HAKSÖZ-HABER
Zaman gazetesindeki yazısında Mahmut Akpınar Gülen cemaatinin son süreçte zayıfladığı, güç kaybettiği, eridiği vb. iddiaları ele alıyor. Cemaatle ilişkisi itibariyle 3 kategori tanımlayan Akpınar birinci halkanın zayıflamak şöyle dursun pekiştiğini, 2. ve 3. halkalarda ise daha çok Hükümet korkusuyla kısmi geri çekilmeler yaşandığını söylüyor. Sonuç itibariyle yaklaşık bir yıldır süren çatışmada tali denilebilecek kayıpların dışında ağır bir darbe yenilmediğini, hatta ilk zamanlar geri çekilen bazı unsurların tekrar cemaate yakınlaştığını iddia ediyor. Objektif bir analizden ziyade, güçlü görünme ve kuyruğu dik tutma mantığını yansıtan bu değerlendirmeyi aynen sunuyoruz.
***
Nefret söylemi ve camia’ya etkileri
Mahmet Akpınar/ Zaman
Nefret söylemi insanlara karşı önyargı, dışlama, korkutma, pasifleştirmedir.
Toplumun bir kesimini ötekileştirme, sindirme, gözdağı vermedir. Güçlü olanın ‘ötekileri’ sindirmek, yok etmek için kullandığı bir silahtır. Nefret söylemi kamu otoritesini kullananlarda tehlikelidir; zira memurlar o söylemler üzerine ayrımcılık yaparlar. Demokratik ülkelerde devletin temel görevlerinden birisi de nefret dilinin kullanılmasını engellemektir.
İktidarın ürettiği nefret söyleminin Hizmet Hareketi’ne etkileri üzerine 4 aydır, 3 araştırmacıyla yürüttüğümüz, farklı alanlarda ve görevlerde, Hizmet’ten 81 kişi ile görüştüğümüz çalışmayı tamamladık. Görüştüklerimizden bir kişinin dahi yılgın ve yıkılmış olmadığını söylememiz gerekiyor. Maruz kaldıkları muamele nedeniyle üzgün olmalarına rağmen inançlarında, geleceğe dair ümitlerinde sarsılma görmedik. Yaşanan süreci “ders çıkarılması gereken bir sınav” olarak görüyor ve durdukları yer nedeniyle şükrediyorlar. Mazlum olmayı, zulmeden olmaya tercih ettiklerini söylüyorlar. Nefret söyleminin bu kadar yoğun ve sert şekilde sürdürülmesini “örtülecek şeyin büyüklüğüne” bağlıyorlar. Olayların keskin bir ayrım oluşturduğunu, ayrışmanın camilere kadar indiğini ifade ediyorlar. Herkes ailesinde, çevresinde süreçle ilgili acı hikâyelere sahip.
Cemaat dağıldı mı?
Hareket’le ilgili kişiler “talebe”, “kardeş”, “dost” halkaları şeklinde tanımlanabilir. Talebe, Hizmet’i kendi malı gibi görenler; kardeş sahip çıkan ve savunan; dost ise kalben taraftar ve haricen destek olandır. Araştırma sonucuna göre 17 Aralık’la başlayan sürecin talebeler arasında ayrılmaya değil, kenetlenmeye sebep olduğu ve Hizmet insanlarının bilinç düzeyini artırdığı gözlemlenmiştir. Talebe halkasında bir kayıp yoktur; aksine farklı sebeplerle uzaklaşmış insanlardan geri dönenler vardır. Mütevelli denilen, Hizmetleri finanse eden esnaflar da bu gruptadır. Mütevelli seviyesinde uzaklaşma yüzde 3-5 civarındadır.
Sohbetlere dinleyici statüsünde katılan kardeş kategorisindekilerde ayrılma oranı şehirlerin durumuna, meslek gruplarına göre farklılık göstermekle birlikte yüzde 15-30 arasında değişmektedir.
Sempati duyan, dost kategorisindeki grupta baskı, korku, siyasi ayrışma gibi nedenlerle kopma ve uzak durma tavrı en yüksek oranda görülmektedir. Aidiyet duymayan, ama düzensiz yardımlarda bulunan bu kişilerden bazıları söylenenlere inanarak, bazıları korku nedeniyle bu süreçte Hizmet’le aynı kareye girmemeye itina göstermektedir. Bunun yanında, “bu dönemde sizin yanınızdayız” diyen yeni bir dost halkası oluşmuştur.
Hizmet hareketinden kopuşlar 30 Mart’a kadar olmuş, bu tarihten sonra dikkate değer uzaklaşma yaşanmamıştır. Uzaklaşanları üç grupta ele almak mümkündür:
a. AK Partililerin kullandığı “darbe” söylemini kullanan ve açık tavır alanlar. Bu grubun oranı en düşük seviyededir ve genelde Hizmet Hareketi’yle son yıllarda tanışanlardır. Bu kesimde geçmişinde siyasal İslam bağı olanlar oldukça yüksektir. Bütün uzaklaşanlar içindeki oranı yüzde 10-15 civarındadır.
b. Hizmet Hareketi’ni sevmekle, yararlı işler yapıldığına inanmakla beraber, kafa karışıklığı ve korku yaşayanlardır. Bu grup, süreçte kendisine, işine, ailesine zarar geleceğini düşünerek, riskleri nedeniyle uzak durmayı tercih etmiştir. Uzaklaşmış/kopmuş görünen kitle içinde en kalabalık, nefret söyleminin, sistematik tehditlerin en etkili olduğu grup budur. Bu grupta ağırlıkla kamu ihaleleri alanlar ve devlet memurları vardır.
c. Üçüncü grupta ise iktidarın baskısı nedeniyle kendini yakın tehdit altında gören ve bundan kurtulabilmek için; “ben üzerime düşen görevleri yapayım, ama kayda geçmeyeyim, bir süre görüşmeyelim” diyenlerdir. Bu grup sayısal olarak ikinci gruptan sonra gelmektedir. Nefret dilinin durması ve gündemin değişmesi durumunda birinci gruptakiler hariç b ve c grubundakilerin dönecekleri değerlendirilmektedir. Uzaklaşan tüm kişiler içinde b ve c grubundakilerin oranı yüzde 80’lerin üzerindedir.
Hizmet’ten uzaklaşanların birinci ve ikinci halkalardan (talebe ve kardeş) değil, büyük oranda dost kategorisinden, düzensiz katkı veya gönül desteği verenlerden olduğu görülmektedir. Nefret söyleminden en fazla etkilenenler az eğitimli, muhafazakâr, TV’den bilgilenen, varoşlarda veya kırsalda yaşayan, orta-alt gelir ve eğitim grubundaki kesimdir. Bu kesim üzerindeki en önemli faktör bir başbakanın Hizmet Hareketi’ni doğrudan hedef almasıdır. “Koskoca başbakan yalan mı söyleyecek?”, “Devletle kavga edilir mi?” türü yaklaşımlar etkilidir. Toplumda eğitim ve gelir seviyesi azaldıkça, kentlilikten kırsala doğru kaydıkça ve kadınlarda yolsuzluk yapıldığına inanmanın azalıp, “darbe yapıldı” inancının arttığını söylemek mümkündür.
Cemaat’te ciddi bir öfke kontrolü gözlenmektedir. Ancak doğrudan zarar gören mesleklerde (polisler gibi) etkilenme yükselmekte, dil sertleşmektedir. Bu durum, mağduriyetin nefreti/ayrışmayı derinleştirdiğini göstermektedir. Devletle işi olan, ihale alan, ruhsatı iptal edilebilecek esnaflar iktidar yanında yer almaya zorlanmış, yapılanlara katılmasa dahi tavır koyamamıştır. Hükümetin mali denetimle tehdit etmesi, kamu gücüyle baskı ve yıldırma politikaları toplumu-esnafları ciddi şekilde etkilemiştir. Süreç, AKP’li olmayan, ancak iktidardan çekinen pek çok kamu görevlisini tedirgin etmiş, inanmadıkları, desteklemedikleri halde iktidara yakın kuruluşlara-sendikalara yaklaştırmıştır. Devletle bağı olanlarda “Hizmet’ten olmadığını ispat çabası” ortaya çıkmıştır. Fişlemeler, beklentiler insanların davranışlarını değiştirmiş, insani ilişkileri yozlaştırmıştır.
Okullarda-dershanelerde veliler 30 Mart’a kadar beklemişler; seçimi müteakip öğrencilerini alma eğilimine girmişlerdir. Kurumlardan öğrenci alanlar öncelikle bürokratlar ve memurlardır. Bu kesimlere yönelik özel çalışmalar yürütüldüğü, tayin ve soruşturma kaygısıyla çocuklarını almak zorunda kaldıkları ifade edilmiştir. Dershane ve okul müdürlerine; “İktidarın bakısı olmasa gidenlerin ne kadarı ayrılırdı?” diye sorduğumuzda yüzde 5’i aşmayacağını söylemişlerdir. Bu da kamu otoritesinin hukuk dışı bir şekilde linç ve imha etmeye yönelik kullanıldığını ortaya koymaktadır. Hizmet okullarındaki kaybın yüzde 10-20 diliminde, dershanelerdeki kaybın ise yüzde 25-35 diliminde olduğu görülmektedir. Eğitim kurumlarından çocuklarını almada “fişlenme” kaygısı oldukça etkilidir. Ancak iddialarının ispat edilememesi, yolsuzluklarla ilgili verilerin netleşmesiyle birlikte öğrencilerden ve esnaflardan geri dönüşlerin başladığı, AK Partililerden “yolsuzluk” ve “Hizmet’e haksızlık yapıldığı” yönünde itirafların arttığı ifade edilmiştir.
Hizmet mensuplarında maruz kaldıkları nedeniyle bir inkisar varsa da, bu günlerin geçici olduğuna, hakikatlerin mutlaka ortaya çıkacağına, algı yönetiminin çökeceğine bir kesinlik içinde inanmaktadırlar. İktidar tarafından yapılan baskı ve tehditler Cemaat’te dağılmaya değil, Hareket’e bağlılığın artmasına neden olmuştur. Hizmet insanlarında bir rahatlık ve tevekkül gözlemlenmiştir. “Haram lokma yemedik” sözünü tekrar ederek yanlış yapmadıklarını belirtmişlerdir. Bir dershane müdürü, öğretmenlerin; “Dershaneler kapanırsa inşaatlarda çalışırız, ama bu çocuklara yine hizmet veririz!” dediklerini aktarmıştır. Esnaftan öğretmene Hizmet’ten pek çok kişi bu süreçle birlikte daha çok çalışmak, hizmet etmek gerektiğini anladığını ve rehaveti atarak gerilime geçtiğini söylemiştir.
*Doç. Dr., Siyaset Bilimci