Ömer Kılıç’ın yerel yayın yapan Çorum Hakimiyet gazetesinde yayımlanan yazısını ilginize sunuyoruz:
İDLİB İZLENİMLERİ: SINIRA DAYANAN ÇARESİZLİK
Bir süredir hep aklımda olan İdlib'e gitme fikrini nihayet geçen hafta gerçekleştirme fırsatını buldum. İHH'nın topladığı on üç tır yardım malzemesini sınır ötesinde oluşturulan kamplara ulaştırmak için geçen hafta önce Reyhanlı'ya, orada bir gece kaldıktan sonra İdlib bölgesine giriş yaptık.
Geceyi geçirdiğimiz Hatay'ın Reyhanlı ilçesi, yerli nüfusundan daha fazla Suriyeli ile birlikte iki yüz binin üzerinde bir nüfusu barındıran sınırın hemen yanında büyük bir yerleşim merkezi. Reyhanlı denildiğinde tabii olarak 2013 yılında 52 kişinin katledildiği 146 kişinin yaralandığı bombalı araç saldırısını hatırlamamak imkansız. O yıllarda Esed rejiminden kaçanlara kapıları açması nedeniyle Türkiye'yi cezalandırma amacı güden bu vahşi cinayeti, Hatay doğumlu bir Nusayri olan ve Suriye rejimi adına faaliyet gösteren Mihraç Ural'ın liderliğini yaptığı THKP/C'nindüzenlediği anlaşılmıştı. Hatta saldırının planlayıcısı Yusuf Nazik isimli yine Türkiye vatandaşı şahıs, geçtiğimiz yıl MİT'in başarılı bir operasyonu ile Suriye'de, hem de rejimin kalesi olan Lazkiye'de yakalanarak getirilmişti.
Reyhanlı'da gece kaldığımız İHH'nın yetim köyünde gece geç saatlere kadar kendilerini dinleme imkanı bulduğumuz, gelen yardımları sınırın diğer tarafına düzenli şekilde aktaran İHH ve diğer yardım kuruluşu görevlilerinin anlattığı kadarıyla, Reyhanlı bu yaranın acılarını sarmış. Öyle ki, kendi nüfusundan daha fazla Suriyeli barındırdığı halde Kilis ve diğer bölgedeki birçok il/ilçe gibi bu durumdan şikayetçi olmayan bir ilçemiz. Yüzyıllarca aynı devletin sınırları içinde yaşayan Türk, Kürt, Arap halklar, geçen yüzyılın başında araya çizilen ulusal sınırlar tarafından resmiyette ayrılmış olsalar da, fiiliyatta ilişkiler bir biçimde sürdürülmüş olduğu için, bugün yaşanan durum bölge halkının büyük çoğunluğu tarafından çoktan kabullenilmiş durumda. Göçün neden olduğu nüfus patlamasının yarattığı onca sıkıntıya rağmen, bölge halkı Suriyeli muhacirlere bizim gibi uzakta olanlardan çok daha anlayışlılar.
Gece kaldığımız yer, sınırda İHH ile Katar merkezli yardım kuruluşu olan RAF'ın birlikte inşa ettikleri yetim köyü. Burası, içinde her biri 18 öğrencinin kalabileceği son derece lüks denilebilecek ikişer katlı binaların, okulların, spor salonlarının, cami ve diğer sosyal mekanların bulunduğu, toplam bin civarında yetim öğrenciyi barındıran tam bir kampüs. Öğrencilerin bir kısmı sürekli burada kalırken, bir kısmı Reyhanlı merkezde yaşayan Suriyeli ailelerin çocukları taşıma usulü ile getirip götürülerek geleceğin Suriye'sini inşa edecek çocuklar burada yetiştiriliyor.
Bu çocukların Türkiye'nin bu yaptıklarını unutmaları mümkün değil. Zira Türkiye komşuluğun ve kardeşliğin gereğini yerine getirirken, birinci amacı bu olmasa bile bu ülkeye büyük yatırım yapıyor. Bir gün savaş sona erer de-ki bitmeyen savaş yoktur-Esed'siz bir Suriye kurulursa Türkiye'nin bugün yaptıklarının ne kadar önemli olduğu o zaman anlaşılacaktır. Biz görür müyüz bilmem ama bugün içerde iktidarın Suriye politikasını haksız ve acımasız bir şekilde eleştirenlerin yanlış tarafta durduğunu tarih mutlaka kaydedecektir.
Sabah kalktığımızda Türkiye'nin askeri bölge ilan ederek sevkiyat yaptığı Serakip bölgesine Rusya güdümündeki Esed rejiminin saldırdığı haberini aldık. Sınırı geçtikten sonra telefonlar çekmediği için gün boyu kayıplarla ilgili sağlıklı bilgi almak mümkün olmadı, dedikodu mahiyetinde bazı bilgiler dolaştı durdu. Bölgede herkesin gözü kulağı Türk askerinde. Türkiye'ye o kadar bel bağlamışlar ki, Astana mutabakatıyla oluşturulan gözlem noktalarının adeta bir güvenli bölgenin sınırlarını çizdiğini düşündükleri için özellikle Maarat el Numan ilçesinin düşmesine müdahale edilmemesi büyük hayal kırıklığı yaratmış. O yüzden askeri bölge ilanı ve yapılan sevkiyat coşkuyla karşılanmış.
Bizi Cilvegözü sınır kapısından geçirecek arkadaşlarla buluştuktan sonra İHH ve Bursa merkezli Fetih-Der'in depolarının bulunduğu yere gittik. Gelen yardımlar önce buradaki depolara indiriliyor, buradan da ihtiyaca göre bölgelere sevk ediliyor. Emek ve fedakârlık isteyen çok büyük bir organizasyon gerçekten. İşin en kolay kısmının bağışta bulunmak olduğunu insan sahadaki çalışmayı görünce daha iyi anlıyor. Suriyeli çalışanlar tarafından hazırlanan Suriye usulü kahvaltı sofrasında (kahvaltı ile öğle yemeği karışımı bir sofra) karnımızı doyurduktan sonra önce bir kurban kesim merkezine uğradık. İHH kurbanlarının kesim işi gerçekleştirildikten sonra sabah Halep kırsalından gelen ve üç yüz aileden oluşan bir sığınmacının bulunduğu Sarmada bölgesine geçtik. Burada İstanbul'dan gelen Özgür Der Genel Başkanı Rıdvan Kaya ve Genel Sekreter Musa Üzer'in de katıldığı, içinde yağ, pirinç, bakliyat, salça gibi temel gıda maddelerinin bulunduğu bir gıda paketi ve ikişer torba zeytin çekirdeklerinin sıkıştırılmasından elde edilen kömür yerine yakacak olarak kullanılan pirin adı verilen yardım dağıtıldı. O gün dağıttığımız bu yardım aileye göre iki ila üç gün arasında ancak yetiyormuş.
Reyhanlı'nın bulunduğu yer son derece tarıma elverişli bir ova iken Cilvegözü sınır kapısından Suriye tarafına geçtikten hemen sonra tamamen taşlık, kayalık bir arazi yapısı ile karşılaşıyorsunuz.
TV'lerde en çok gösterilen ve yağışlı havalarda çamur deryasına dönen Atme kampı buraya göre biraz daha kuzey doğuda kalıyor. Burası dediğim gibi kayalık bir bölge. Çok sık olmayan zeytin ağaçları ile kaplı bu dağlık bölgede yer alan köyler, doğudan gelen göçler nedeniyle büyük birer kasabaya dönüşmüş, dağ tepe her yer sığınmacılar tarafından iskân edilmiş durumda.
İHH, Kızılay, Afad ve diğer yardım kuruluşlarının inşa ettiği daha düzenli köylerin dışında, gözünüzün görebildiği tüm alan naylon ve bez çadırlardan oluşuyor. Bir yandan da çadırlarının hemen yanında biriketten, taştan evlerin yapımı aralıksız devam ediyor. Tabii elektrik ve su yok, kanalizasyon var mı şeklindeki bir soru herhalde çok gereksiz olur. Bizim orada olduğumuz gün hava mevsimine göre çok güzeldi ama gecelerin o bez çadırlarda ne kadar soğuk olabildiğini tahmin etmek zor değil. Yazın ise o kayalar ısındığında elli dereceyi geçen sıcakta burasının nasıl bir cehennem olacağını tahmin etmek de zor değil.
Burada bir yerden başka bir yere ulaşmak hakikaten kolay değil. Yollar adeta insan ve araç seli. Binlerce üstü açık pikap ve kamyonet, üzerilerinde yatak battaniye ve alelacele yüklendiği her halinden belli mutfak eşyaları ve kadınlar ile çok sayıda çocuk görmek mümkün.
Ekranlardan da sıkça gördüğümüz, rejimin hiçbir şekilde hedef gözetmeksizin yerleşim yerlerinin üzerinde bıraktığı varil bombalarından kaçan ama nereye gideceğini bilmeyen adeta bilinçsizce oradan oraya koşuşturmaya çalışan insanlar. Yine kamyonetlere göre ulaşım üstünlüğü sağladığı için çok tercih edilen on binlerce motosiklet. Kimin nereye gittiğini anlamanın imkânsız olduğu inanılmaz bir trafik yoğunluğu. Çoğu yerde toprak yollar zaten son derece bakımsız, yağmur yağdığında çamurdan, yağmadığında tozdan hız yapmak imkânsız ama bizim acar rehberimiz Fetih-Der'den Yılmaz, direksiyonda o kadar maharetli ki, içinde bulunduğumuz aracı neredeyse diğer araçların üzerinden aşıracakmış gibi hızlı hareket ediyordu ama buna rağmen bazen dakikalarca tıkanan yolun açılmasını beklediğimiz de oldu.
SULTAN ABDULHAMİD HAN YETİMHANESİ'NDE
Öğleden sonra Özgür-Der ile Fetih-Der'in birlikte inşa ettikleri giderlerini birlikte karşıladıkları Sultan Abdülhamit Han Yetimhanesi'ni ziyaret ettik.
Bir nizamiye kapısından geçtikten sonra girilen yetimhane tümüyle babaları cephede şehit düşen çocuklar ve onların annelerinin barındığı bir yer. İçeri girer girmez bizi karşılayan çocuklar, dilinizi bilmeseler de gözleriyle her şeyi anlatıyorlar, Esed'in zalimliğini, dünyanın vicdansızlığını, acımasızlığını, yetimliği, yoksulluğu, çaresizliği her şeyi.
Savaşın getirdiği tüm felaketlere rağmen çocukların eğitimi konusunda gösterdikleri hassasiyet geleceğe hala ümitle baktıklarının bir göstergesi. Okulun müdürü bir binanın bodrum katındaki derslikleri gezdiriyor bize. Öğle arası olduğu için çocuklar bahçede oynuyorlar. Oldukça kısıtlı imkânlar, sınıfların bir köşesinde küçücük bir soba var ama hava iyi olduğu için bugün yakmadıklarını söylüyor müdür, ama yakılsa bile o sobalar kendini zor ısıtır gibi geliyor bana.
Erkek çocukları 12 yaşından sonra buradan alınarak başka yerlerdeki yatılı okullarda eğitimlerinde devam ediyorlar. Yetimhanenin içinde bulunan ama o günlerde çalışmayan fırını gezdiriyor rehberimiz, iki aydır un gelmediğinden dolayı çalıştıramadıklarını, o yüzden şimdilik ekmeği dışarıdan temin ettiklerini, un geldiği anda fırını çalıştıracaklarını anlattı.
ŞEHİT MUHAMMED MURSİ KAMPI
O gün son ziyaret yerimiz yine Özgür-Der ve Fetih-Der işbirliği ile inşa edilen Şehid Muhammed Mursi Kampı oldu. Burası İdlib'in Akrabat bölgesinde üç yüz dönümlük bir arazi üzerinde kurulan, yine tamamen şehit ailelerinin kalabildiği bir yerleşim yeri. Burada da çocuklar karşıladı bizi, tamamı babalarını savaşta kaybetmiş bu çocuklar baba özlemiyle olmalı ki, elimizi tutan bırakmak istemedi. Kamp ziyaretimiz boyunca bize daha yakın olabilmek için birbirlerini itekleyerek yanımızdan ayrılmadılar.
Kamp büyük bir hızla inşa edilmeye devam ediliyor. Tamamlanan evlere aileler yerleştirilmiş, bir kısım aileler ise tamamlanacak evlere yerleştirilmek üzere naylon çadırlarda yaşamaya devam ediyorlar. Ev diyorum ama bizim evlere bakıldığında aslında evden çok barınak, sığınak demek daha doğru olur. Fakat naylon çadırlara bile çoktan razı olan, bunu dahi bulamadığı için zeytin ağaçlarının altında çocuklarını battaniyelere sararak dondurucu soğuklardan korumaya çalışan bu insanlar için bunlar lüks, hem de epeyce lüks daireler.
Her ev toplam 25 m2'den oluşuyor. Bir oda, mutfak ve tuvalet/banyodan müteşekkil evler, yan yana beş, sırt sırta ikişerli olarak sıralanan ve her biri 10 meskenden oluşan bloklar halinde inşa ediliyor. Her bir bloğun maliyeti ise 4.500 dolarmış. Göç devam ettiği için her gün yeni aileler geliyor. Biz oradan ayrılmak üzere iken bir pikap içinde toplam onbir kişiden oluşan iki yeni aile geldi ve kamp sorumluları bu iki aileyi inşa halindeki evlerden biri bittiğinde oraya taşınmak üzere, rutubetten dolayı ıslak gibi görünen, zemini beton bir çadıra yerleştirdi. İçlerinde genç kızların da olduğu bu on bir kişi, benim gördüğüm o çadırda bırakın yatmayı, oturacak yer buldularsa iyi. Burada bu kadar insan nasıl yaşar ya rabbi, bu şartlara kaç gün dayanır, kundaktaki bebekten evlilik yaşına gelmiş gencecik kızlar. Ya o anneler bu yükü nasıl taşır, düşünmesi bile insana azap veriyor. Tercüman vasıtasıyla biraz konuşturmak istediğimiz anneleri, eşinin şehit düştüğünü, Esed'in son olarak ele geçirdiği Maarat el Numan'dan kaçtıklarını anlattı ağlayarak.
SON OLARAK
Suriye ile ilgili ideolojik husumetle hareket edenlere, İdlib'den bir milyon terörist ülkemize girmek için sınırımızda bekliyor diye düşünenleri Allah'a havale etmekten başka diyecek bir sözümüz yok,. Burada gördüklerimiz gerçekten yüreklerin kaldırabileceği gibi şeyler değil. Çok büyük çoğunluğunu kadın ve çocukların oluşturduğu milyonlarca insan, Rusya ve İran destekli rejimin saldırılarından kaçarak sığınabilecek bir delik ararken, bu insanlara ayrım bile yapmadan terörist damgası vurmak insanlığın dip noktası olmalıdır. Üstelik bu vahşet dokuz yıldır devam ediyor, rejimin işlediği cinayetler, işkence ve tecavüzlerle ilgili binlerce on binlerce belge, fotoğraf, video ortada dolaşırken hala Esed'in meşruiyetinden bahsetmek, bu adamla barışmaktan, anlaşmaktan söz etmek en hafifinden bu işkence ve tecavüzlere ortak olmaktır. Babasından aldığı yarım yüzyıllık diktatörlüğünü sürdürebilmek pahasına halkının yarısını yok etmeyi göze almış bir caniyi destekleyebilmek için vicdanı, merhameti bir kenara bırakmak gerek. Kim ne derse desin Türkiye iktidarıyla halkıyla bu imtihanda büyük bir başarı sergiledi.
Beşşar Esed iç savaşın başladığı yıllarda "Ben kalırsam Tayyip gider" diyerek dünyaya kendisinin desteklenmesi gerektiğini söylemişti. Bölgede meydana gelen her olayı Türkiye merkezli okuyan komploculardan değilim ama bu zalim küresel sistemin nazarında Türkiye'nin herhangi bir Ortadoğu ülkesi gibi görülmediğine de kuvvetle inanırım. Tarihiyle coğrafyası ile etkileyeceği, harekete geçirebileceği çok büyük bir hinterlanda sahip bir ülke Türkiye. Son yıllarda gücünün çok üstünde bir misyon üstlenerek yaptığı çıkışların, meydan okumaların soyguncu düzenin ağababalarını çokça rahatsız ettiğinden eminim. Değilse Bosna'da üç yıl süren iç savaşta iki yüz bin insan öldürüldüğünde Sırp katilleri cezalandıran sistem, Suriye'de bundan kat kat fazla cinayet işlendiği, kimyasalından varil bombasına kadar kullanılmayan silah kalmadığı halde hala dönüp ciddi bir kınama dahi yapmıyorsa burada temel etken, Esed rejiminin yıkılmasının başta İsrail'in güvenliği olmak üzere bölgedeki diğer kukla rejimlerin de sonunu getireceğine inanılıyor olması.
İktidarı iç politikada başta KHK mağdurları olmak üzere birçok konuda yaptıkları yanlışlar nedeniyle eleştirsek de, dış politikadaki duruşu her türlü takdirin üstündedir. Bunu dışarıdan bakıldığında çok daha iyi gözlemlemek mümkün. Bir an Türkiye'nin olmadığını veya Türkiye'nin de bir Mısır, bir S. Arabistan gibi yönetildiğini düşünsek dünya nasıl bir dünya olurdu acaba. İstese bu savaşı birkaç saat içinde durdurabilecek güce sahip olan Batı, bırakın savaşı durdurmayı her gün bombalanan binaların enkazından çıkartılan çocuk cesetleri karşısında seyirci kalıyorsa bunun nedeni Rusya'nın doğal gazını Müslümanların canlarından daha değerli görmesindendir.