Geçen kasım ayı başında çıkan bir yazımda şöyle diyordum: "Ankara'da bir şeyler oluyor... Genelkurmay Başkanı'nın, PKK'ya katılımlar askerî yöntemlerle önlenemez, Kürtlerin kültürel hakları tanınmalı, kanın durması için Mesut Barzani ile dahi görüşülebilir, şeklinde sözler sarf ettiği gazetelere sızdı...
Hükümet sözcüsü Cemil Çiçek bile, İspanya ve İngiltere'nin terörle nasıl mücadele ettiklerini inceliyoruz, dedi. İnsan yaşadıkça umudunu yitirmiyor. Acaba Ankara daha fazla gecikmeden, 30 bin insan daha ölmeden, Cemil Çiçek'e göre 1 trilyon dolar daha harcamadan Kürt sorununun çözümü için artık inisiyatif alacak mı?" (4 Kasım 2008)
Geçen ağustos başında çıkan yazımda da, çözüm yolunda gelişen adımları kaydettikten sonra, şöyle diyordum: "Türkiye barışa hazırlanıyor... Bunu gerçekleştirmek elbette kolay olmayacak, zira direnecek olanlar hâlâ az değil... Ama belki ilk kez Kürt sorununa çözümden yana olanlar ağır basıyor. Neden?.. İki tarafın militaristleri, Kürt sorununa askerî çözüm olamayacağını; Ankara, kimlik politikalarının sürdürülemez olduğunu; Iraklı Kürtler, Türkiye'ye olan ihtiyaçlarını; ABD ve AB dâhil ilgili bütün taraflar bölgede istikrarın ekonomilerin geleceği açısından hayati önemini görüyor." (1 Ağustos 2009)
Dün bütün dünya, Türkiye'nin iç barış ve huzurunu sağlama yönünde attığı büyük adıma tanık oldu. Kuzey Irak'taki Kandil dağından silahlarını bırakıp gelen 8 PKK militanı ile 16 yıl önce sığınmak zorunda kaldıkları Mahmur kampından gelen kadınlı çocuklu 34 Kürt yurttaşımız ülkeye döndü. 29'u hemen; yasadışı örgüt üyesi oldukları gerekçesiyle tutuklanma talebiyle mahkemeye sevk edilen 5'i ise, (istemeseler de) TCK'nın 221. maddesinden yararlandırılarak serbest bırakıldı. Başbakan Tayyip Erdoğan, AKP grubunda yaptığı konuşmada, bunu "son derece olumlu ve sevindirici bir gelişme" olarak gördüğünü söyledi. "Gerek dağdakilere, gerek Mahmur kampında, gerekse Avrupa'da olanlara, hepsine" çağrıda bulundu: "Vakit yitirmeden ülkenize dönün!"
Dönenler en az 50 bin yurttaş tarafından sevgi gösterileriyle karşılandılar. Bu gösterilere başka bir anlam yüklemenin hiçbir anlamı yoktur: Türkiye Kürtleri silahların susması, akan kanın durmasını kutluyor. Çatışmadan az çekmediler... Ölen binlerce kişinin ezici çoğunluğu, güvenlik kuvvetleri mensuplarının da büyük bölümü bölgenin insanları; yakılıp yıkılan onların bölgesi oldu... Kimse onlara bu kutlamayı çok görmemeli. Bu kutlamanın Kandil'de, Mahmur'da ve Avrupa'daki yakınlarına silahlardan arınmış, normal, insanca bir yaşam için yurtlarına dönmeleri için yaptıkları çağrıdan başka bir anlamı yoktur. Daha derinde bu kutlamalar, Türkiye'nin "insan" vasfına sahip bütün yurttaşlarının silahların susması, kardeş kanının akmaması, ülkenin bütün enerjisini özgürleşmeye ve zenginleşmeye harcaması umuduyla duyduğu sevincin ifadesidir.
20 Ekim 2009 günü Türkiye, iç barış ve huzura doğru büyük bir adım attı. İçişleri Bakanı Beşir Atalay, o gün Ankara'da yaptığı basın toplantısında, "eve dönüş"ün sürecin bir parçası olduğunu söyledi: "Çoğu uygulamayla görülecek bazı hazırlıklarımız var. İdari tasarruflarla olabilecekler var. Meclis tasarrufuyla olacaklar var. İnce ince dokumak gerekiyor. Yöntem, üslup çok önemli. Hassasiyetleri koruyarak yürüyeceğiz... Türkiye Cumhuriyeti olarak terörü bitirmek istiyoruz. Devletin bütün unsurları bu konuda kararlıdır. İnşallah önümüzdeki günlerde daha iyi haberler duyacağız..."
Türkiye, iç barış ve huzurunu tesis ederek Büyük Türkiye olmaya doğru büyük bir adım attı. Başta gelen iki muhalefet partisi liderinin bu adımı (biri "İmralı muhatap alınmıştır..." öteki "AKP, PKK'ya teslim olmuştur..." diyerek) baltalamaya çalışmaları, boşa çıkacak oy hesaplarıyla çatışma körüklemekten başka bir şey bilmemeleri, sadece tarihin çöp sepetine atılmaları zamanı çoktan gelip geçen, acınası birer politikacı olduklarını gösteriyor.
ZAMAN