İddianame ve savunma

Ahmet Taşgetiren

Türkiye bundan böyle Anayasa Mahkemesi, Başsavcı, Ak Parti, laiklik, şeriat, Müslümanlık, iddianame ve savunma kelimeleri ve kavramları arasında gidip gelecek. İddianameyi okudum.

 Daha önce Anayasa Mahkemesi'nin Başörtüsü ve RP ile ilgili olarak verdiği kararların gerekçelerini de okudum. Başörtüsü ile ilgili kararın gerekçesinin bir bölümünü bu sütunlarda sizlerle paylaştım. Şu anda kendi kendime soruyorum: -Bu iddianame karşısında nasıl bir savunma yapılabilir? Hayır, iddianamenin çok güçlü olmasından dolayı değil, iddianame mantığının Türkiye gibi Müslüman bir ülkede siyaset yapmaya nerede ise imkan tanımayan ruhundan, mantığından dolayı...

Şöyle bir bakalım iddianamenin ruhuna - çerçevesine: -Dini, vicdanlara sıkıştıran bir laiklik tanımı. Laikliği sistemin en tepesine yerleştiren bir anlayış. Demokrasiden de, hukuktan da, sosyal devletten de üstün bir disiplin olarak laiklik. Dini alanı kısıtlama hakkını laikliğe veren, bu niteliği ile Batı'daki laiklik uygulamalarından farklılığı tabii gören, laiklikten yola çıkarak yapılacak bütün özgürlük kısıtlamalarını sistemin gereği olarak niteleyen bir anlayış. -İslam'ın çoğunluk dini olması sebebiyle, İslam'dan kaynaklanan bir dini baskı olmaması için özel kısıtlamalar getirilebileceğini öngören...

Bu kısıtlamalara karşı, özgürlük talebinde bulunulmasını reddeden... -Şeriatı laikliğin tasfiye ettiği ve sürekli savunma halinde olduğu bir numaralı düşmanı olarak gören... -Ak Parti yapılanmasını siyasi İslam'ın yapılanması olarak değerlendiren... -Ak Parti liderliğinin, hükümetinin, parti alt kadrolarının, tayin ettiği bürokratların tüm söz ve eylemlerini din ile bağlantılı olarak izleyen ve her dini görünülürlüğü laiklik karşıtı eylemler odağına taşıyan... -İnanç özgürlüğü adına tüm talepleri, siyasal İslam'ın önünü açacak bir girişim çerçevesine oturtan. "Başörtüsüne özgürlük" taleplerini "dini bir gereklilik" söyleminden yola çıkarak savunmayı "Öyleyse tüm şeriatın uygulanmasını isteyin, çünkü şeriatın tüm kuralları da dini emirdir" gibi bir mantık sergileyen....

Bu hüviyetiyle, din adına ancak hakim laik yorumun izin vereceği bir dini göreve ve görünülürlüğe razı olma anlayışını getiren... Bunun ötesindeki her talebi, "Şeriat talebi" olarak niteleyen ve bu iş bir parti tarafından yapılmışsa, bunu kapatma sebebi sayan...

Bir siyasetçi olarak İslam'la ilgili tüm görünülürlükleri şeriata gidiş politikasının uzantısı olarak değerlendiren... -İslam - Türkiye birlikteliğine dair tüm tespitleri, velev ki ülke bütünlüğünü sağlama amaçlı olsun, şeriata doğru gidişin göstergesi olarak niteleyen... (İslam Türkiye'nin çimentosu, yüzde 99'u Müslüman olan Türkiye gibi ifadeler) -"Ilımlı İslam" diye gündeme giren bir tanımlamayı Ak Parti ile alakalandıran ve Ak Parti iktidarını "Ilımlı İslam" dan "Şeriat"a doğru gidişin bir öncüsü olarak niteleyen...

Ilımlı İslam'ın Bir Amerikan projesi olduğunu, Ak Parti'nin de bu projenin Ortadoğu'daki yürütücüsü olduğunu iddia eden... -Ak Parti'nin gerçek niyetlerini gizleme anlamına gelen takıyyeyi dini bir davranış tarzı olarak kabul ettiğini, bu sebeple, ılımlı görünen davranışların, "toplumsal mutabakat" gibi söylemlerin aslında gerçek niyeti gizlediğini var sayan, ılımlı gide gide bir gün cihada yönelineceğini ve şeriata geçileceğini öngören... -"Dindar toplum" un şeriata geçiş için risk teşkil ettiğini düşünen...

İktidarda olmanın, şeriata geçiş için daha uygun bir vasat teşkil ettiği gerekçesiyle, laiklik için tehlikenin daha da yakınlaşmış olduğunu iddia eden... İşte böyle bir çerçeve içinde hazırlanmış bir iddianame... Nasıl savunursunuz? -Ben laiklik karşıtı eylemde bulunmadım! Bu bir savunma yöntemi midir? -Yaptığım hiçbir iş, laiklikle çelişmiyor!

Ya bu, savunma sayılır mı? Burada en önemli sorunun "laiklik" tanımlamasında olduğu apaçık değil mi? Siz İHL ile ilgili değerlendirmeleri eğitim politikası ve ülkedeki toplumsal sancıyı tedavi etmek için gündeme alacaksınız, öteki, buradan din devletine gidişi çıkaracak. Nerede buluşacaksınız? Siz, başörtüsünü ülkedeki kız çocukları arasındaki eğitim açığının kapanması, sırf eğitim özgürlüğü, ya da inanç özgürlüğü olarak alacaksınız, o, oradan "Siyasal İslam" sembolü çıkaracak. Nasıl anlaşacaksınız? Siz, milletten oy alıp, iktidara gelmişsiniz, bütün alanlarda halka hizmet etmek istiyorsunuz, gecenizi gündüzünüze katıp çırpınıyorsunuz, o, sizin bütün gayretinizi, memleketi şeriata götürmenin maskesi gibi görüyor. Samimiyet testini nasıl kazanacaksınız? Başsavcı hem laiklik tanımı yapıyor, hem İslam tanımı...

Başsavcı, aynı zamanda bir millet tanımı yapıyor, kültür tanımı yapıyor. Geçmişi, geleceği tanımlıyor. İslam'ı kırpıyor. Milleti kırpıyor. Siyaseti kırpıyor. Hukuku kırpıyor. Her şeye nizam veren bir laiklik süper değeri... Çok net bir durum var: Türkiye'de laiklik konusunda bir konsensus (mutabakat) bu-lun-mu-yor Anayasal ilke olması açısından değil, onda geniş bir mutabakat var, ama Laikliğin ne olduğu hakkında bir mutabakat bulunmuyor. Bu noktada en büyük farkın da, politikacılarla yargı arasında bulunduğu kanaatindeyim. Askeri bürokrasinin bile, yargı bürokrasisi ile arasında fark olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu farklar nereden doğuyor, derseniz, bana göre, milletle ilişkiden, derim. Politikacı önemli ölçüde milletle iç içe... asker de bir ölçüde milletle iç içe...

 Bu iç içelik millette yaşayan değerleri en azından önemsemeyi gerektiriyor. Asker milletin değerlerini önemseyecek ki, onunla savaşa gidecek. Politikacı milletin değerlerini önemseyecek ki, onu kendisine inandırıp, oyunu alacak ve siyasi güç kazanacak. Yargı soyut düzlemde yargılıyor. Öyle ki, millet adına yargılamada bulunurken bazen milleti de yargılıyor. Bu, özellikle laiklik yorumlarında böyle oluyor. Ne yazık ki, tüm Cumhuriyet döneminde bu sancı var. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası "Fırkamız hürriyet-i diniyyeye hürmetkardır" cümlesinden dolayı, "irticacı" olmakla suçlanmış ve kapatılmış. Mustafa Kemal Paşa'nın direktifi ile ve yakın arkadaşı Fethi Okyar'a, üstelik CHP'den milletvekili aktararak kurulan Serbest Fırka da bir şekilde irtica ile alakalandırılıp, 99 gün içinde tasfiye edilmiş...

DP'nin kanlı biçimde tasfiyesinde, AP'nin siyaset günlerinde, ANAP'ın hayatında hep, laiklikle sorun var. Eminim, bir çevrenin değerlendirmesi şu olacak. -Partilerimiz halk dalkavukluğu yapıyor ve karşı devrime kapı aralıyor! Bir çevreye göre bize demokrasi yaramıyor.

1946'dan sonra Türkiye'de karşı devrim süreci başladı... Laiklik, demokrasinin de, hukukun da, sosyal devlet ilkesinin de tepesindeki şah olmalı! Şöyle düşünüyorum: Başsavcının kriterlerini kullansak, şu an Ak Parti'ye uygulanan kapatma kapanı, yukarda saydığım tüm partiler için de devreye sokulabilirdi. CHP lideri Baykal bile Grup konuşmasında Meclis kürsüsünden fıkıh dersi verdi. Ne bu? Aynı konuşmayı Erdoğan yapsaydı, şu iddianameye damardan girerdi hiç kuşkusuz. Demirel'in '80 sonrası konuşmaları, değme şeriatçıya taş çıkartır. Belki de şöyle bir kriter işliyordur:

Dinle ilişkide samimi olanlar tehlikelidir, diğerleri, idare eder! Söze "Bu iddianame karşısında nasıl savunma yapılabilir?" diye girdim. Milletin İslam'la ilişkisinin yargılandığı bir platform bu. Türkiye o alanda doğru uzlaşmalara varmadığı takdirde, sancılar devam edip gidecek. Partiler kapanır açılır, Türkiye gerçekliği ile uzlaşmayan bir laiklik formatı, ister yargıdan olsun ister askerden, sürekli darbe iklimlerine savrulmak bir ülke için kabul edilir bir şey midir?

Bugün gazetesi