Halid Abdurrahman / Mepa News
Türkiye Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar tarafından yapılan açıklamada, 15 Mart’ta İdlib’de Türk ve Rus askeri güçlerince ilk ortak devriyenin icra edileceği açıklanmıştı. Sürecin buraya kadar gelmesinin arka planında ise Rusya’nın bölgedeki saldırgan politikasının olduğu biliniyor. Özellikle geçtiğimiz dönemde İdlib’de birçok Türk askerinin hayatını kaybettiği saldırı sonrası Esed rejimi ve Türkiye arasında yaşanan gerilimli sürecin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan Moskova’da Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile bir araya gelmiş ve bölgede bir ateşkes kararı alınmıştı.
Ateşkes kararının hemen öncesindeki dönemde ise Rusya ve İran tarafından desteklenen rejim güçleri İdlib’de büyük oranda ilerleme kaydederek kontrol altında tuttukları bölgeleri genişletmişlerdi. Hatta bu ilerleyişte Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) ait birden fazla gözlem noktası da rejim güçlerinin kontrolü altındaki bölgelerde kalmıştı.
2017 yılında Kazakistan’ın başkenti Astana’da garantör ülkeler Türkiye, Rusya ve İran arasında sağlanan anlaşma çerçevesinde, gözlem noktaları kurulması kararlaştırılmıştı. Anlaşma çerçevesinde TSK ‘İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesi’ kapsamında İdlib, Hama ve Halep kırsalındaki bölgelere ateşkes gözlem noktaları inşa etti.
İdlib, Hama ve Halep kırsalındaki bölgelere TSK tarafından toplamda 12 adet inşa edilen gözlem noktalarının oluşturulması Mayıs 2018’de sona erdi. Ancak TSK ilerleyen süreçte 12 gözlem noktasına ilaveten bölgede çok sayıda geçici üs bölgesi inşasına devam etti. Bu tarihten sonra TSK düzenli olarak gözlem noktaları ile askeri üs bölgelerini tahkim etmeye ve askeri sevkiyatlar gerçekleştirmeye başladı.
TSK Gözlem Noktaları ve HTŞ
Suriye’nin kuzeyinde inşa edilecek gözlem noktaları için bölgedeki en etkili rejim karşıtı muhalif grup olan Tahrir el Şam Heyeti (HTŞ) ile TSK arasında belli tarafların koordinasyonunda çalışmalar başladı. TSK bir taraftan gözlem noktalarını inşa edeceği noktaları hassas askeri-stratejik birtakım ölçülerle belirlerken, bir yandan da bölgeye yönelik askeri sevkiyatlarını sürdürmekteydi. Bazı saha kaynakları o dönemde TSK’nın oldukça stratejik noktalara konuşlanmak istediğini ancak HTŞ’nin bu konuşlanmalara karşı çıkıp TSK’ya alternatifler sunduğunu ifade etmekteydi. Buradan da HTŞ’nin gözlem noktalarını kurmada TSK ile yürüttüğü süreç içerisinde kontrolü tamamen kaybetmemek için bazı hamleler yaptığı görülebiliyor. Her ne kadar HTŞ, gözlem noktaları sürecini Türkiye ile koordinasyon içerisinde yürütmüş olsa da, gelecek dönemde ortaya çıkabilecek bazı pürüzlere karşı önlem aldığı görülüyor. Bunu da bölgedeki stratejik noktaları kendi elinde tutarak yapmaya çalışıyor.
İdlib’deki bölge halkı tarafından Türkiye ile Rusya’nın gerçekleştireceği ortak devriyeleri engellemek için uzun süre protesto gösterileri gerçekleştirilmiş olsa da iki ülke arasındaki ilk ortak devriye 15 Mart’ta gerçekleşti. Ancak devriye gösteriler nedeniyle hedeflenen mesafeye ulaşamadan kısa kesildi. Her ne kadar bölge halkının bir kısmı Türkiye’nin bölgedeki mevcut politikasını destekliyor olsa da Rusya ile İdlib’de gerçekleştirilen ortak devriye programına karşı olduklarını eklemek gerekiyor. Bunu da bölgede yaptıkları protestolarla gösterdiler.
Milli Savunma Bakanlığı’nın açıklamasına göre 7 Temmuz’da Türkiye ile Rusya İdlib’deki M4 karayolu üzerinde 20’nci birleşik kara devriyesini gerçekleştirdi.
24 Haziran itibarıyla İdlib bölgesinde tarafların kontrol durumları ve M4 karayolundaki Türk-Rus ortak devriye güzergahı şu şekilde:
Ortak devriyelerle İdlib’de gerilen süreç
Her ne kadar gerilimli başlayan bir dönem olsa da gelinen süreçte Rusya ile Türkiye, belirlenen bölgedeki ortak devriye faaliyetlerine devam etmekte. Bu süreçte, Türkiye’nin bölgede inşa ettiği gözlem noktaları nedeniyle HTŞ ile arasında gerilim yaşanan bazı muhalif gruplar, İdlib’deki ortak devriyelerden de HTŞ’yi sorumlu tutuyor. Hatta bazı gruplar ve grupların sosyal medyadaki destekçileri HTŞ’yi, Türkiye ile Rusya arasında gerçekleşen devriyelerde bölgenin, yani Türk-Rus askeri unsurlarının güvenliklerini sağlamakla dahi itham ediyor.
Olayı ideolojik boyutuyla değerlendiren bir kesimin, HTŞ için oldukça ağır ithamlar kullandığını, konu üzerinden sosyal medyada İslami birtakım tartışmaların yaşandığını da eklemek gerekli. Bu tartışmaların boyutu, HTŞ çatısı altında faaliyet gösteren bazı savaşçıların, ‘sahadaki temas hatlarında nöbet tutmanın caizliği’ sorularına kadar uzanmış durumda. İdeolojik boyuttaki tartışmalara katılan tarafların ise bu konuda merci olarak gördüğü isim, Ürdünlü meşhur din adamlarından Ebu Muhammed el Makdisi.
İdlib’deki Türk-Rus ortak devriyesine karşı çıkan kesim, genel anlamda HTŞ’nin Türkiye’nin güdümüne girdiği tezini öne sürerken, muhalif grubun bölgede Türkiye’nin çıkarlarına göre hareket ettiğini ve bu çıkarları muhafaza ettiğini savunuyor. Bu kesim genel anlamda İdlib’deki çözümün tamamiyle askeri boyutlu olarak mümkün olabileceğini, bunun için de devriyeler de dahil olmak üzere bölgedeki Rusya, İran ve Esed rejimine bağlı güçlerin hedef alınması, saldırıların kaldığı yerden yeniden başlaması gerektiğini savunuyor. Hatta yine bu kesime yakın bazı sosyal medya hesapları, İdlib’de kısa bir süre önce Hurras ed Din grubunun başını çektiği ‘Fesbutu’ operasyon odasına karşı HTŞ tarafından gerçekleştirilen operasyonların Türkiye ile Rusya’nın M4 karayolundaki güvenliğini sağlamak amaçlı gerçekleştirildiğini öne sürüyor.
Devam eden süreç içerisinde Türk-Rus ortak devriyelerine ilki 12 Mayıs diğeri 27 Mayıs, diğeri ise 16 Haziran tarihlerinde olmak üzere üç saldırı gerçekleştirildi. Saldırılardan ilkinin devriyenin gerçekleştirildiği bölgeye füze atılarak düzenlendiği ifade edilirken, ikinci saldırının ise Rus aracının geçişi sırasında bölgeye daha önce yerleştirilen bir el yapımı patlayıcının infilak ettirilmesi suretiyle düzenlendiği belirtildi.
16 Haziran’da gerçekleştirilen ortak devriye esnasında Rus askeri aracını hedef alan saldırıyla ilgili bir detay da, saldırı anına ait bazı görüntülerin sosyal medya üzerinden paylaşılması ve saldırının üstlenilmesi açıklamasıydı.
Rus askeri aracının hedef alındığı saldırı anı:
Hedef alınan Rus aracı daha sonra TSK’ya ait bir çekici tarafından bölgeden uzaklaştırılmıştı:
Saldırının detaylarıyla ilgili en dikkat çeken nokta ise, sosyal medya üzerinden Hurras ed Din grubunun başını çektiği Fesbutu operasyon odasının saldırıları da dahil olmak üzere, farklı çatışma bölgelerinden haber paylaşımı yapan “Sebat Haber Ajansı”nın bu saldırıyla ilgili bir açıklama yayınlamasıydı. Açıklamada açık bir şekilde Rus askeri aracının el yapımı patlayıcıyla hedef alındığı ifade edilmekteydi.
Her ne kadar bu şekilde bir açıklama paylaşılmış olsa da, üç saldırının da kim tarafından gerçekleştirildiği halen netlik kazanmış değil. Ancak saldırıların arkasındaki bir numaralı şüpheli HTŞ’nin bölgedeki siyasetinden rahatsız olan gruplar olarak kayıtlara geçmiş durumda.
HTŞ’nin bölgede gerçekleştirilen Türk-Rus ortak devriyelerine izin vermesi konusunda yaşanan gerilimli süreç halen devam ediyor. HTŞ’yi eleştiren taraf çözümün sadece askeri yolla, yani savaşarak gerçekleşeceğini ifade ederken, HTŞ tarafı ise çözümün hem askeri hem de siyasi yollarla bulunabileceği kanaatinde. HTŞ ilk olarak Türkiye’nin kuracağı gözlem noktalarına onay vermekle kendisini bu siyasi sürecin içerisinde bulmuş durumda.
Burada unutulmaması gereken nokta ise, HTŞ’nin siyasi pazarlıklarını bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti ile yapıyor olması. Devletler bu gibi süreçlerde müttefikleriyle birlikte kendi ulusal çıkarlarını koruyan derin, stratejik ve uzun vadeli planlar yapar ve yine tüm taraflara malum olduğu üzere HTŞ, mevcut konjonktürde Türkiye’nin bölgedeki bir müttefiki olmaktan uzak bir konumdadır.
Aslına bakıldığında HTŞ, gözlem noktalarının inşasından bugünkü ortak devriyeler konusuna kadarki dönemde, bir seçim yapmak zorunda kaldı. Ya siyasi bir hamle ile bu sürece dahil olacak, ya da geniş çaplı askeri bir operasyonla tasfiye edilmekle yüz yüze kalacaktı. HTŞ’nin bu sancılı süreçte, silahlı direnişin yanında, kendisine alan açmak için siyasi bir geçiş sağladığı da değerlendirilebilir.
Ancak grubun İdlib’de Türkiye’nin çıkarlarını savunduğu veya Türkiye’nin güdümünde hareket ettiği iddiaları sahada karşılık bulmamakta. Nitekim Türkiye Cumhuriyeti, HTŞ’yi sınırları içerisinde bir “terör örgütü” olarak kabul etmekte ve ülke içerisinde grupla iltisaklı olduğu ifade edilen isim ve adreslere düzenli periyotlarla baskınlar gerçekleştirip, grupla bağlantısı olduğunu ifade ettiği kişileri gözaltına almakta ve cezai yaptırım uygulamakta.
İdlib’in neredeyse tamamını kontrolü altında tutan ve burada küçük bir “devletçik” inşa eden HTŞ’nin öncelikli amacı, elinde tuttuğu mevcut bölgeleri koruyabilmek ve Suriye sahasındaki varlığını muhafaza edebilmek. Aksi düşünüldüğünde HTŞ’nin İdlib’deki Türk-Rus ortak devriyesinden memnuniyet duyduğunu söylemek pek mümkün değil.
Rusya’nın ortak devriye planı
Konuyu daha net anlayabilmek için Rusya’nın ortak devriyeler konusundaki çıkarını da değerlendirmek gerekiyor. Ateşkes ve ortak devriyeler konusu en çok Rusya, İran ve Esed rejimi blokunun işine yarıyor. Blok, sağlanan ateşkesle lojistik hatlarını daha fazla güçlendirmek ve temas noktalarındaki askeri yığınaklarını daha da sağlamlaştırmak için adeta “sihirli bir düğme” olan ateşkesi kullanıyor. Nitekim bu süreçte Rusya ve Esed rejimi güçlerinin İdlib’in güneyindeki temas hatlarına yoğun bir yığınak yaptığı biliniyor. Bununla birlikte Rusya, Suriye’nin kuzeyindeki bölgelerde YPG ile ortak hareket ederek varlığını daha da güçlendiriyor.
Rusya için diğer bir önemli çıkar noktası ise, devriyelerin sabote edilmesiyle eline geçecek saldırı kozu. Rusya’nın bu kozu 27 Mayıs tarihinde M4 karayolu üzerinde Türk askerlerine yönelik saldırıdan hemen sonra kullandığını görüyoruz. Rus kaynakları bu saldırıdan hemen sonra bir açıklama yaparak, saldırının arkasında “Türkistan İslam Partisi” oluşumunun olduğunu iddia etmişti. Ancak Rusya’nın bu açıklamasından sonra “Türkistan İslam Partisi” de bir açıklama yayınlayıp, İdlib’de Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yönelik gerçekleştirilen saldırıyla bir ilgilerinin olmadığını ifade etmişti. Rusya, bu saldırı özelindeki tutumu ortak devriyelerden sağlamaya çalıştığı asıl çıkarı da ortaya koymaktadır. Rusya bölgede gerek devriye karşıtı grupların saldırıları, gerekse kendi eliyle oluşturabileceği birtakım saldırı senaryolarıyla İdlib’deki bazı grupları Türkiye ile karşı karşıya getirmeye çalışmaktadır. Bunun ise en büyük örneğini bahsi geçen saldırıda görmek mümkündür.
Öte yandan Türkiye, Rusya ile ortak devriyelere başlamakla birlikte, rejimin Soçi Mutabakatı’nda belirtilen sınırların gerisine çekilmesini sağlayamamıştır. Türkiye’nin sahada bu kadar güçlü olduğu bir dönemde Rusya ile anlaşma sağlayıp Soçi sınırılarından vazgeçmesi de ayrıca değerlendirilmesi gereken bir konu olarak kenarda durmaktadır.
Sonuç olarak, ortak devriyelerin HTŞ üzerinde sağladığı baskıya geri dönecek olursak, günümüzde İdlib’de ortaya çıkan durumun başka bölgelerle de kıyaslanması durumunda, konu daha makul bir düzleme oturacaktır. Dünya üzerindeki birçok çatışma bölgesinde, silahlı gruplar ile siyasi yönetimler veya çatıştıkları askeri taraflar arasında anlaşmalar sağlanmaktadır. En yakın örneklerinden bahsedecek olursak, Taliban ile ABD’nin arasında imzalanan anlaşma neticesinde Taliban güçleri, ABD’nin Afganistan’daki belli bölgelerden geçiş yapmasına izin vermekte, geçiş yapan bu konvoylara saldırmamaktadır.
Yine Afganistan sahası incelendiğinde Taliban’ın mevcut askeri varlığını daha güçlü hale getirmek için stratejik bazı noktalardaki hükümet güçleriyle uzlaşma sağlayarak, karşılıklı ve lokal bir “ateşkes süreci” inşa ettiği görülmektedir. Yine geçmiş dönemde Pakistan’daki birçok kabile bölgesinde, Pakistan ordusunun askeri sevkiyatları sırasında, silahlı gruplarla Pakistan yönetimi arasında yapılan anlaşma gereği, bu ikmal konvoylarına saldırı düzenlenmemektedir. Buradaki örneklerde geçen silahlı grupların İslami tandanslı olduğunu da eklemek gerekir.
Bu örneklemeleri yapmaktaki amaç, tarafgirlikten uzak bir şekilde durumun daha net bir düzlem üzerinden tahlil edilebilmesini sağlamaktır. Ancak cihat yanlısı gruplar içerisinde “Z kuşağı” olarak da adlandırılabilecek bir grup, bu görüşleri tümden reddetmektedir. Daha önce de belirtildiği üzere bu kuşak için tek çözüm yolu silahlı çatışmadır.
İdlib sahasında silahlı direnişin yanında siyasi bir kanat oluşturmayı da başaran HTŞ için mevcut durumun çok parlak ve sürdürülebilir olduğu söylenemez. Suriye sahasındaki belirsizlikler her dönemde olduğu gibi bugün de devam ediyor. HTŞ siyasi bazı hamleler ile kendi varlığını korumaya ve sürdürmeye çalışıyor olsa da sahadaki küresel aktörlere, kendi isteklerini siyasi olarak kabul ettirmesi bazı tavizler verse dahi pek mümkün değil. Dolayısıyla belli bir noktadan sonra Suriye’de başlanılan yere geri dönüldüğünü görebiliriz.