Yasin Aktay, Yeni Şafak gazetesinde yazdığı yazıda Rusya, İran ve Esed güçlerinin vahşi saldırıları altındaki İdlib’teki halkı terörist göstererek yapılan katliamları aklamaya çalışan zihniyeti yorumluyor:
Dilinden barış kelimeleri dökmenin bir maliyeti yok, kimsenin laf muhasebesi tuttuğu yok nasılsa.
Ancak gece gündüz barış diyenlerin, Libya’da silahlı mütecaviz bir gücün adım adım, katliamlar yaparak, sivilleri sindirerek meşru yönetimi yavaş yavaş yok etmesi karşısında hiçbir şey yapmıyorlardı. Bu esnada saldırıya maruz kalan taraf bütün dünyaya sesini imdat çığlıklarıyla duyurmaya çalışıyordu. Türkiye bu imdat çağrısını duyup yetişmese gerçekten ortada Trablus yönetimi de kalmamış olacak ve böylece fiilen de bir darbeci-eşkiyanın ezici hakimiyetiyle temin edilmiş bir barış ortamı oluşmuş olacaktı; arkasında onbinlerce insanın kanı ve yaşayan insanların en temel insan haklarından yoksunluklarıyla temin edilmiş bir barış.
Türkiye barışın anahtarı rolünü oynarken aynı zamanda her tür barış ortamını ifsat eden zulüm, insanlık dışı uygulamalar ve katliamlar karşısında insanlığın kuruyan vicdanına su serpen tavrı da ortaya koymuş oluyor. İnsanlığın çoraklaşan, çölleşen, kuruyan vicdanına yağmur oluyor Türkiye bu tavrıyla. İnsani yardım alanında uzun bir süredir dünyanın ilk sırasında yer alıyor.
Bunu Libya’da da gösterdiği gibi, Somali’de de, Afganistan’da da, Irak’ta da, Suriye’de de gösteriyor. Bütün bu sorun bölgelerinde başka aktörlerin rolüyle Türkiye’nin rolü arasında son derece bariz bir fark var. Türkiye sorun oluşturmaya değil, sorun çözmeye, savaşmaya değil barıştırmaya, sorunu derinleştirmeye değil hafifleştirmeye gidiyor her yere ve bulunduğu her yerde bu özelliğiyle karakteristik bir veçheyle temayüz ediyor.
Son günlerde herkes Libya’ya dikkat kesilmişken yanıbaşımızda İdlib’te de herkesin karakterine uygun davranışına şahit oluyoruz. Kurtlar bulanık havayı fırsat bilip sahaya inerken, Rusya ve Suriye rejimi, güçlerini yine masum, sivil, savunmasız insanlar üzerinde göstererek insanlık suçlarına suç katmaya devam ediyorlar. Artık o kadar alışıldı ki, kimse Rusya’dan veya Suriye’den insan haklarına bir nebze saygı beklemiyor.
Suriye’dir ne yapsa yeridir diye bakılıyor. Rusya’dır, insanlıktan nasılsa nasibi yok, bir terörist öldürmek için bin sivilin canına, malına, huzuruna kast edebilir.
Bu arada aslında hedef aldığı teröristi de vuramadan kaçırmış olabilir ve olan sadece sivil, çoluk çocuk, masum, savunmasız insanlara olur.
Bunun için sorumsuzca ve keyfi biçimde devreye soktuğu savaş makinalarından kaçan onbinlerce insan Türkiye’nin sınırına dayanmışken biz de dönüp Rusya’ya veya Suriye rejimine dur diyeceğimize bu mültecileri AB’nin neden almadığını söylüyoruz. Oysa göçe sebep olan Rusya, İran ve Suriye’nin kanlı zalim miadını doldurmuş rejimidir.
Tabi herkes kendi meşietine, mizacına, karakterine göre davranır ve biz de buna o kadar alışıyoruz ki, Rusya, Suriye ve İran’dan insan haklarına saygı beklemiyoruz. Onların karakterinde artık katliam var, zulüm var, insan haklarına saygısızlığın had safhası var.
Tıpkı artık maalesef Kılıçdaroğlu’ndan da olup bitenleri bir nebze anlayıp, anladıktan sonra varsa bir nebze vicdanını devreye sokup olayı değerlendirmesini beklemediğimiz gibi. İdlib’den kaçarak Türkiye’ye gelenlerin tamamının “eli kanlı terörist” olduğunu söyleyiverdi. Bunu söylediği saatlerde bir gün içinde üç evladını kaybetmiş bir babanın feryatları ayyuka çıkıyordu da Kılıçdaroğlu’nun kulaklarını bulamıyordu bir türlü. Esra Elönü’nün hissettiği ve yürek dağlayan mazlum çığlıklarını ifade eden soruları, bulabildi mi mi acaba Kılıçdaroğlu’nun kulaklarını?:
“Ölmüş babasının ayakkabısını giyip çamurlar içinde ağlayan İdlip’li çocuk mu terörist?
Kurtardığı kedisine sarılıp vatansızlığına ağlayan nur yüzlü teyze mi terörist?
Annesi öldüğü günden beri onun ördüğü saçları bozulmasın diye saçlarına dokundurtmayan kız çocuğu mu terörist?
“Ben altında öldüğüm ağacın zeytiniyim’ diyerek tane tane ölen Erva mı terörist?”
Evet herkes kendi mizacına göre davranır da, biz herşeye rağmen bu mizaca alışamıyoruz, kanıksayamıyoruz, normal göremiyoruz.
Kılıçdaroğlu’na Ervaları, çamura bulanmış ayaklarıyla ağlayarak hayata tutunmaya çalışan çocukları, kedisine sarılıp vatansızlığına ağlayan nur yüzlü teyzeleri, annesini, kardeşlerini, babasını kaybetmiş, şu yaşta dünyanın yükünü sırtlamış çocukları “eli kanlı terörist” gösteren hastalığın ne olduğunu merak ediyoruz. Nasıl bir ideolojidir, nasıl bir kalın göz perdesidir, nasıl bir kin ve adavettir?
Bu ideolojik şartlanmışlığın ardından kendi çocuklarına, torunlarına ayıracak kaç zerre insanlık, kaç gram merhamet, kaç gram şefkat kalıyor?
Hele merhametten yana bu kadar sefil bir siyaset Türkiye’ye, dünyaya, kendi çocuklarına ne vaat edebilir?
Fırsatını bulduğunda çocuklarda eli kanlı terörist gören bir Esad’a, bir Sisi’ye, bir Rus ve İran mezaliminin hizasına yazılmaktan başka ne?..