Kenan Alpay, bugünkü yazısında “Cumhuriyet” tarihindeki zalim bir uygulamaya dikkat çekti: Mezarsız bırakmak…
İdam Eder, Mezarsız Bırakır, Arşivleri Kapatır!
İskilipli Atıf Hoca’nın şehadeti üzerinden 86 yıl geçti. Meclis’in önünde çatılan idam sehpasında ibret olsun diye arkadaşı Ali Rıza Hoca ile birlikte üç gün boyunca sallandırılan ve cenazeleri ailelerine verilmeyen Atıf Hoca gibi nice değerli insanımız var. Öyle ki bir mezardan dahi mahrum edilen mazlumların savunma bilgileri arşivlerden bile silinmiş. Bir dönem, bir inanç, bir mücadele ve bir toplumun toptan inkâr ve imha edilebileceği tasarlanmış.
Cumhuriyetin tarihi ve temellerini tartışmak, Cumhuriyetin hukuk ve yargı geleneğini teşhir etmek, Mustafa Kemal ve kadrolarının gözünde İslami değerlerin ve toplumun ne ifade ettiğini anlamak açısından İskilipli Atıf Hoca tam bir mihenk taşıdır. Şehit İskilipli Atıf Hoca, Kemalist inkılapların ilk kurbanlarından biri olmanın çok ötesinde bir “alem/sembol”dür.
Ulu Önder’in Yargı Mafyası: İstiklal Mahkemeleri
Birkaç gün önce okurlarımıza da hediye edilen “Frenk Mukallitliği ve Şapka” risalesi dolayısıyla Atıf Hoca’yı idam sehpasına sürüklediler. İstiklal Mahkemeleri basını sıkı bir kontrole tabi tutmak ve muhalifleri susturmak için Mustafa Kemal’in elindeki en kullanışlı silahtı. İstiklal Mahkemeleri, Cumhuriyetin niteliği kadar Mustafa Kemal’in karakterini ve siyaset tarzını da serer önümüze.
Olağan üstü yetkilerle donatılmış, delile ihtiyaç duymaksızın mahkeme heyetinin tamamen vicdanen karar verebileceği bir mahkeme. İtirazı mümkün olmayan kararların infazı derhal uygulanıyordu. Tek istisnası Mustafa Kemal olmak üzere asker-sivil tüm yöneticilere emir verebiliyordu. Çünkü onun “rica”sı İstiklal Mahkemesi’nin varlık sebebiydi.
Mahkeme Reisi Kel Ali’nin durumu yakın arkadaşlarınca şöyle tanımlanır: “Bir albayın mareşale bağlı oluşu gibi Mustafa Kemal’e bağlıydı.” Sözde Mahkeme Başkanı özde emir eri/emir kulu yani.
Çankaya köşkünde verilen bir balo esnasında (...)
YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ...