Bollukta azan, darlıkta peşinde koşan,
taa ki mezara kadar.
Bir gün anlayacağız,
hem de çok yakında,
adım adım yaklaşan, ateşi,
ve boşa geçirdiğimiz zamanı.
Harcadıklarımızın da hesabını vereceğiz1.
Her mahallede bir ekâbir yaratacağız dediler. O eskidendi, şimdi hepimizin içinde bir kibir var. Çöp tenekesi gibi biriktiriyoruz her şeyi, bir gün çukura gömmek için. Her mahallenin bir Saddam’ı vardı bir zamanlar, her şehrin bir Ebu Cehili, bir Ebu Süfyan’ı, bir Velid bin Muğiresi. Her Ülkenin bir Firavunu, bir Karunu, bir Belam ibni Baura’sı vardı. Şimdi herkesin içinde onlardan bir parça var ve ayda bir akşam, yılda bir hafta ortaya çıkıyorlar. Bir ay sefiller gibi yaşayıp, bir akşam felekten bir gece çalıyor, bir sene kıt kanaat geçinip, bir hafta Bodrum’da ya da Uludağ’da krallar gibi yiyoruz. Tatilinden dönen bir gence rastladım, sanırsınız ki İstanbul’un en aristokrat ailenin çocuğu. Konuştukça öğrendim ki, sanayi de çırakmış.
K. Marks iki asır öncesinde; Sefil insanları sömüren krallar ve kapitalistler karşısında bir öngörü de bulunur. Dağınık ve organizesiz bulunan köylü sınıfından kitlesel bir çıkış beklenemezdi. Sanayi bölgelerinde oluşan işçi yığınları ise potansiyel bir güçtü. Bu gücün kullanımını, V. İ. Lenin parti teşkilatı ile gerçekleştirdi. Oysa Seküler yapının ve materyalist pozitivizmin görmediği, göremediği nefs/hırs, kapitalizmin en büyük silahıydı. Şimdi halimiz ortada, ayda bir akşam, senede bir hafta kapitalistler gibi yaşayan, kalan zamanın proleterleri/emekçileri.
80’li yıllar İstanbul’da ailemin yanında öğrenciyim. Taşradan gelen bir arkadaş bizim mahallenin profilini/sokaktaki görüntüsünü beğenmedi ve “Buralar burjuva mahallesi abi, bize gelmez” dedi. O’nu mahalle pazarının kurulduğu bir gün çağırdım, Mazbut insanların çokluğuna şaşırdı, ortada dolaşmayan gerçek gücü/potansiyeli görü. Çok olmadı, bir zaman önce İzmir/Kordonboyu’nu, Ankara/Tandoğan’ı dolduran yüz binleri on kat çok görüp şımaranları, sonra hep beraber Kabir(ler)i ziyaretlerini izledik. Halbuki mustazaflar/güçsüz bırakılanlar vardı; varoşlarda, gecekondularda, mahalle aralarında, köylerde ve mezralarda.
Allah’ın vaadi vardı “Biz ise, ülkede güçsüz bırakılanlara iyilik etmek ve onları önderler yapmak ve onları oraya mirasçı kılmak istiyorduk. ” 28/5. Bir fetih coşkusu sardı birçoklarını, olmayan fetih(!) bu kafayla olmayacak, olsa da kendini yiyecek bir fetih. Şimdi içimizdeki tuğyan kuşatmış bütün mustazafları. Köklü değişimi gerçekleştirmeden, tepeden inme gelsek ne olacak ki. İçimizdeki Ebu Süfyanlar çekilip bir kenara bekleyecekler, oğulları sonrada torunları azacak yine. İçimizdeki tuğyanı ezmedikçe de onların peşine takılacağız. Ve miras yedi gibi yiyeceğiz emaneti.
İnsanı öğüten bu ifsat ile mücadelenin hep bir yanı eksik kalıyor. Biriktirip, biriktirip harcadığımız nimetler bir yana, biriktirip harcayamadığımız bilgiler, mezara kadar bitmeyen meşguliyetler sardı her yanımızı ve Allah’ı anmayı unuttuk. Allah’ı andığını sanıp, kabuğuna çekilen ve kaçanlar da işin cabası.
İçindeki ifsadı öldür. İfsada teslim olmuş kapitalistten uzak dur ve onunla mücadele et. Tağut bir kişidir, ama tuğyan hepimizin içinde bir parça. Dua’yı*/ibadeti ve Kurban’ı**/adamayı bilmeyenin devrimciliği sadece bir oyundur.
Allah muhakkak ki çok nimet verdi.
Bütün nimetleri Rabbine yönelt* ve ada**.
Hüsrana uğrayacak olanlar da bunu yapmayanlardır2.
Bir daha okuyunuz: Her pazartesi, Sakarya Özgür-Der’in Kuran okumaları çalışmasından kesitler.
Dipnotlar:
1- Tekasür
2- Kevser