Mustafa Öztürk’ün İblis’in Trajik Hikâyesi adlı makalesini (Ç. Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt 5, Sayı 1, Ocak-Haziran 2005) yakın zamanda okudum. Öztürk’e göre, yaratılış kıssasında geçen “iblis” ile cennette Adem ve eşini kandırması olayı dahil daha sonraki Kur’anî anlatılarda da geçen Şeytan arasında bir ayrım söz konusu değildir. Yazara göre, Allah’ın, “Âdem’e secde edin.” (Kehf, 18: 50) emriyle başlayan İblis’in “trajik hikâyesi” gerçekten vuku bulmuş olaylardan oluşmaz. İblis ve/veya Şeytan [söz konusu anlatı bağlamında] gerçekte bir metafordur. Onun ne yapıp ettiğini biz ancak psikolojik deneyimlerle anlarız.
Ne var ki, yazıda ifade edildiği gibi bu olayın yaşanmadığını, bir metafordan ibaret olduğunu kabullenmemiz, çok kuvvetli akli gerekçelerle ancak mümkün olabilir. Değilse bu anlayış, “Allahım, her ne kadar yaratılışta böyle şeyler oldu diyorsan da bence olmamıştır.” anlamına gelir. Yine yazıdaki gibi, İblis’in hikâyesinin trajik oluşundan kasıt onun zavallılığına işaret etmek ise, ben öyle düşünmediğimi belirtmeliyim. Çünkü İblis kendi etti, kendi buldu. İsyanına tevbe etmedi, sonucuna katlanacak.
Yine Öztürk, neredeyse bütün Müslümanların Allah-İblis diyaloğunu içeren pasajları ya gerçekten vukû bulmuş bir konuşma olarak algıladıklarını ya da gerçek anlamını ve niteliğini anlamadıkları halde anlamış gibi davrandıklarını ifade etmektedir. Ona göre, İblis’in insanı Allah’tan uzak tutan ve gerçekte bizim kendi günahımızdan ibaret olan mânianın/engelin kişileştirilmesidir. Zaten İblis’in hikâyesi Kur’an’a özgü de değildir. Çünkü buna benzer hikayeler kadim Mezopotamya’daki mitoloji edebiyatının yanısıra Yahudi ve Hıristiyan geleneğinde de mevcuttur. Çünkü (şeytanın içinde bulunduğu bir kategori olan) cin bir cins isimdir, şeytan ise bir sıfattır.
Yazarın dediği gibi Kur’an’da anlatılan bir kıssa başka din ve kültürlerde de olabilir. Zaten Hz. Muhammed ve Kur’an’ın “türedi olma” iddiası yoktur. Her ikisi rasul ve risalet zincirinin son halkalarıdır. Mezopotamya mitoloji geleneğinde bu anlatının var oluşu pekala “vahiy kökenli dinlerin kültürlere etkisi” olarak da görülebilir. Kaldı ki peygamberler ve risaletler arasında ayırım yapmayan Kur’an’ın anlattığı kıssalar yahut verdiği tarihsel örnekler gerek Ortadoğunun gerekse insanlığın ortak kültürünü baştan beri oluşturan vahiy kültürünün uzantılarıdır. Onun için Kur’anın anlatıları ile önceki din ve medeniyetlerin söyledikleri arasında ortaklık ve benzerliklerin bulunması doğaldır.
İblis’in cinlerden olduğunu ve cinlerin de ateşten yaratıldığını bildiren ayetleri dikkate alan Öztürk, makalesinin son kısmında -giriş ve gelişmeden beklenenin aksine- İblis adının soyut ama nesnel gerçekliği bulunan bir varlığa delalet ettiğini kabullenmektedir. Bununla birlikte, kimi zaman İblis’in diğer ismi veya sıfatı olarak kullanılan “Şeytan”a ait özellikler hesaba katıldığında, bunun kötülüğe ilişkin bir kişileştirme olduğunu, dolayısıyla Kur’an’daki kıssanın âfak ve enfüsteki iyilik-kötülük çatışmasına dikkat çeken bir temsil olduğunu söylemek gerektiğini ifade etmektedir. Özetle, İblis/Şeytan mevcuttur ama İblis kıssası temsildir.
Öztürk makalesinde, şeytanla empati içerikli ve Şehristânî’nin el-Milel ve’n-Nihal eserinden alıntılanmış sorular da sormaktadır. Bu sorulardan birkaçını belirtip şeytana sözümüzü söyleyelim:
1-Âdem’e secde etmeyince beni niçin lanetledi ve cennetten kovdu? Tek günahım (!) “Senden başka hiçbir varlığa secde etmemem” (Abdülkerim el-Cilî’ye göre şeytan müsait vakit bulsaydı, Adem’e secde etmeme gerekçesinin bu olduğunu söyleyecekti bkz. Sarmış, İbrahim, Tasavvuf ve İslam, 4. bs., Ekin Yay., İst., 2005, s. 281.) demek olduğu halde Allah’ın beni lanetleyip cennetten kovmasının hikmeti nedir?
Sen Allahu Teala’nın, “Ademe secde et.” emrine karşı geldiğin ve günahta ısrarcı olduğun için lanetlendin. Rabbine isyan eden Adem de cennetten kovuldu ancak tevbe etti ve mazeret uydurmadı. Bu onun cennette kalmasını sağlamasa da lanetlenmekten kurtardı. Ayrıca senin sadece Allah’a secde ettiğin bilgisi biz de mevcut değil. Belki de secde ettiğin senin arzuların idi. İmtihan edildiğinde riyakârlığın ortaya çıktı.
2) Eğer beni cennete girmekten men etseydi, Âdem kesinlikle benden yana rahat eder ve orada ebedî yaşardı. Böyle olmadığına göre bu işin hikmeti nedir?
O dilediğini yapar. Senin Allah’ı hesaba çekme yetkin yoktur. Ahirette Allah’ı hesaba çekeceğim diyen ve seni takip eden insanlar da mevcuttur. Onlar da ahirette bu tekebbürlerinin hesabını vereceklerdir.
6) Hesap Âdem ile benim aramda iken niçin onun evladına beni musallat etti? Onlar tamamen itaatkar kullar olarak yaşasaydı, bu durum elbette çok daha hikmetli olurdu. Böyle olmadığına göre bu işin hikmeti nedir?
Allah’tan “daha hikmetli” olduğuna inanman kendini Allah’a şirk koştuğunu gösterir. Allah sana “Ademoğullarına musallat ol.” demeden sen öyle yapacağını söyledin. Seninki “Ben batıyorum, ne kadar benim gibi batan olursa o kadar iyi olur, arada kaynarım” psikolojisidir.