İdamlık hayat hikâyeleri

Başbakan Tayyip Erdoğan 12 Eylül'de idam edilen ülkücü gençlerle ilgili konuşurken ağladı, gözyaşlarını tutamadı ya...

Muhalefet "istismar"dan söz ediyor.

Muhalefet işte böyle bir şey.

Muhalefeti hiçbir şeye inandıramazsınız.

Ne yaparsanız sahte, ne yapsanız yapmacık, ne yapsanız istismar için yapmışsınızdır.

Ulan vicdansızlar, ağlamak öyle kolay bir şey mi?

İnsan duygulanmadan, vicdanı hüzne boğulmadan ağlayabilir mi?

Gözyaşı denilen şey sadece gözlerden akan birkaç damla suya indirgenebilir mi?..

Başbakanın konuşmasını dinledim.

Başbakanın kendini tutamayıp gözyaşlarına hakim olamadığı nokta, bir ülkücünün idam edilmeden önce anne babasına yazdığı mektupta "Nişanlıma söyleyin, kendine mutlu bir hayat kursun" cümlesinden sonra oldu.

İnsan olan böylesi bir hayat hikâyesinde duygulanır, gözyaşlarına hakim olamaz.

Bunu normal, insani bir durum olarak görmek gerekirken, sırf muhalefet olsun diye duygusal olduğu bilinen birisi için "idam edilen hayatları bile istismar ediyor" diyebilmek...

Bu insanların hayatı gerçekten ağlanacak hikâyelere tekabül ediyor.

Ben çeşitli defalar yazdım.

Devletin güvenlik güçleri bu insanları önce kullandı sonra da kimilerini cezaevlerinde çürüttü, kimilerini de idam etti.

Bu sadece sağ için değil, sol için de geçerli.

Sabah bir sağcıyı öldüren silah, öğleden sonra bir solcuyu öldürüyordu.

Demek kışkırtıcılar, tahrik ediciler aynıydı.

12 Eylül'ün sıcak zamanlarında solcu 18, sağcı 9 kişi idam edildi.

Gençler bilmez ama 12 Eylül'de özellikle Ankara Mamak Cezaevi'nde işkencelere maruz kalanlar hâlâ aramızda yaşıyor.

12 Eylül'de bir sağdan bir soldan mantığı ile başlayan idamlar ülkücülerle yapılan bir anlaşma ile değişti.

Anlaşma şuydu: Ülkücüler Ermeni terörü ile mücadelede yardım edecekler, buna karşılık daha fazla idam yapılmayacak.

Abdullah Çatlı ve arkadaşları bu anlaşma ile ülkücülerin daha fazla idam edilmesinin önüne geçtiler.

İşte 12 Eylül devleti böyle bir devletti.

12 Eylül'den sonra idam edilen ülkücülerin idam esnasındaki tavırları incelendiğinde her birinin kendilerinin "şehit" olduğuna inandığıdır.

Başkaları ne düşünürse düşünsün, önemli olan onların kendilerini nasıl hissettiğidir.

İdam edilen 9 ülkücünün hepsi de idamdan önce Kura'n-ı Kerim ile Türk Bayrağı istemişler, ne için öldüklerini böyle ifade etmişler.

Vatan ve millet için ölüyorlardı ve ancak devlet onları asıyordu!

Hiçbiri bu çelişkiyi düşünmeyecek kadar davalarına bağlı insanlardı.

Onlar idam edilebilirdi ama onlar sayesinde bayrak inmeyecek, ezan susmayacaktı!

Tam dokuz genç adam.

Hayatlarının baharında, ellerinde Kur'an ve bayrak ile idam sehpasına çıktılar!

En gençleri 20 yaşındaydı. Ahmet Kerse, 31 Ocak 1983, Gaziantep Cezaevi'nde idam edildi.

Ali Bülent Orkan, 13 Ağustos 1982, Ankara Merkez Kapalı Cezaevi'nde idam edildi.

Cengiz Baktemur, 2 Mayıs 1982, Elazığ Kapalı Cezaevi'nde idam edildi.

Cevdet Karakuş, 4 Haziran 1981, Elazığ Kapalı Cezaevi'nde idam edildi.

Fikri Arıkan, 27 Mart 1982, Mamak Askeri Cezaevi'nde idam edildi.

Halil Esendağ, 5 Haziran 1983, İzmir Buca Cezaevi'nde idam edildi.

İsmet Şahin, Paşakapı Cezaevi'nde idam edildi.

Mustafa Pehlivanoğlu, 7 Ekim 1980'de ve Selçuk Duracık, 5 Haziran 1983'te idam edildi...

Selçuk Duracık ve Halil Esendağ'ın idam edildikleri 3 Haziran'da radyodan duyuruldu. Ancak onlar gerçekte 5 Haziran'da idam edildiler. Çünkü cezaevinden alınıp iki gün boyunca işkenceye tabi tutuldular!

Bir ülkücünün idam edileceği haberi o cezaevine geldiği zaman orada sabahlara kadar tekbir getirildiği, ilahiler okunduğu, Kur'an seslerinin birbirine karıştığı anlatılır.

Ama aynı zamanda arkadaşları kendi aralarında arkadaşları için kefen parası toplarlardı.

Halil Esendağ'ın kefen için parası yoktu.

20 kişi bir araya gelir yine kefen parasını toparlayamazlar. Aralarından birinin nevresimlerini arkadaşları için kefen olarak dikerler.

Bu arada idam edilecek kişinin sabah namazına kadar gözüne uyku girmez. Sabah ezanının okunması ile öyle bir uykuya dalar ki öğlene kadar uyanmaz.

Çünkü idamlar sabah ezanından önce olurmuş!

Cengiz Baktemur'un idamına saatler kalmıştı.

İmam geldi. "Hocam son bir kez dini telkini tekrarlamak isterim" dedi Cengiz Baktemur. Hoca "Bilmiyor musun telkini" dediğinde o, "biliyorum ama eksiğim veya yanlışım varsa düzelteyim istiyorum" dedi.

Beyaz idam gömleğini getirdiklerinde uzaklardan sabah ezanı sesi yankılanıyordu.

Müsaade istedi ve sabah namazını kıldı. Sonra idam gömleğini giydi ve onu darağacının yanına getirdiler.

Son arzusu soruldu. "Bir bayrak ve Kur'an-ı Kerim istiyorum" dedi.

Kur'an getirildi. Öptü üç defa başına koydu.

Küçük de bir bayrak getirmişlerdi. Bayrağı göğüs hizasına kadar kaldırdı, ileri doğru uzattı ve "Ey benim şerefli bayrağım, ben seni dalgalandırmak için çok mücadele ettim ama gücüm yetmedi" dedikten sonra öpüp başına koydu.

Cellat tabureyi tekmeledi. Cengiz can çekişiyordu. Ölüm uzadı. İçlerinden biri "ulan böyle işkence olmaz, tutun kaldırın" dedi. Az sonra cellat yine geldi ve bu defa ipi boynuna tam geçirdi. Ve tabureye bir tekme daha...

Bu hikâyelere dahi ağlayamayanlar, size ne demeli bilmiyorum.

BUGÜN