İçimizdeki Esat kılıklılar!

MUSTAFA ÖZCAN

Adam Suriye’ye gitmiş sanki hiçbir şey olmamış gibi kalem oynatıyor ve hiçbir katliam yaşanmamış gibi ortalığı güllük gülistanlık gösteriyor! ‘Utanmazsan dilediğini yap’ tabiri bu gibiler için kullanılmış olmalı.

Milletin kafasını karıştıran ise Esat kılıklı bu adamların daha düne kadar içimizde barınmaları ve cirit atmalarıydı. İslâmî kesimlerin hiçbir zaman iç güvenlik diye bir dertleri ve kaygıları olmadı. Sahte Amerikan düşmanları içimizde örümcek ağı gibi yuva yaptı. Hatta bunlar olayları gerçek suretiyle göstermeye çalışanları karalıyor ve onları başka ajandaların ve gündemlerin parçası olarak gösteriyor! Şimdi bu adamlara hangi sıfat yakıştırılmalı?

Suriye olaylarıyla birlikte Türkiye’de olan bir damar kuvveden fiile çıktı. Biz de hazırlıksız ve gafil yakalandık. Bu hat aslında kendi içinde bir koalisyon. Suriye rejimini koruma refleksiyle herkese ve her şeye çamur atıyor. Bu koalisyonun bir parçası Tahran hizbi. Onlar artık Hakk’ı Tahran’ın arkasına koymuşlar. ‘Ali (ra) nereye dönerse hak onunla beraber döner’ anlayışını Tahran eksenine uyarlamışlar. Tahran’a biatlı olduklarından dolaylı olarak Şam’a da biatlı hale gelmişler. Dolayısıyla Şam rejiminin irtikâp ettiği vahşet bile onları sarsamıyor. Onun ötesinde Şam rejiminin inkâr, Allah’a ve mukaddesata düşmanlık açısından yeryüzünün en damgalı rejimi olduğunu da görmek istemiyorlar. Onları, bu vasfı da ırgalamıyor. Peki bu arkadaşlar, Amerikan düşmanlığına mı tapınıyorlar? Onun ötesinde Batı’nın sessizliğini ve mukabilinde Çin ve Rusya’nın bu rejimin sayesinde Ortadoğu’da nüfuz alanı kazandığını da görmek istemiyorlar. Fasit gündemleriyle gerçek gündemi fevt ettiriyorlar. Amerikan nüfuzuyla ve İsrail’in varlığıyla mücadele etmek başka şey; yel değirmenleriyle savaşırken Rus-Çin nüfuzunu bölgeye çekmek ve yaymak daha başka bir şey. İngiltere’nin vârisi ABD’nin bölgeye sarkmasının tarihi bilemediniz 70 yıldır. Ruslar ise, Altınorda devletinden bu yana, yani 1552 yılından beri bölgeye ve güneye sarkıyorlar. Şimdi İran-Suriye ekseni bu sarkmanın yeni taşıyıcıları ve tetikçisi haline geldi. Bu ABD ile mücadele değil, yeni düşmanları bölgeye davet etmek ve dadandırmaktır. Kahpe Suriye rejiminin ayakta kalmasının bedeli yeni düşmanları bölgeye taşımaktır.

¥

Putin’in oğul Bush’tan daha iyi olduğunu söyleyen fasit bir kıyas içindedir. Aksine 2003 yılında neden oğul Bush’a kızıyorsak şimdi de ayı şekilde Putin’e tavır almalıyız. Lakin Tahran ekseni nasıl oğul Bush ile 2001’den sonra fiili işbirliği yapmışsa bugün de Bush’un Rus versiyonu olan Putin’in arkasındadır. Batıl ve katil bir rejimi korumak için müteaddit düşmanlara yeni alan açmak ancak bu bölgenin içeriden düşmanlarının yapabileceği bir şeydir.

Suriye Ulusal Konseyi’nin önemli simalarından Abdulbasit Seyda ile TRT Türkiye Kanalı Nadi’l Sahafa (Basın Kulübü) programında birlikteydik. Filistin asıllı gazeteci arkadaşımız Taha Udah, Türkiye’de basının ve halkın Suriye olaylarıyla alakalı duyarsızlığını ve nedenlerini sordu. Basının ve aydınların başka bir kampı hükümetin de başka bir kampı temsil ettiğini ve halkın da Suriye halkına manevî destekten uzak durduğunu hatırlattı ve nedenlerini sordu. Hükümet bu hususta basının da, halkın da ilerisinde duruyor. Bunun nedeni gerçekten de merak konusu. Lakin sözünü ettiğimiz şer koalisyonu bu hususta azimet kırıcı olarak Suriye rejimi lehinde muazzam bir kamuoyu oluşturuyor. En azından zihinleri ve gönülleri karıştırıyorlar ve bununla potansiyel desteği atıl hale getiriyorlar. Suriye rejimi de bunun farkında ve o kesimlere satır aralarından sürekli mesajlar ve selamlar gönderiyor. Bu kesimlere Arapça’da ‘muhbitin’ deniliyor. Muhibban aynı zamanda muhbitin tayfasını oluşturuyor. Bir nevi devrim kırıcılar ve irade yıkıcılar... Veya Suriye rejimi adına beşinci kol faaliyetlerini yürütüyorlar. Artık bu kesimlerin gerçek yüzlerini ortaya çıkarma vakti geldi. Gazze için Türkiye’de bir milyon kişi gösteri yaparken halkın Suriye olaylarına sessiz kalması ve kenardan izlemesi sağlıklı bir durum değil. Onun ötesinde hiçbir meseleyi doğru dürüst kavrayamadığı ve kolay imale edilebildiği ve yönlendirilebildiği anlamına geliyor. Sahayı boş bırakmaktan öteye başkalarına terk etmişiz.

¥

Yahudi muhibbanı, Judaizer tabir edilirdi. Bunların İsrail devletine Yahudilerden fazla katkısı olmuştur. Bu kesimlere iltihaken taraftar da deniliyor. Şimdi Suriye ve İran rejimlerinin de az da olsa böyle bir tabanı oluştu. Bunlar kritik zamanlarda hassas bir rol oynayabiliyorlar. Bunlara ‘muhibban veya sempatizer’ denilebileceği gibi ‘Suriye lobisi, nüfuz casusları, beşinci kol’ da denilebilir. Nitekim Hadi Uluengin, Taraf’taki yazısında bu meseleye değinmiş ve onların bir parçasını kendi zaviyesinden şöyle tarif ediyor: “Bugün Türkiye’de de gayet ciddi ve gayet vahim bir 5. Kol faaliyeti sürdürülüyor. Çünkü genel olarak ulusalcı cihet, ama bilhassa kendisini sol (!) diye pazarlayan koro; yani neo-Nazi-Maocular, tabela hırsızı komünist partisi, doktorcular falan, komşu ülkedeki meşru isyan başladığı an Suriye despotu Beşşar Esed hesabına devreye girdi. Nasıl ki Yugoslavya’da kasap Miloseviç’i sahiplenmişlerdi, yine aynı role soyundular. İşte, BM’deki diplomatik tutum ve İstanbul’daki Hillary Clinton açıklaması ABD’nin müdahil olmayacağını tekrar ispatladı, ama bizim 5. Kol daha ilk andan itibaren bu yönde vaveyla koparttı. Hâlâ kopartıyor. Üstelik de Ankara’nın vurucu güç olacağı yalanını yayıyor. Ardından da, sonsuz berrak imajları ve sonsuz net tanıkları hiçe sayarak Baas vahşetini gizlemeye, hatta rezil bir iftiracılıkla bunu halk muhalefetinin üzerine atmaya yelteniyor. Ve belli, Goebbels’in ‘propaganda ve dezenformasyon tekrardan ibarettir’ sözünü iyi anladıkları için de milim sektirmeden mekanizmayı hep aynı şirretlik etrafında döndürüyorlar.

En tehlikelisi de, Hitler’in yukarıdaki Çekoslovakya’da Cermen azınlığı kullanmasını örnek alarak Esed’in ülkemizdeki mezheptaşları üzerinde oyun oynamaya kalkışıyorlar...”

Bu güruh hakkında isim bol olsa da müsemma birdir. Halkını katleden rejimin arkasında saf bağlıyorlar ve bunu da ideolojik argümanlarla sarmalayarak meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Halbuki, adaletsizliği hiçbir ideolojik kalıp veya argüman meşrulaştıramaz... Üstünü örtemez.

YENİ AKİT