Bingöllü Müslümanlar Özgür- Der Bingöl öncülüğünde Esed-İran-Rusya şer bloğunun İdlib’i işgal girişimlerini tel’in etmek ve İdlibli Müslümanlarla dayanışmak için Dörtyol Saat Kulesi önünde bir araya geldi.
Basın açıklamasının sunumunu yapan Erhan Ozan açılış konuşmasına İbrahim Suresi’nin 42. Ayetiyle başladı.
“(Resûlüm!) Sakın, Allah'ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Ancak, Allah onları (cezalandırmayı), korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor.”
Suriye’de yıllardır barış ve ateşkes görüşmelerine rağmen zulüm ve katliamların devam ettiğini belirten Ozan, üç gün önce de Rusya İran ve Esed şer güçlerinin İdlib kentine düzenledikleri hava saldırıları sonucunda birçok yaşlı, genç ve çocuğun katledildiğini ve birçok insanın yaralandığını ifade etti.
Erhan Ozan’ın yaptığı açılış konuşmasının ardından, Özgür-Der Bingöl Şube Başkanı Yusuf Boğatekin basın metnini okudu. Program basın açıklamasının artından Nurettin Tutkal’ın yaptığı dua ile sona erdi.
Basın açıklamasının tam metni:
HALEP’TE KANAYAN VİCDAN, İDLİB’DE ÖLMESİN!
Halep’in düşmesinden sonra sıranın İdlib’e gelebileceği kaygısı şu günlerde gerçeklik kazanmaya başladı. Suriye’de dikkatler İdlib üzerine yoğunlaşmış durumda. Şam’ın Doğu Guta bölgesi ve güneydeki Dera kentinden sonra Esed rejimi muhaliflerin özgürleştirdiği son bölge olan İdlib’de de askeri tahakkümünü tesis etmek ve Suriye halkının özgürlük ve adalet çığlığını tümüyle bastırmak üzere saldırıya hazırlanıyor.
Yeri geldiğinde barış severlik maskesi takmayı da ihmal etmeyen zalimler her fırsatta gerçek yüzlerini ortaya koymaktan haya etmedi, etmiyor. İşte Rusya; daha düne kadar Astana’da İdlib’de “çatışmasızlık” anlaşmasını öngören birçok sözleşmeye taraf oldu. Ama aynı Rusya taraf oluyor göründüğü bu anlaşmalara hiçbir zaman bağlı kalmadı. Zalim Esed rejimi ve işbirlikçisi İran’ın Halep’ten sonra İdlib’e yönelen işgal ihtirasını çeşitli hesaplarla bir süreliğine geciktirmiş olsa da şimdi İdlib’i işgal harekatına ön açıcı hamlelerde bulunmaktan çekinmiyor. Ve bunu yaparken ABD ile yaşadığı gerilimden de istifade ederek İdlib’de muhaliflerin garantörü Türkiye’nin gözünün içine baka baka saldırılar gerçekleştiriyor.
Rusya neden çatışmasızlık anlaşmalarına rağmen İdlib’e saldırıyor? İşgalci Rusya için bahane çok. Nitekim Suriye meselesinin başından beri zalim Esed’in etkisiz kaldığı her durumda Rusya bu despota açık açık arka çıkmaktan çekinmedi. Son birkaç yıldır ise Esed zalimi ve onun babadan oğula devredilen zulüm düzenini koruyup kollamak için arkasına sığınmadığı bahane kalmadı. Bugün İdlib’e yönelik saldırı ve işgal harekatı düzenlemedeki bahanesi ise “HTŞ”. Ve bu bahaneye tutunan yerli işbirlikçiler de Türkiye halkının zihnini çelmeye, Suriye meselesinin özünü bulandırmaya, dün “IŞİD”i olduğu gibi bugün de “HTŞ” bahanesine dikkat çekerek adeta sıtmayı gösterip ölüme razı etmeye çalışıyorlar.
HTŞ bahanesini ileri sürerek İdlib’de “terörle mücadele edildiği” ve Türkiye’nin de artık Esed rejimiyle anlaşması gerektiğini söyleyenler yalan söylüyorlar! Şayet iddia ettikleri gibi Esed-İran-Rusya şer bloğu açısından İdlib’deki sorun “terör” sorunu ve bununla anılan “HTŞ” olsaydı o zaman yedi yıldır tüm bu zulümler neden yapıldı diye sormak gerekmez mi? Hâlbuki gerçeği görmek isteyenler için Suriye’de ve dolayısıyla İdlib’de sorun hiç de “terör” meselesi değil. Ve bugün İdlib’i işgal etmek üzere gün sayanlar da kirli yüzlerini ilk kez açık etmiyorlar. Tam aksine bu güçler daha Suriye direnişinin barışçıl gösterilerle başladığı ilk bir yılda da olayların üzerine “terörle mücadele konsepti” ile gittiler. Bırakalım HTŞ’yi, hiçbir silahlı unsurun olmadığı o günlerde de Esed-İran-Rusya koalisyonu adalet ve özgürlük talebiyle meydanları dolduran halkın meşru taleplerini ezme girişimlerini “terörle mücadele” kılıfına uyduruyor ve dünyaya böyle pazarlıyorlardı. İlerleyen zamanlarda ise mızrak çuvala sığmayınca bahaneleri arttı; günü geldi bunun adı “IŞİD” oldu, günü geldi IŞİD ile hiçbir alakası olmayan “Nusra”. Ve bugünkü bahanenin son adı da “HTŞ”. Peki, mesele “HTŞ” ise o zaman “Dün Halep’te, Guta’da, Duma’da HTŞ mi vardı?” diye sormak lazım değil mi?
Dün Halep’te, Doğu Guta’da, Duma’da çeşitli bahaneler ileri sürerek bu bölgeleri adalet ve özgürlük talebiyle ayağa kalkmış Suriye halkının başına yıkmak isteyenler kana doymamış olacak ki bugün gözlerini İdlib’e dikmiş vaziyetteler. Nitekim Halep dramı sürecinde mazlumların kanı üzerinde zafer naraları atanlar sıranın İdlib’e de geleceğini dillendirmekten çekinmiyorlardı. Yani sıranın İdlib’e geleceği Halep’in düşüşünden belliydi. Hâsılı 3,5 milyonluk İdlib’de meselenin belirli bir örgütle özdeşleştirilen “terör”ün değil bizatihi Suriye halkının adalet ve özgürlük mücadelesine son darbeyi indirmek, direniş iradesini tamamen ezmek ve teslim almak olduğu çok açık.
Şimdi sorulması gereken soru şu: Kendisine “küresel sorun çözücü” payesi biçmiş uluslararası toplum Suriye’de tam yedi yıldır sergilenen bu canavarlığın sürgit devam etmesine tepkisiz mi kalacak? Zalimlerin dün Arakan’da, Çeçenistan’da ve mazlum İslam coğrafyasının daha birçok bölgesinde işledikleri cinayetler yanlarına kâr kaldı; ehl-i vicdan ve ehl-i barış geçinen güçlerin ölgün bakışları arasında medeniyet şaheseri nice belde yerle bir edildi, nice çocuk sakat ve yetim bırakıldı, nice ananın feryad ü figanı göklere erişti; şimdi İdlib’de de aynı utanç tekrar mı edecek? Ellerinde zalimin zulmünü durdurma imkanı olanların artık üç maymunu oynamayı bir yana bırakıp Suriye’de işlenen insanlık ayıbına bir son vermesi lazım. Batının kendisini nispet ettiği evrensel değerlerle tutarlı olmak adına, dün Haleb’in düşüşü esnasında sergilediği pasif tutumu bir yana bırakıp İdlib’de caydırıcı bir tepki ortaya koyması gerek. Nasıl ki dün Halep’te düşen sadece Halepli olmanın ötesinde bizatihi insanlık onurunun kendisi idiyse, yine bugün de İdlib’in düşmesi durumunda kaybeden yalnızca İdlibli değil tüm insanlık olacaktır. Dolayısıyla Halep yarası daha kabuk bağlamamış iken üzerine gelen İdlib sancısı karşısında duyarlı olması, Halep ayıbının tekerrür etmemesi için etkili bir tepki ortaya koyması gerekmektedir.
Gerçek şu ki; zalimin zulmünü uzatan sadece mazlumun acizliği değil aynı zamanda zalime dur diyebilecek güçte olduğu halde bunu yapmaktan geri duranların pasifliğinin rolü de büyüktür. Zulüm ise insanlığa yakışmaz, hele temel şiarı adalet olan mümine hiç mi hiç yakışmaz. Görünen o ki yedi yıldır Suriye’de yürürlükte olan zulüm-adalet savaşımı bugün İdlib’de bir yol ayrımına gelmiş bulunmaktadır. O halde insanlık vicdanı bir kez daha kanamadan, Halep utancı yeniden yaşanmadan ve kaybedenler zümresinden olmamak için vicdan sahibi her kişi-kesim ve yönetimin adaletten yana tavır belirlemesi gerekir.
Halep’te düşen insanlık onuru, İdlib’de ölmesin!
İdlib düşerse sen, ben, o; insanım diyen herkes düşecektir!
İdlib kaybederse insanlık kaybedecektir!