İade Hadisesinin Ortaya Çıkardığı Hukuksuzluk

Taha Akyol, idamla yargılanan İhvan üyesi Ahmet Hüseyin’in Sisi cuntasına iadesini değerlendirdiği yazısında, gerek iade olayı gerekse de daha sonra serbest bırakılan THY çalışanının tutuklanmasının ortaya çıkardığı hukuksuzluğa dikkat çekiyor.

Taha Akyol’un Karar’daki köşesinde yer verilen yazısı (08 Şubat 2019) şöyle:

Hüseyin’in Trajedisi

Mısırlı genç Ahmet Hüseyin darbeci Sisi rejimi tarafından idama mahkum edilmiş.  16 Ocak’ta elektronik vize ile Atatürk havalimanına geliyor ve resmen iltica talebinde bulunuyor. Fakat “Mısır’ın iadesini istediği suçlular listesi”nde ismi var diye hemen ertesi gün Kahire’ye teslim ediliyor.

Bu, vahim bir insan hakları ihlalidir. Bir an için Mısır, General Sisi, Hüseyin kavramlarını unutalım, konuya sadece insan hakları ve Türkiye’nin hukuki itibarı açısından bakalım.

Anayasa Mahkemesi kararları

Aralık 2015’te bir İran vatandaşı Türkiye’ye iltica etmiştir. Tahran bu kişinin “rejim karşıtı” bir suçlu olduğundan bahisle iadesini istemiştir. Fakat İranlının avukatı Anayasa Mahkemesi’ne acilen başvurarak iade işleminin durdurulması için tedbir kararı verilmesini istemiştir.

Anayasa Mahkemesi, İran kanunlarında idam cezasının bulunmasını yeterli sayarak 16 Aralık 2015 günü şu kararı vermiştir:

“Ülkesine sınır dışı edilmesi halinde yaşamına yönelik ciddi bir tehlike ile karşılaşma ihtimali bulunduğu anlaşıldığından, tedbir talebinin kabulüne...”

Hatta AYM’ye göre, İran’da kırbaç cezasının bulunması bile, Tahran’ın istediği “suçlu” İran vatandaşlarının iadesine engeldir; AYM bunların iadesinin tedbiren durulmasına karar vermiştir. (Başvuru No: 2015/17658)

Kendi Anayasa Mahkememizin böyle yüzlerce kararı vardır. Rusya, İran, Arap ve Orta Asya devletlerinden Türkiye’ye sığınan birçok kimsenin ülkelerine iadesini, bizim Anayasa Mahkememiz oralarda ‘kötü muamele ve idam’ ihtimalleri bulunduğu gerekçisiyle tedbiren durdurmuştur.

Mısırlı Hüseyin ise, hakkında idam mahkumiyeti olduğu halde Kahire’ye teslim edilmiştir!

İdam cezası

Çağımızda insan hakları kavramı ve uluslararası hukuk kuruluşlarının raporları öylesine önemli hale gelmiştir ki, bizim Anayasa Mahkememiz mesela Uluslararası Af Örgütü’nün raporlarını, bir ülkede ağır insan hakları ihlallerin olup olmadığı konusunda referans kabul ediyor!

AİHM kararları kesinlikle bağlayıcı olduğu gibi, böyle raporların bile büyük önemi var.

Bunları tanımamak, bunların sonuçlarını ortadan kaldırmıyor.

Konu siyaseten istismara da açıktır. 15 Temmuz darbecilerinden bazılarının Yunanistan’a sığındığı biliniyor. Haklı olarak bunların iadesini istedik. Fakat Yunan Yargıtayı, “Türkiye’de devlet adamları idam cezasının geri getirileceğini söylüyor, böyle bir ihtimal var” diyerek, bu kişilerin Türkiye’ye iadesinin durdurulmasına karar veriyor! Bu konuda ceza hukuku uzmanı Prof. İzzet Özgenç’in “Suç Örgütleri” adlı kitabına bakabilirsiniz. (Sf. 82-83)

İdam cezasının geri getirilmesi seçim nutuklarıydı; böyle bir ihtimal yoktu ve yoktur ama Yunan Yargıtay’ı kullanıyor.

Mısırlı Hüseyin siyaseten değil de bürokratik hata ile iade edilmişse bile mesele hukuken vahimdir; açıklığa kavuşturulmalıdır.

Dahası, bu gencin elleri arkadan kelepçeli resmini çekip paylaşan temizlik işçisi hakim kararıyla tutuklandı!

Ne gerekçeyle?.. “Halkı kin ve düşmanlığa teşvik” gerekçesiyle!..

Hiçbir hukukçu çıkıp böyle bir fotoğrafın suç olabileceğini açıkça iddia bile edemez ama tutulama sebebi olabiliyor!

Neyse ki sosyal medyada yaygın tepkiler oldu ve tutuklama kararı kaldırıldı.

Devletin bekası için hukuk

Gencecik bir insanın bürokratik hata bile olsa idam edilmek üzere ülkesine gönderilmesi o insan için bir trajedidir.

Fakat hukuka aykırı olaylar, hukuka aykırı yargısal kararlar, delilsiz iddianameler, mesnetsiz tutuklamalar, haksız mahkumiyetler, hele de yargının siyasallaşması gibi endişeler arttıkça sorun Türkiye için daha önemli hale gelmektir.

HSK Başkanı ve siyasi sorumluluk sahibi bakan sıfatıyla Adalet Bakanı Gül yargıda yapılan bu tür ihlaller “yargısal tasarrufların meşruiyetine ve yargıya olan toplumsal desteğe de zarar verebilmektedir” diye konuştu.

Ondan sonra da diyoruz ki, Türkiye güvenli limandır, gelin yatırım yapın!

Türkiye’nin “beka davası” için en önemli, en öncelikli milli, vatani ve insani görev, içte de dışta da güvenilir, kararlarının “meşruiyeti” zedelenmemiş bir “hukuk devleti” düzeyine yükselmektir.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!