustazaflarla ve direnişle dayanışmak için hayırlarda yarışan kişi ve öbekler de var! İşte onlardan bir grup da Kurban bayramı vesileyle İdlib için temin edilen insani yardımın bölgeye ulaştırılması ve dağıtımına eşlik eden Özgür-Der temsilcileri oldu.

Özgür-Der, önceki zamanlarda olduğu gibi korona ikliminde de İdlib halkını yalnız bırakmadı. Bu kapsamda dernek üye ve gönüldaşlarının katkılarıyla temin edilen gıda, hijyen paketleri ve kıyafet yardımları ihtiyaç sahiplerine teslim edildi. Yanı sıra kurban hisselerini İdlibli kardeşlerine bağışlayan duyarlı insanların kurbanları da mahrum bölgelerde kesilerek nicedir et yüzü görmeyen yetim çocuklar, dul bırakılmış kadınlar, çaresizliğe itilmiş yaşlı mustazafların bir nebze de olsa yüzleri güldürüldü.

Bu yardım organizasyonuna eşlik eden heyetten Özgür-Der Genel Başkanı Rıdvan Kaya ve Batman Özgür-Der’den Eğitimci-Yazar Şefik Sevim duygu ve gözlemlerini Haksöz-Haber ile paylaştılar.

Sorularımıza cevap verme nezaketinde bulunan Rıdvan Kaya ve Şefik Sevim’e teşekkür ediyor, yanıtlarını aşağıda ilginize sunuyoruz:

*

HAKSÖZ-HABER: Dünya genelinde yaşanan korona hadisesinin İdlib’deki yansımaları nasıl?

RIDVAN KAYA: Korona hadisesinin dünya genelindeki durumla kıyaslandığında İdlib’de çok sınırlı birtakım yansımaları olmuş durumda. Çok az sayıda vakıa olduğu bilgisi mevcut. Ama bu bilgi çok da sağlıklı sayılmaz çünkü çok sınırlı sayıda test yapılabilmekte. Bu yüzden de yaygın anlamda bilinen vakıa da, buna karşı tedbir de çok cüzi düzeyde gerçekleşiyor.

Bununla birlikte yaygın bir salgın durumunun elhamdulillah bulunmadığı da söylenebilir. Eğer böylesi bir hal söz konusu olmuş olsaydı bunun somut birtakım tezahürleriyle karşılaşılırdı ama şimdiye kadar ki görüntü itibariyle telaş edilecek bir durumun olmadığı ortada. Elbette dünyadan belli ölçüde yalıtılmışlığın da etkisi olmakla birlikte, bu durumun en temelde Rabbimizin bir lütfü olduğu görülmeli. Eğer dünya ölçeğinde ortaya çıkan boyutlarıyla İdlib’de de bu salgın görülseydi, zaten son derece kötü şartlarda devam eden kamp ortamlarında insanların kitleler halinde bu hastalığa yenik düşmeleri kaçınılmaz olurdu.

Özetle İdlib’de hayat, burada ve dünya genelinde olduğundan farklı olarak korona gündeminden epey uzak şekilleniyor. Suriye halkının maruz kaldığı zulümlerle kıyaslandığında sanırım korona hadisesinin biraz basit kaldığı söylenebilir. Bu yüzden de zaten her türlü zulmü, düşmanlığı, vahşeti tatmış insanlar koronadan pek korkuyor gibi durmuyorlar.

HAKSÖZ-HABER: Salgın durumu Suriye davasına yönelik ilgiyi, sahiplenmeyi ve yardımları olumsuz etkiliyor mu?

RIDVAN KAYA: Korona hadisesinin Suriye halkı açısından doğurduğu en büyük olumsuzluk yardım faaliyetine etkisi itibariyle ortaya çıkmış görünüyor. Öncelikle dünya ölçeğinde bu salgının meydana getirdiği ekonomik krizin yardımlara olumsuz etki yapması doğal bir sonuçtur. İkinci olarak da bölgeye geçişlerin uzun süreler boyunca kapatılması ve son dönemde de ancak sınırlı bir şekilde izin verilmesinin kaçınılmaz olarak yardım örgütlerinin ve bağışçıların bölgeye el uzatmalarını zorlaştırdığı söylenebilir.

Mamafih her şeye rağmen mazlumlara yönelik destek vermeyi sürdüren, çabalarını esirgemeyen kuruluşların da olduğunun altını çizmek isterim. Bu yönüyle Türkiye’den resmi düzeyde AFAD, Kızılay gibi kuruluşların, ayrıca İslami kimlikleriyle yıllardır Suriye direnişini ayakta tutmak için fedakarca koşturan İHH, Fetih-Der gibi vakıf ve derneklerin sürdürdükleri çalışmaların bu süreçte daha da önem kazandığını vurgulamakta yarar var.

HAKSÖZ-HABER: Sizin İdlib’de bulunduğunuz süreçte Türkiye’de Suriyeli düşmanlığını körükleyen ırkçı çevreler yine boş durmadı. Hatta bu çevreler tarafından, Türkiyeli Müslümanların da katkısıyla İdlib’de inşa edilmeye çalışılan briket evler hedef gösterilerek “Şeriatkent” şeklinde tanımlandı. Suriye davası konusunda camiada yaşanmakta olan ilgi kaybına karşın ırkçı çevrelerde hızı düşmeksizin sürgit devam eden bu nefreti nasıl değerlendiriyorsunuz?

RIDVAN KAYA: Kimisi sol, kimisi sağ kimlikli ama hepsi Ümmet fikrine düşmanlıkta sınır tanımayan çevrelerin Suriyeli mücahit ve muhacirlere düşmanlıkları sapkın ideolojik tutum alışlarının bir sonucudur. Kimisi Esed isimli işbirlikçi katile ilericilik vasfı atfederek İslami harekete olan düşmanlıklarını sergilerken, kimisi de ırkçı-şoven düşüncelerinin yönlendirmesiyle muhacirlere düşmanlığı ülke savunması olarak gördüklerinden azgınlıkta sınır tanımamaktadırlar. Bunlara elbette şaşırmıyoruz, çünkü sapkın ideolojileri kendilerini İslami ve insani değerlere düşmanlığa sevk etmektedir.

Şaşırtıcı olan, kendilerine İslami sıfatlar atfedenlerin mazlumlara ve İslami kimliğe sahip çıkma hususundaki duyarsızlıklarıdır. İlkesel, akidevi bir tutum alıştan ziyade popüler-medyatik gündemler üzerinden düşünceler-eylemler şekillendiğinde maalesef ortaya bu sonuç çıkar. Sorunumuz köklü, yaramız derindir. Çare, kimliğimizi netleştirmemizden ve sorumluluk bilincini tazelemekten geçer. Allah Azze ve Celleden niyazımız; bizleri boş iddialarla yetinenlerden değil, İslam’ın izzetini taşıyanlardan kılmasıdır.

*

ŞEFİK SEVİM’İN TOPLU CEVAPLARI:

Öncelikle bütün kardeşlerimizin kurban bayramını tebrik ediyorum. Rabbimizden bu bayramımızın kardeşliğimizin pekişmesine, ilişki ve işleyişimizin insicamının bereketine vesile olmasını niyaz ediyorum.

Kabul etmeliyiz ki; yaşadığımız hayat, her zaman duygularımızı ve beklentilerimizi gerçekleştireceğimiz bir imkânı bize sunmayabilir. Yaz sıcakları ile beraber Korona virüsün hâkimiyetini ısrarla sürdürdüğü bu dönem, şimdiye kadar büyük emeklerle oluşturma çabasında olduğumuz kaynaşma, sıla-i rahim, paylaşım, iletişim gibi aidiyetimizin muhtevasını güçlendiren fedakârlık ağlarının zayıflaması gibi bir gerçekle bizleri yüzleştirmektedir. Şahitliğimiz ve sermayemiz açısından bu süreç doğal olarak risk teşkil eden bir durumdur. Bu süreç, bireysel ilişkilerimizi etkilediği gibi, ümmet arasındaki sıla-i rahim duygularımızı da zayıflatmakta. Bu durumu en fazla hisseden ise ümmetin yaralı bölgeleri olmakta.

Görünen o ki; pandemi süreci, bireyselliğe müsait günümüz insanının, maalesef bu eğilimini beslemeye uygun bir zemini oluşturmuş durumda. Sağlık gibi bir müminin temelde dikkat etmesi gereken hassas bir soruna bağlı olarak alınacak tedbirler zinciri ne kadar hikmetin gereğiyse, bu hassasiyet üzerinden paranoya düzeyinde bir izolasyon ve tedbir anlayışını hayatımızın merkezine oturtmak da o kadar hikmetsizliktir. Dolayısıyla şahitlik çabalarımızda bu dengenin göz ardı edilmemesi hayatın doğal akışının bir gereğidir. İdliB kırsalı ile ilgili son ziyaretimiz tam da bu duygusal atmosferde gerçekleşti. Gerçekten kendinizi apayrı bir atmosferde hissediyorsunuz... Kendi dertleri başlarından aşkın bir gerçekliği o kadar yoğun hissediyorsunuz ki; kamplarda yaşamaya mecbur bırakılan insanlarımızın gündeminde salgın hastalığın izine bile rastlanmıyor. Belki de tüm dünyadan doğal bir izolasyon yaşamalarının bir sonucuydu bu.

Bugün insanlarımızın çoğunun Suriye ve benzeri gündemlerdeki duygusuzluk ve kafa karışıklığı gibi zaaflara savrulmalarının temel nedeni, tenezzül buyurup bu soruna bedenen bir dokunuşta bulunmamalarıdır. Atme kampını hatta İdlib ve çevresindeki insani dramı birebir yaşayan birinin Esed ve avenelerine karşı tavır almaması düşünülemez. Eğer çağdaş Rafızilerin misyonerlik operasyonlarına ruhunu satmamışsa tabi.

İnsanın içini burkan, ölüm kokan çadır kamplar, direniş sürecinde oluşan stratejik hataları, sorgulanması gereken anlayış ve tarzları bir tarafa bırakmamızı gerektirecek kadar yakıcı insani bir dramla bizleri yüzleştirmektedir. Bu tür atmosferlerde bizi belki de adaletten saptırmayacak olan empatidir. Akrabat bölgesinde gıda dağıtımının yapılacağı savaş özürlüsü bin beş yüz kardeşimizin olduğunu öğrenmemiz ve görmemiz İdlib sahasındaki işleyişte zaaf olarak kabul edilen sorunları öncelikle gündem olmaktan çıkarıyor. Öncelikli gündem, ülkesini yerel ve küresel haramilere karşı koruyan bu ağır özürlü kardeşlerimizin acil insani ihtiyaçlarıdır.

Suriye konusundaki hassasiyetimiz, kimileri tarafından şartlarımızı zorluyoruz gibi okunabilir, kendi gözlemlerim üzerinden şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki; tarih, Suriye direnişi ile ilgili hakkaniyetli yaklaşımımızı kendi mücadele tarihimiz içerisinde takdiri hak eden bir incelik olarak kaydedecektir. Bir olaydaki haklılığımızın delili, söz konusu sorunla ilgili mümince samimiyetimiz ve istikrarlı duruşumuzdur. Haklı bir gündemin arkasında istikrarlı durmak ne yazık ki mahallemizdeki birçok öbeğin başaramadığı bir sorun. Sanki Suriye’deki mazlum kardeşlerimizle ilgili yaklaşımlardaki kafa karışıklığı da bu zaafın sonucu.

Öncelikle bir soruna ulaşabilme imkânımız oranında sorumluluğumuz da artar. Özellikle sınırımıza yakın Atme ve civar kamplara halen rahat ulaşabilme imkânımızın olması, Suriye sorunu ile ilgili en zor dönemde bile hassasiyetimizi sahada gösterme konusunda bizi haklı çıkaracak önemli bir gerekçedir. Özellikle savaş süreçlerinin oluşturduğu mağduriyetlerin doğal mağduriyetlerden çok daha yakıcı bir gerçekliği taşımasıdır. Bu sosyolojik saik de ayrı bir sahiplenmeyi gerektirmekte. Daha da ötesi bir halkın içinden neredeyse süzülmüş muhalif ve Müslüman bir kimlikle dar bir bölgeye sıkışmış bir mümin topluluğunu emanetimiz olarak görmeliyiz. Çünkü Reyhanlı’dan seslendiğimizde bizleri duyabilecek mesafedeler bu kardeşlerimiz.

Takdir edilmeli ki; bir sorunu, bir musibeti iyi okuyabilmenin yolu sahanın ruhunu, gerçekliğini tüm kalbimizle, bedenimizle ve duygularımızla hissetmemizden geçer. Kendilerinden merhametin esirgendiği bir sahaya her adım atışımız, iki boyutlu ibadi bir amele dönüşür diye düşünüyorum. Hem bizi kendi ümmet gerçeğimizle yüzleştirir, vicdani bir muhasebeye çeker ve sarsar hem de oradaki çaresiz kardeşlerimize moral ve umut olmamızı sağlar.

Aslında insanoğlunun fıtratı gereği en zevk aldığı ameller, bedel karşılığı ulaşabildiği, kazanabildiği amellerdir. Fail nezdinde de bu tür amellerin korunması ve muhafazası o oranda muhteremdir. Yüzyılımızın en vahşi katliamlarının gerçekleştiği bir savaş sahası her hâlükârda risktir. Salgın bir hastalığın dünyayı teslim aldığı bir süreçte bu tür programlar doğal olarak daha fazla risktir. Bayramlarda veya ramazanlarda gitmek ayrı bir fedakârlıktır. Ama bu hassasiyetlerimizi sürdürmek bizim geleneğimize yakışandır. Çok da bizim camianın dili değil ama, bu konulardaki başta genel başkanımız olmak üzere birçok şube ve temsilciliklerimizdeki kardeşlerimizin samimiyet ve fedakârlıkları ve bu fedakârlıkları yapmadaki zarafetleri örnek almayı hak eden bir durumdur.

Musibetlerle büyüyen bir halkın risk gibi görünen birçok sorunu sizden farklı olarak görmesini dikkat çekici bir gözlem olarak kaydetmek lazım.

İnsanoğlunun zorluklarla mücadelede ne kadar güçlü bir iradeye sahip olduğunu bu tür ortamlarda müşahede etmesi insana hem teselli veriyor hem de hayatın doğal seyrinin insanın omuzlarında nasıl da bir zemin yakaladığını fark ediyor.

Röportaj Haberleri

“Suriye’ye geri dönüş tartışması, empati yoksunu ve yersiz”
Türkiyeli bir mücahid ile Suriye devrimi üzerine…
"Solun bir kısmı mezhepçilikten bir kısmı da İslam düşmanlığından Esed'i destekliyor"
Suriye'nin korku hapishaneleri: Sednaya, Tedmur ve Suriye’nin yeni hafızası
"Suriye devrimi Türkiye'nin de zaferidir!"