Suriye’den, Filistin’den, Gazze’den, Dera’dan, Humus’tan ve dünyanın tüm mazlum coğrafyalarından yaralı çocuk görüntüleri, kan revan içinde yerde yatan çocuk cesetleri ve annelerin yüreklerimizi kavuran ağıtları, feryatları kıyılarımıza çarpıyor adeta.
Suriye sokaklarında top oynayan, ip atlayan, şeker yiyen ve balonlarını uçuran çocukların yüreği yaralanmış, kolu kanadı kırılmış gibi. Ümitleri, düşleri çalınmış ve yarınları zulme uğramış, Gazze’nin esmer yüzlü, kara gözlü çocuklarının.
Annelerinden akan sütü emmeden, annelerinin söylediği en güzel ninnileri, en güzel türküleri dinleyemeden, annelerinin şefkatli ve huzurlu elleri henüz saçlarını okşayamamışken dünyanın en gelişmiş füzeleri, silahları ve bombaları karşısında cadde ve sokaklara dağılıyor o masum bedenleri.
Ve dünya susuyor.
Ve insanlık kör, sağır ve dilsiz kesiliyor.
Dünya Çocuk Hakları Haftası’nın kutlandığı bu günlerde Suriye’de, Gazze’de çocukların kanı yeryüzüne bulanıyor. Sözde çocuk hakları ve insan hakları savunucuları zulmü seyretmekle kalıyor sadece. İnsanın aklına Irak Savaşı sırasında anne ve babası ölen ve iki bacağını kaybeden Basralı küçük Ömer’in savaş sonrası yazdığı şu dizlere geliyor.
“Sizde de barış böyle midir Mr. Franks?
İnsan hakları çocukları yetim ve ayaksız bırakır mı orda da?
Düşer mi ayın kan gölüne aksi
Güpegündüz düşer mi Pazar yerine demokrasi?”
……….
Suriye’de bu güne kadar toplamda üç binin üzerinde çocuk öldü. Bu ölümlerin 2 bin 224’ü erkek, 972’si ise kız çocuğu. Tıpkı cahiliye âdeti gibi bugün de Esed ve askerleri Suriye’nin çocuklarını modern silahlarıyla kız-erkek demeden diri diri toprağa gömüyor.
Yine Humus kentinden fotoğraflara yansıyan acı dolu, kan dolu yan yana dizilmiş çocuk cesetlerin içinde bir bebek Esed’in askerleri tarafından katledilirken annesinden kopardığı bir tutam saçı sımsıkı elinde tutuyor. Annesinden bir parça ile cennete doğru yol alıyor sanki.
Zalim Esed ve Şebbihaları çocukları öldürmekle de yetinmiyor. Esed hapishanesinde tutuklu kalmış 16 yaşında ki bir çocuğun şu ifadeleri insanın kanını donduruyor...
“Cezaevinde 6 yaşında bir çocuk dövülerek can verdi. O ölürken sanki ben ölüyordum. Ölüm, işkencelerden kurtuluş yolu olabiliyor.”
Suriye Devrim Şehitleri’nin (SRMD) açıklamasına göre, neredeyse iki yılı dolduracak olan Suriye’deki katliamda hayatların kaybeden çocukların istatiksel bilgileri tüyleri ürpertiyor. Humus 746 çocuk ölümüyle ilk sırada yer alıyor. Halep’te 561, Şam’ın banliyölerinde 392, İdlib’de 356, Hama’da 303, Der’a’da 296, Deyr’uz-Zor’da 239, Şam’da 114 ve ülkenin diğer kentlerinde ise 169 çocuk katil Esed ve Şebbihaları tarafından acımasızca katledildi. Bu çocukların 135’i bombardımanda, 272’si uçak saldırısında, 179’u ise keskin nişancı ateşiyle öldürülmüş.
Gazzeden de farklı görüntüler yansımıyor ekranlarımıza. Son bir hafta içinde onlarca çocuk İsrail’in tankları ve füzeleriyle katledildi. Nice Muhammed Durralar, 1 yaşındaki Ebu Süfyanlar, 7 yaşında ki Cemaller, 1 yaşındaki Rama El-Şandiler, 10 aylık ağzı süt kokan Hanin Tafeşler ve daha niceleri…
Dün CNN Türk’ün Medya Mahallesi programında Kuzey Veziristan’da silah eğitimi alan küçük çocuklar gündeme getirildi. Ayşenur Aslan, konuyu dini inancın oluşturduğu bir aykırılık, bir vahşilik olarak sunmaya çalıştı. Diğer programcı Akif Beki ise silah eğitimi alırken ekrana getirilen görüntüleri anlamak ve bir yere oturtmak zor diye şaşkınlığını belirtti. Şaşıracak bir şey yok. Eğer bu kişiler entelektüel konforlarına birazcık rahatsızlık katıp merak ederlerse o çocukların ilkokul yaşında niçin silaha sarıldıklarını anlarlar. O yetim kalan, öksüz kalan çocukların çaresizliklerini ve hayatlarını idame etme kaygılarını eğer bombalanan, yakılan imha edilen, katliama uğrayan Filistin, Suriye, Afganistan pratiklerinden öğrenip kavrayamıyorlarsa; o zaman bari yatalak ana-babalarını geçindirmek için veya sahipsizken var kalabilmek için hayat mücadelesine atılan küçücük çocukların romancısı Kemalettin Tuğcuyu okusunlar.
Bir de Dersim’in yetim-öksüz kalan çocuklarını düşünsünler. Anaları babaları küçücükken katledilen çocuklar direnişten vazgeçip Sıdıka Avar gibi devşirmecilerin yardımıyla Kemalist veya Esadcı, Amerikancı, İsrail muhubbi mi olsunlar… Direnişten başka seçenekleri nedir?.. Bu konuda insan olarak bizler, uçurumun kenarında iki mızrağın ucuna sıkıştırılmış küçücük kardeşlerimiz için ne yapıyoruz. Çevremizi ve dünyayı ayağa kaldırabiliyor muyuz?
Ve bir kere daha sormalıyız. Gazze’de, Suriye’de ölen çocuklar mı? Yoksa bizim insanlığımız mı? Bilemiyorum. Ancak bildiğimiz ve gördüğümüz bir şey var ki, İsrail’den, İsrail’in tanklarından, tüfeklerinden, korkmuyor Filistin’in direngen çocukları. Sapanlarıyla ve taşlarıyla “Allahu Ekber” şarkılarını söyleyerek ölüme meydan okumaya devam ediyorlar tüm dünyanın gözleri önünde.
Ve Suriye’nin küçük mücahitleri. Dünya onları ve onlara yapılan zulümleri bir film izler gibi izlese de Der’a’nın işkeceler altında öldürülen küçük çocukları veya İdlib’in direnen küçük çocukları tüm dünyaya inanç, sabır ve kararlılıklarını göstererek, zafer işareti yaptıkları şahadet parmaklarıyla ve şu sloganlarıyla Esed’e ve tüm yeryüzünün azgınlaşmış insanlarına var güçleriyle haykırıyorlar.
“Nahnu la nesteslimu… Nentaziru hatta nemute!”
“Biz teslim olmayız; ölene kadar bekleriz!” (Kafranbel-İdlib)
MİLAT