İçtihad Sadece Hukuki Bir Terim Değil, Yanı Sıra Dinin Mesajını Anlama Cehdidir

Faruk Beşer, içtihad kavramını mercek altına aldığı yazısında, bunun sadece hukuki planda hüküm çıkarma değil, yanı sıra “anlama cehdi”ni de içerdiğini belirterek “Prensip olarak kadın ya da erkek, her mümin ictihad yapabilir.” diyor.

Faruk Beşer’in Yeni Şafak gazetesinde yayımlanan konuyla alakalı yazısı (15 Mayıs 2020) şöyle:

Din, Şeriat ve İctihad

İctihadı konuşmayı düşünüyoruz. İctihad, cehd ya da cuhd kökünden türetilen bir kavramdır. Bu her iki kelime de birbiri yerinde kullanılmakla beraber cehd, yorma bitap düşürme, cühd ise güç gayret ve çaba sarfetme demektir. Bizim cehd ve gayret deyimimiz bunu anlatır. Buna göre ‘ictihad’ yorucu bir gayretle dini bir konudaki hakikati, ya da olması gereken hükmü bulma çabasıdır. İctihada ehil olan insana da ‘müctehid’ denir. Yani müctehid denen âlimin ya da fakihin yeterli donanımı vardır ve bununla birlikte hükmünü aradığı konuda doğruya ulaşabilmek için var gücünü harcaması gerekir.

Cihad da ictihad ile aynı köktendir. Onda da bir yorulma ve gücünü sonuna kadar kullanma anlamı vardır. Arapça’nın bir kuralı şöyle der; bir köke harf ekleyerek kelime türetilirse, eklenen harfler arttıkça mana da artar. Bu sebeple ictihad, zorlukta ve gayret sarf etmede cihad’dan daha ileridir ve ondan daha zor bir iştir.

Meri hukukta da ictihad vardır, ama bu bizim fıkhımızdaki içtihada göre daha yalın, sınırları daha belirsiz ve daha kolaydır. Hukuk bilgisi almış her insan ictihadda bulunabilir. Bunu yargı yaparsa, mahkeme içtihadı olur, hukukçu yaparsa görüş ya da doktrin olur.

İslam’da ictihad çok farklı açılardan çeşitlere ayrılabilir, ama bana en anlamı gelen ayırımı şudur: Anlama içtihadı ve hüküm koyma içtihadı. Birincisi her türlü nasta yapılabilir. Anlamada akide konuları ve ibadetler de dâhil, bütün naslar içtihadın konusu olabilir. Akide ve ibadet konularındaki mezhep farklılıkları böyle bir anlama icitihadından doğmuştur. Yani buradaki hedef, yeni bir hüküm aramak değil, nasların söylediğini doğru anlamaktır. Bu çaba/ictihad dil açısından nassın ihtimal sınırlarını aşmadıkça meşrudur ve kaçınılmazdır. Yoksa akide ve ibadetler akıl ötesi oldukları için o konuda yeni bir hüküm koyma içtihadı yapılamaz. Çünkü ictihad büyük ölçüde aklın ürünüdür ve ancak aklın anlayabileceği alanda gerçekleşir.

Biz burada teknik anlamda içtihadı anlatacak değiliz, sadece dindeki yerine ve herkesi ilgilendiren bazı özelliklerine işaret edeceğiz ve o zaman göreceğiz ki, ‘Kuran bize yeter’ söylemi hesabı verilebilir bir söylem değildir.

Şuradan başlayalım: Kuranıkerim’e bakarak din ve şeriat ayırımı yapabiliriz. Çünkü Allah (cc) kendi katında yegâne dinin İslam olduğunu söyler. O halde Âdem’den (sa) bizim peygamberimize kadar din, hiç değişmemiştir ve o da İslam’dır. Dinin geçmişine de, son haline de ‘İslam’ diyen de Allah’tır. Bununla birlikte O, her peygambere farklı bir şeriat/şir’ah ve farklı bir uygulama biçimi/minhac, yani peygamber uygulaması verdiğini de söyler. ‘Dikkat edin, O’nun olan halis dindir’. Yani din, İslam’ın hiçbir şey karışmamış, saf halidir. Allah’ın dini budur. Oysa şeriatta içtihadın da yerinin olacağını göreceğiz. O zaman din ve dinî olan ayırımı da yapılabilir. Halis din Allah’ın koyduğu dindir. Ama onu anlamadaki farklılıklar dinî olabilir. İslam ve İslamî, şeriat ve şer’î ayırımı da bunun gibidir.

Bizim Peygamberimiz(sa)’e verilen ‘din’ öncekilere verilenden farklı değildir. Bunun özü, kulluğun sadece; bir olan Allah’a yapılacağıdır. Kulluğun değişik şartlara göre nasıl yapılacağı ise şeriat ve minhac’dır ve bunlar farklıdır. Kuranıkerim Müslümanlar için hem dindir hem şeriattır. Onun uygulama keyfiyeti ise Resulüllah’ın sünnetidir, yani minhac’ıdır.

Şimdi başa dönüp içtihada doğru yol almaya çalışalım. Allah bizi sorumlu tuttuğu dinini ve şeriatını, kelamullah olarak önce Cibril’e sonra Resulüllah’a indirgemiş ve onu peygamberin eğittiği ilk nesilde en doğru haliyle uygulatmıştır. Burada Kuranıkerim’in indirilmesini, yani inzal ya da tenzilini, indirgeme olarak düşünmemizin yanlış olmayacağı kanaatindeyim. Yani burada yukarıdan zembille bir indirme değil, algı boyutuna, belki frekansına bir indirgeme vardır. Kuranıkerim işin esası ve merkezidir, ama onu doğru anlayabilmek; öncelikle Allah’ı, Cibril’i, Resulüllah’ı ve o ilk neslin uygulamasını bilip tanımaya bağlıdır. Bunlar tanınmadan Kuranıkerim tanınmaz, tanınmayınca da anlaşılmış olamaz. Onun için dini kendi anladıkları olarak anlatmak isteyenler öncelikle sahabeye tan etmekle işe başlarlar. Çünkü onlar devreden çıkmadan bunlar söyleyeceklerini rahat söyleyemezler.

Sonra ittifak edilmiş ya da edilmemiş ictihadlar gelir. Müctehid ontolojik bir farklılığa sahip birisi değildir. Prensip olarak kadın ya da erkek, her mümin ictihad yapabilir. O zaman müctehid dine bir şey katmıyor ama dini alanı belirleyebiliyor demek olur. Bunun ne anlama geldiğini gelecek yazımızda görelim inşallah.

İslam Düşüncesi Haberleri

Felah; fıtrat ve vahiyle yeniden buluşmamızda!...
Diyanetten hatırlatma: Tüm kumarlar haramdır!
Kemalistlerin cehaleti uçsuz bucaksız saçmalama özgürlüğü sunuyor!
İ’tizâl ile itidal arasında Allah nerededir?
Mutlak kötüye karşı el-Kassam’ın özgürleştirici ribatı ve cihadı