‘İç-savaş’ değil, ‘iç-barış’ patlatılmalı!

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

DTP’nin, PKK’yı terör örgütü olarak nitelememekte ısrar etmesi üzerine tartışmalar sürerken; Diyarbakır B. Bel. Başk. O. Baydemir'in de, hükümeti Diyarbakır'a destek vermemekle suçlayıp, ‘Başbakan Diyarbakır'a karşı açıkça savaş ilan ediyorsa, hodri meydan diyorum.. Diyarbakır bir kaledir ve bu kale düşmeyecektir!’ gibi meydan okuma havalarına girmesi, ‘savaş’ gibi ‘askerî’ terimler kullanması, gündemi bir anda daha da gerebilecek beyanlardı.

Baydemir’in cümlesi ‘Eğer Başbakan Diyarbakır’a savaş açıyorsa..’ diye, kurnazca (ise) şart edatına bağlandığı için, ikili kullanmaya müsaid..

Ankara’da, bir Müslüman hanımın örtüsü üzerine, (e-muhtıra) gibi teknolojik (!) îcadlarla meşgul olanların, bu gibi gelişmeler karşısında sessiz kalması ilginçtir.

Başbakan ise, geçmişteki nice ‘devletliler’in yaptığı gibi, ‘ellerini kırarız, dillerini kopartırız‘ gibi laflar etmek yerine; bu meydan okuma tavırlarına ve savaş’ kelimesinin birkaç mânaya gelecek şekilde kurnazca kullanılmasına karşı, o kelimeyi ‘siyasî mücadele’ mânasında ele alarak geçiştirmiş ve birilerinin emellerini kursağında bırakmış olmalıdır. Halbuki, Başbakan, bu sözün üzerine hışımla da gidebilirdi.. Ama öyle yapmayıp, ‘Tarihinde görmediği bir devlet yatırımını biz Doğu ve Güneydoğu illerine yaptık. Toplam yatırımımız 5.5 milyar YTL’dir. (…) AK Parti hiçbir sosyal fay hattının kırılmasına, kapanması imkânsız toplumsal yaraların oluşmasına hizmet etmeyecektir. Hiçbir belediyemiz kalkıp ‘AK Parti iktidarı, kendi partilerine aid belediyelere farklı, bizlere farklı olarak para göndermiştir’ diyemez. Bizim muhatabımız; şu veya bu partili belediye başkanları değil, orada yaşayan halktır. Bizim hiçbir zaman halkımızla problemimiz olmamıştır, olmaz. Yeter ki yerel yöneticiler, laf üretecekleri yerde, iş üretsinler..’ deyince, o belâ okuyucu tavır, bir efelik gösterisi halinde havada kalıverdi..

Elbette Baydemir’in bu tehlikeli meydan okuma havasıyla yine de ‘gaza gelecek’ler olabilir. Ama, asıl faktörün, ‘ayaklarının altındaki halının tamamen kayacağı’ korkusu olduğu tahmin edilebilir. Çünkü, son seçimlerde AK Parti’nin sadece ülkenin diğer kesimlerinin değil, bu yaralı, sancılı bölgenin de, en büyük siyasî gücü olduğu açıkça ortaya çıktı.. Halbuki, DTP’liler, bölgeden 40 kadar bağımsız aday çıkarabileceklerini bekliyorlardı, 20’de kaldılar.. Mustafa Özel’in tesbitiyle, Ağrı’da halk arasında çok itibarlı olduğu varsayılan ve oyların yüzde 50’sini alacağı beklenen bağımsız aday Naci Kutlay bile seçilememiş ve AK Parti bu ilde 5-0 çekmişti.. Bunlar, Erdoğan’ın ‘devleti değil, insanı asıl aldığını’ söylediği siyasetinden yöre halkının da memnun olduğunun ciddî işaretleridir.

Ki, bunu Ahmed Türk de, ‘AK Parti bizim hesablarımızı alt-üst etti. Ve halk bize, ‘Gidin Ankara’ya, çözüm yolu bulun..’ dedi’ diye ortaya koymuştu..

Geçmişte, ‘Ezer geçeriz..’ gibi lafların, ülkeyi hangi kanlı vartaya getirip bıraktığını, 1993’lerde Güneydoğu’da ‘ilan edilmemiş, düşük profilli bir iç savaş yaşadığını’, zamanın Gen. Kur. Başkanı Doğan Güreş gibilerin daha sonralardaki itiraflarından da anlayabiliriz.

Kezâ, 1994’lerde, büyük belediyeleri kazanan Refah Partisi’ne iktidar verilmiyeceği fısıltıları ortasında, ‘İktidara gelişiniz kanlı mı olacak, kansız mı?’ şeklindeki bir soruya, RP lideri Erbakan’ın ‘Kanlı mı olacak, kansız mı? Buna siz (karşıtlarımız) karar verecekseniz!’ cevabı vermesi üzerine ne büyük tartışmalar yaşandığını ve hattâ, ‘28 Şubat zorbalığı’nın bu söze dayandırıldığını hatırlayalım. Baydemir’in sözü de bir düşmanlık için kullanılabilir ve hattâ istendiği üzere, sürtüşme zemininin alevlenmesinden meded umanların ekmeğine yağ sürülebilirdi.. Ama, o tavır, zâten problemli olan bölgeye, kanlı bir yaraya tuz dökmek yerine, hâzık bir hekim gibi yaklaşmak siyaseti takib olunması, aşağıdan almak sanılmamalıdır..

Bir diğer nokta... Hükûmet proğramı müzakereleri sırasında, Başbakan’ın, DTP’den, PKK’yı bir terör örgütü olarak tanımlamasını istemesi..

İşte bu, olacak şey değil.. Onlardan bu beklenmemelidir. Bu siyasî hareketin, Öcalan’ın gölgesi ve uzantısı olduğunu ve onun adına siyaset yaptığını bilmeyen yok..

Böyleyken, PKK’yı terörist olarak niteledikleri takdirde, bindikleri dalı kesmiş olacaklarını, dayandıkları tabanın ayaklarının altından tamamiyle gideceğini bilirler.. Kaldı ki, Öcalan’ı varoluş sebebi bilen ve onu âdetâ, T.C resmî ideolojisinin yaptığı gibi, bir ‘ikon’ halinde görenlerden böyle bir açıklama beklemek, en basitiyle, ‘Bizi kandırınız. veya takıyye yapın! demek olur..

Üstelik, Öcalan avukatları aracılığıyla yaptığı açıklamada DTP’lileri haşlayıp, ‘sadece benim adıma sığınarak halktan oy istediniz, hiç çalışmadınız..’ demiş ve bu azarlama ve aşağılama karşısında, - Meclis’e bağımsız olarak seçilip, bir grup oluşturan- 20 m. vekilinden, -ister sevgi yüzünden deyiniz, isterse korku-, tek bir kişi olsun itiraz edememişti.. Ve Öcalan da, İmralı’da askerin elindedir.. Geçmişte hiçbir mahkûm siyasetçiye tanınmamış bir imkan ile, Öcalan’ın dışarıyı mesajlarla yönlendirmesinde, askerin etkisinin olmadığına inanmak için de çok safdil olmak gerekir..

Bütün bunlardan sonra.. Ülke ve halkın geleceği için, kan tepeye fırlayarak değil; ‘iç-savaş’ yerine, ‘iç- barış’ı patlatacak çalışmalara ağırlık verilmesi gerektiğini bir daha vurgulayalım.

• Generallere yapılan suçlamalar yerinde mi ?

Kanada’nın iki etkin gazetesinden alıntılar, 3 Eylûl tarihli Hürriyet aracılığıyla kamuoyumuza da yansıtıldı.. ‘The Toronto Star’, başyazısında Türkiye’deki siyasî gelişmelere değinerek şunları yazmış: ‘Bir referandum niteliğindeki erken genel seçimlerin sonucunda halkın istediği oldu. Artık generallerin gerçekleri kabul etme zamanı geldi. (…) NATO ülkeleri Türkiye’deki bu seçimleri ve sonuçlarını kabul ediyor.(...) Ülkenin güçlü başbakanı Tayyib Erdoğan, artık Ordu’yu demokrasiye bir daha müdahale edemeyecek duruma getirecektir.’

‘The Edmonton Sun’ gazetesi de şunları yazmış: ‘NATO’nun 550 bin kişilik, ikinci büyük ordusunu idare eden generaller, geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanı’nın yemin törenine katılmayarak son derece anti-demokratik bir tavır sergilediler. Yemin töreninden birkaç gün önce, Gen. Kur. Başk. Org. Yaşar Büyükanıt, laikliğin tehlikede olduğunu ileri sürerek 1960’lı yılların darbelerini anımsattı.. NATO ve ABD Türkiye’deki demokrasiyi desteklemek istiyorlarsa, bir an önce, bu generallerin madalyalarını parlatmak üzere kışlalarına dönmelerini sağlamalıdırlar..’

Bu tesbit ve değerlendirmeler Büyükanıt’la emrindekilere gurur veriyor mu?