Cumartesi günü öğleden sonra nihayet Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın Adalet ve Kalkınma Partisi için Anayasa Mahkemesi'nde açtığı kapatma davasının iddianamesi elimize geçti.
Kâğıda döktüğünüzde 162, benim bilgisayar ekranımda 338 sayfa tutan, boşlukları dahil 430 bin 77 vuruş, bir başka deyişle 53 bin 453 kelime uzunluğundaki metni okumam birkaç saatimi aldı. Okuyup bitirdiğimde içimde ciddi bir boşluk hissettim. Boşluk, bana kalırsa iddianamenin zayıflığından ileri geliyordu.
Bendeki bir hastalık. Bir metin okuduğumda kendimi hep, belki de o metni daha iyi anlamak amacıyla, metni yazan kişinin yerine koyuyorum, onun gibi düşünmeye ve onun gibi akıl yürütmeye çalışıyorum, onun yerinde olsam nasıl bir argümantasyon kullanacağımı sorguluyorum.
Bir kere şunu söyleyeyim, iddianamede hafızası kuvvetli iyi bir gazete okuyucusunun bilmediği, ilk kez duyduğu hiçbir delil yok. 'Delil' olarak kullanılan şeylerin büyük çoğunluğu zaten demeç, miting konuşması, yazılı açıklama türünden şeyler.
Savcının bu denli çok demeç ve konuşmayı iddianamesine almasının nedeni, Anayasa'da ayrıntılarıyla tanımlanan 'odak' olma kriterlerinin yerine getirildiğini, yani bir anlayışın parti başkanı ve önde gelenleri tarafından yeterince çok kez tekrarlandığını göstermek.
Ancak bazıları gerçekten çok iyi hatırladığım, bazılarını ise kontrol etmem gereken kimi demeçler var ki, bana göre savcı bu demeçleri özgün bağlamından kopartıp kendi amacı için yorumlamış.
Mesela meşhur 'beyaz çarşaf' sözleri... Hepimiz biliyoruz ki Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bu sözleri CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın, 'Anayasayı değiştirmek isteyen ihtilali göze alır, idamını göze alır' sözlerine cevaben söyledi, bir şeriat çağrısı olarak veya dini göndermeli bir şey olarak değil. Ama savcı bu sözleri de iddianamesine almış.
Bunun gibi pek çok örnek sayabilirim, özgün bağlamının dışında kullanılmış.
Her neyse, dedim ya okurken kendimi, savcının yerine koyup okudum diye, o bakışla devam edeyim.
Savcının amacı ne?
Demokrasi için tehdit olarak gördüğü AKP'nin kapatılmasını sağlamak.
Esasen eğer savcı samimi olarak AKP'nin laikliği ortadan kaldırıp şeriat düzenini Türkiye'ye getirmek istediğine, yani demokrasiyi ortadan kaldırmak istediğine inanıyorsa, daha dikkatli davranmalı, delillerini daha iyi toplamalı, işin özeti davayı açmak için zamanlamasını daha iyi yapmalıydı. Sanki iddianame biraz aceleye gelmiş gibi duruyor.
Çünkü savcının hem kişisel hem de kurumsal prestiji söz konusu. Eğer bu davanın sonunda AKP kapatılmazsa, savcı açısından bakıldığında büyük bir 'fırsat' kaçmış olacak. Bu denli önemli bir konuda savcının tek atımlık barutu olabilir ve o da bütün barutunu bu iddianamede harcamış gibi gözüküyor. Fakat bana soracak olursanız o barut, savcının amacına ulaşmasına yeterli değil!
Yine savcı açısından, kendimi onun yerine koyarak düşündüğümde, 'Büyük Ortadoğu Projesi' BOP'un amacının 'ılımlı İslam modeli' olduğu gibi komplo teorilerine sanki mutlak gerçeklermiş gibi inanmak çok da hukukçu tavrı gibi gelmezdi bana. Ben olsam iddianameme kanıtlayamayacağım hiçbir şeyi koymaz, davamla doğrudan ilişkisi olmayan psikolojik faktörleri kullanmayı düşünmezdim bile.
Aslında iddianame daha uzun uzun tahlil edilmeyi hak ediyor. Özellikle iddianamenin baş tarafındaki hukuki tartışma bölümlerinden birkaç yazı ile söz etmek gerekebilir ama bugünlük burada keseyim, fırsat buldukça devam ederiz.
Radikal gazetesi