Hz. Süleyman ve Atlar Kıssası

CENGİZ DUMAN

Giriş:

Süleyman(a.s) ve atlar kıssası, Kur’an-ı Kerim’in, Sad suresindeki yalnızca üç ayette anlatılmaktadır. “Akşama doğru kendisine, üçayağının üzerine durup bir ayağını tırnağının üzerine diken çalımlı ve safkan koşu atları sunulmuştu. O da demişti ki: "Gerçekten ben, mal (veya at) sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı tercih ettim. Sonunda bu atlar (koştular ve toz) perdesinin arkasına saklandılar. Onları (atları) tekrar bana getirin, dedi. Bacaklarını ve boyunlarını meshetmeye/sıvazlamaya başladı. Süleyman: Gerçekten ben mal sevgisini, Rabbimi anmak için istedim, dedi.”1

Kur’an kıssalarının genelinin özelliği olan mücmellik olgusu bu üç ayetlik kıssada da kendini göstermektedir. Şayet, genel olarak tüm Kur’an kıssalarında ve spesifik olarak bu kıssadaki mücmelliği doğru algılayıp sahih bir mufassallaştırma gerçekleştiremezsek kıssanın kaderi! temsili/dramatik/sembolik gibi tanımlamalar yapan bir takım modernist eğilimlerin elinde adeta istenilen amaca göre kodlanan bir malzeme! haline gelecektir.

Neden böyle söylüyoruz. Çünkü modernist ve rasyonalist yaklaşımın günümüz önderi(!) Halefullah ve tâbileri; bu kıssanın tarihsel olmadığını bile savunabilirler. Onlara göre kıssaların tarihselliğinde aranan zaman, kronoloji, mekân ve olay bütünlüğü bu kıssada bulunmamaktadır.

Yani bu üç ayette, Süleyman ve atlar kıssasındaki olayların geçtiği mekân/coğrafya hiç belli değildir. Süleyman(a.s)’ın yaşadığı zaman, takvimsel anlamda bildirilmemiştir.

Kronoloji de yok sayılır, çünkü kıssanın başı ve sonuna dair gelişmeler anlatılmamaktadır. Kıssaya birden başlanıp aniden bitirilmektedir. Dolayısıyla bir insan hayatının evreleri veya bir olayın giriş, gelişme ve sonuç gibi bölümleri yoktur veya tam değildir.

Bunların yanı sıra Kur’an’da mücmel olarak anlatılan Süleyman ve atlar kıssasında, Tevrat’taki kıssalar gibi olay bütünlüğü yoktur. Yani Süleyman(a.s)’ın hayatına ait kıssanın sadece bir bölümü kıssa edilmekte, diğer unsurlar ise hazfedilmektedir. Mesela Süleyman(a.s) bu atları nerede istihdam eder, nasıl besler, nerede yetiştirir, v.s gibi müteselsil olgular yoktur.

Halefullah tarafından sistematize edilen bütün bu tarihsel unsurların yok’luğunu bir araya toplarsanız, malum ekolün(!) zihniyetine göre bu kıssa, vakii/tarihsel/gerçek değildir deyip çeşitli etimolojik, lügavi ve arkeolojik manevralarla kıssayı istediğiniz gibi yorumlayarak;  rahatlıkla burada amaç sadece mesaj vermektir, diğer anlatılan teferruat cahiliye toplumu mitolojilerinin hurda malzemesinin, Allah tarafından, modifiye edilerek, Kur’an muhataplarına sunulmasıdır, iddiasında bulunabilirsiniz.

Ya da bir başka modernist ve rasyonalist yazara göre; atın bilmem hangi devletin arması(!) olduğunu iddia ederek, “malum at rumuzlu devletin veya kabilenin, Hz. Süleyman tarafından egemenliği altına alınarak, barış ve huzur ortamında(!) Süleyman(a.s)’ın istediği istikamette çalıştırıldığını savunabilirsiniz.”

Bunlar sahih bir metodolojisi olmayan modernist ve rasyonalist uygulamalar olarak tebarüz etmekte ya da edecek olan olgulardır. Ya geçmişte kıssanın başına gelen israiliyat ve indî nitelikli tefsirlere ne demeli.  İbni Kesir’de; “İbni Cerîr derki: Bize Muhammed İbn Beşşar’ın ….İbrahim el-Teymî’den “Hani ona bir akşam çalımlı ve cins koşu atları sunulmuştu.” ayeti hakkındaki rivayetine göre o, şöyle demiştir: Onlar kanatlı yirmi kısrak idi.”2 Rivayeti yer alırken; Kurtubi’de ise; “el-Hasen dedi ki: Bana ulaştığına göre bunlar denizden çıkmış kanatlı atlar idi. ed-Dahhak da böyle demiştir. Yine belirtildiğine göre bunlar Süleyman'a denizden çıkartılmış kanatlı ve nakışlı atlar idiler. İbn Zeyd dedi ki: Şeytan Süleyman'a denizdeki yaylaklardan atlar çıkarmıştı. Bu atların da kanatları vardı. Ali (r.a) da böyle demiştir: Buna göre onlar kanatlı yirmi at idiler. Yüz at olduğu da söylenmiştir.”3 şeklinde Kur’an perspektifine aykırı indî rivayetler sunulmaktadır.

Dolayısıyla tefsir ve siyer külliyatında; Hz. Süleyman’ın temaşa veya teftiş ettiği atları, deniz hayvanı ilan edenleri mi, bu atlara, kanatlar takanları mı, nakışlar giydirenleri mi ararsınız; temaşa edilen bu gariban! atların, namaz vaktini geçirttiği için, Süleyman(a.s)’a, onların ayaklarını kılıçla biçtirenleri mi! velhasıl ne ararsanız(!) bulabilirsiniz. "Süleyman (a.s), atların ayaklarını ve boyunlarım sıvazlamaya başladı" (…) Ekseri âlimler ise bunun, "O, o atların ayaklarını ve boyunlarını kılıçla meshetti, yani kesti" manasında olduğunu söyleyerek şöyle demişlerdir: "Hz. Süleyman (a.s) o atlara bakmakla oyalandığı için, ikindi namazını kaçırınca, o atların tekrar getirilmesini isteyip, Allah'a yaklaşmak (kurban) maksadıyla, onların boyunlarını ve ayaklarını kesti." Bence bu da uzak bir izahtır.”4

Bu rivayetle; Kurban edilebilecek hayvanının at da olabileceğini ve Kurban’ın, başından başka yerinin de kesilerek, kurban edilebildiğini bu rivayetlerle öğrenmiş(!) olmaktayız.

Modern yorumculardan birinin konuyla ilgili mealine bir bakalım: “…getirin bana onları! dedi. Bunun üzerine atlar getirildi; Süleyman da onların bacaklarını kesip devirerek hepsini boğazladı.”5 Hz. Süleyman’a önce atın bacaklarını kestiren Öztürk, sonra da boğazlatarak atları telef ettirmektedir! Öztürk’ün verdiği meal; hem ayetteki “…meshan bis sûkı vel a’nâk” kelimelerinin kronolojisini (bacak-boyun) tam oturtturmak hem de atları zorluk çekmeden devirip kesmenin (önce bacaklarını kesip devirmek sonra kolayca başlarını gövdeden ayırmak şeklinde) kolay bir yolunu(!)  gösterse gerektir!.. İyi ya! böyle eziyetle atları katleden! bir Peygamber imajı nasıl savunulacak?  Kolay!.. Atlar, İkindi namazını kaçırmaya sebep olduğu için, “Caiz”dir(!) denilerek, herhalde…

Velhasıl mesnedi ve tutarlılığı olmayan bir yığın uydurulmuş veya (iyi niyetle de olsa) müteselsilin aktarılmış hurafe-hurda! malzeme, tefsir ve tarih kitaplarında okurları yanıltmayı(!) bekliyor.

İşte biz bu incelememizde örneğini verdiğimiz bu olumsuzlukların hiç birine ödün vermeden, mücmel olarak nazil olan bu kıssayı, Kur’an perspektifinde sahih bir metodoloji ile mufassallaştırıp, bütüncül olarak, tarihselliğinin eşliğinde mesajlarını anlamaya çalışacağız.

Kur’an ve at/atlar bağlamı:

Öncelikle Sad suresindeki, Hz. Süleyman ve atlar kıssasındaki;  “Akşama doğru kendisine, üçayağının üzerine durup bir ayağını tırnağının üzerine diken çalımlı ve safkan koşu atları sunulmuştu. Sonunda bu atlar (koştular ve toz) perdesinin arkasına saklandılar.” anlatımlarının Arap toplumu arka planını anlamamız gerekmektedir. Yani Allah neden, “Biz Davud'a Süleyman'ı verdik. Süleyman ne güzel bir kuldu! Doğrusu o, daima Allah'a yönelirdi.” ayeti arkasından birden atlar ile ilgili bu anekdotu sunmuştur?

Tüm insanlıkta ve aynı zamanda Arap cahiliye toplumundaki at6 olgu veya algısını yansıtacak olan Kur’an-ı Kerim’in şu ayetleri; aynı zamanda Hz. Süleyman’ın at sevgisi ve bunun üzerine gelişen olayın alt yapısı veya psikolojisini en güzel şekilde ifade edecektir.

Atlar binek aracıdırlar:

“Atları, katırları ve eşekleri binmeniz ve (gözlere) ziynet olsun diye (yarattı). Allah şu anda bilemeyeceğiniz daha nice (nakil vasıtaları) yaratır.”7

b- Atlara sevgi Allah’ın ihsanıdır ve fıtridir:

“Nefsanî arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir.”8

c- Atlar savaşma aracıdırlar:

“Onlara (düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın, onunla Allah'ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah'ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz.”9

Kur’an’ın çeşitli surelerindeki ayetlerde anlatılan at/atlarla ilgili bu tabii ve insani olgular, insan hayatı ile at’ın iç içe girdiğini resmetmektedir. Tabii bir vasıta olarak, Cenabı Hakk tarafından yaratılan at, insanoğlu tarafından binek olarak ve her türlü taşımacılıkta kullanılırken aynı zamanda savaş aracı olarak kullanılmaktadır.  

At/atların bu derece insan hayatına girmiş olması aynı zamanda ona bir ünsiyeti de getirmiştir. Çünkü at ve insan ikilisi, diğer insanlara karşı üstünlük ve enaniyeti de pekiştirebilmektedir. Günümüzün otomobil ve sürücüsü ilişkisi gibi. Kişinin arabası ne kadar forslu! olursa sahibi de o kadar kendini forslu! hissetmekte veya bu yolla kendisini hissettirmeye/gösterişe çalışmakta değil midir? Bu yüzden Cenabı Hakk, “salma atlaradüşkünlük insanlara çekici kılındı.” diyerek insanların, at’a düşkünlüğünü vurgulamıştır. Hz. Süleyman da, kâfirlere karşı atlardan oluşan savaşçı birlikleri ile üstünlük sağlamaktaydı. Bu yüzden ordusundaki atların, tevhidi yapının kuruluş ve idamesindeki yararını en iyi bilenlerdendi.

Kur’an’da, at ile ilgili bu vurgular, Kur’an’ın nuzül dönemi muhataplarının at ile ilgili konumunu belirttiği kadar, Süleyman peygamberin at sevgisi ve döneminin at olgusunu da tasvir etmektedir kanaatindeyiz. Hatta at’ın yerini otomobil veya diğer araçlar almış olsa bile günümüz için de bu vurgular geçerlidir.

Süleyman ve atlar kıssasının mahudu/Arap toplumu arka planı:

Cahiliyye Arap toplumu arka planındaki bu at endeksli Kur’an anlatımları, at’ın hem insanlık hayatındaki genel yerini ve hem de bireysel ya da sosyal yaşantıdaki boyutunu izhar etmektedir. Kur’an muhatabı bu toplumlar sonrası da öncesi de tüm toplumlarda aynı ilgi seviyesinde olan at/atlar’ın, Süleyman peygamber dönemindeki işlevi de emsal pozisyondadır.

Hz. Süleyman’ın aynı zamanda bir devlet başkanı olması hasebiyle atlardan savaş aracı olarak yoğun bir şekilde yararlandığını bilmekteyiz. Bu bilgimizin kaynağı ise Hz. Süleyman’ın da kendisi ile amel edip, toplumuna tebliğ ettiği Tevrat’ın müstakil kitaplarında bulunmaktadır.

Şimdi evveliyatla şöyle bir sağlama yaparak, Süleyman ve atlar kıssasının mufassallaştırılmasındaki metodolojimizi doğrultalım. Kur’an’ın mezkûr kıssası ve diğer Süleyman kıssaları versiyonları ne zaman nazil olmuşlardır? Tevrat’ın hâlihazırda var olan bilgileri üzerine.

Binaenaleyh Hz. Süleyman ile ilgili kıssanın detayları ile anlatıldığı Tevrat malumatı ve buna ek kültürel ve sosyal malumat, Mekke ve Medine Arap toplumunca gerek Ehl-i kitap etkileşimleri, gerek Kudüs-Şam ve civarına yapılan ticaret seferlerindeki edinilen kişisel tecrübelerle bilinmekteydi. Bu yüzden Kur’an, Süleyman’ın eşsiz hükümdarlığının etken odaklarından biri olan atlarla ilgili Tevrat’taki detay malumatı vermeden, bilinen bu olgudan, mücmel olarak bahsederek, Süleyman’a sonradan yüklenen dünya malına tamah eden biri olgusunu yani yanlış imaj/imajları tashih etmektedir.

Kur’an’ın amacı daha evvel nazil olan Tevrat’taki tarihsel ayrıntıları yeniden gündem etmek değil, bu tarihsel anlatılanlardan veya onun yanlış yorumlanmasından ortaya çıkan olumsuz (dünyevî ve beşerî) Süleyman profiline, tevhidi ve hidayet istikametinde tashihat yaparak; Hz. Süleyman’ın kurduğu bu büyük hükümranlıkta, Allah’a ulaşmada vesile olmalarına istinaden atları veya dünya metaı’nı sevdiğini belirtmektedir. “Süleyman: Gerçekten ben at/mal sevgisini, Rabbimi anmak için istedim.”10

Yani Hz. Süleyman’ın at/atlara veya dünya metaı’na duyduğu sevgi, amaç değil, Allah’a ulaşmada araçtır. Oysa gerek Ehl-i Kitap gerekse Arap toplumu kültüründe Süleyman’ın at sevgisi veya istediği zenginliğin “amaç” olduğu yorumlarından oluşan beşeri zenginliğe atıflar bulunmaktaydı ve Kur’an bu iddialara karşın, beyan ettiği Süleyman ve atlar kıssası ile oluşmuş olan bu yanlış inancı tashih etmektedir.

İşte Kur’an; bu hidayete yönelik tevhidi mesaj için, az ya da çok, Arap toplumunca bilinen detayları tam olarak vermeden, mücmel/kısa/öz olarak, Süleyman ve atlar kıssası ve etrafında gelişen öğüt ve ibretlik olguyu aktarma amacındadır. Kur’an tarihsel olarak bilinen Süleyman kıssasından çok küçük bir anekdot alarak, tevhidi ve hidayet içerikli mesajlarını sunmaktadır. Kur’an kıssasının amacı salt tarihsellik değil, mevcut (Arap arka planı) tarihsellik nezdinde olumlu ve olumsuz yanları topluma arz etmektir.

Dolayısıyla mücmellik/kısa/öz barındıran Kur’an’ın Süleyman ve atlar kıssasını, Tevrat’taki ilgili kıssanın tarihsel verilerinden yararlanarak, Kur’an perspektifinde detaylandırmak/mufassallaştırmak gerekmektedir. Yapılacak bu uygulama da yine Kur’an perspektifinde sahih bir metodoloji olacaktır.

Tevrat ‘taki Süleyman’ın atları ile ilgili tarihsel veriler:

Kur’an’ın, Süleyman ve atlar kıssası, nüzul ortamı arka planında bulunanlar üzerinde yaptığımız bu tespitlerden sonra yine Arap arka planı yazılı unsurlarından biri olan ve Kur’an kıssalarını mufassallaştırmada ana kaynak olması gereken Tevrat metinleri içerisindeki tarihsel verileri bulmaya çalışalım.

Tevrat’ın birinci Krallar kitabında;  “Süleyman'ın savaş arabalarının atları için kırk bin ahırı ve on iki bin atlısı vardı.”11 diyerek hem atların yoğun olarak kullanıldığı alan (askeri) belirtilmekte hem de sayısal değerler verilmektedir.

Hz. Süleyman’ın savaş aracı olarak kullandığı at ve atlı birlikleri hakkında Tevrat’ın, İkinci Tarihler kitabında; “Kral Süleyman savaş arabalarıyla atlarını topladı. Bin dört yüz savaş arabası, on iki bin atı vardı. Bunların bir kısmını savaş arabaları için ayrılan kentlere, bir kısmını da kendi yanına, Yeruşalim'e yerleştirdi.”12; İkinci Tarihler kitabında ise; “Süleyman'ın atlarla savaş arabaları için dört bin ahırı, on iki bin atlısı vardı. Bunların bir kısmını savaş arabaları için ayrılan kentlere, bir kısmını da kendi yanına, Yeruşalim'e yerleştirdi.”13 şeklinde sayıları değişen tarihsel bilgiler verilmektedir:

Bu anlatımdan şu önemli tarihsel bilgiyi almaktayız. Hz. Süleyman, atları, büyük ölçüde savaş aracı olarak kullanmaktadır ve askeri başarısının bir bölümü bu strateji dolayısıyladır.14

İkinci olarak atların, savaş düzeninde;  süvarilerin altına verilmesi şekliyle değil,  savaş arabaları önünde koşturulması şeklinde kullanıldığını anlamaktayız.15

Yine bu anlatılan tarihsel verilerden “…Bunların bir kısmını savaş arabaları için ayrılan kentlere, bir kısmını da kendi yanına, Yeruşalim'e yerleştirdi…” ifadesinden; Hz. Süleyman’ın mezkûr atlı birliklerini belli başlı şehirlere konuşlandırdığını dolayısıyla savaşın gelişimine göre dağınık konuşlanan bu birlikleri ya bir araya toplayarak ya da gidilen yöne ait birlikleri yanına alarak savaşa yönlendirdiğini anlamaktayız.

Hz. Süleyman’ın, Tevrat’taki sayısal veriler dikkate alındığında devasa atlı birlikleri için lojistiği nasıl sağladığı sorusunun cevabı ise şöyle verilmektedir:  “Her vali kendisine verilen buyruk uyarınca, savaş arabalarının atlarıyla öbür atlar için belirli bir yere arpa ve saman getirirdi.”16

Hz. Süleyman’ın siyasal örgütlenmesinde kullandığı genel valiler, onun savaş arabalı atlı birlikleri için de lojistik sağlamak zorundaydılar. Her vali, bulunduğu yere yakın bu savaşçı atlı birliklere ikmal yapmakla yükümlüydü.

Hz. Süleyman’ın atlı savaş arabalarını konuşlandırdığı şehirlere verdiği önem hakkında Tevrat’ta,  şunlar anlatılmaktadır. “Baalat'ı ve yönetimindeki bütün ambarlı kentleri, savaş arabalarıyla atların bulunduğu kentleri de onarıp güçlendirdi. Böylece Yeruşalim'de, Lübnan'da, yönetimi altındaki bütün topraklarda her istediğini yaptırmış oldu.”17

Hz. Süleyman’ın atlı birlikleri ile ilgili bu stratejik ve taktik malumatı edindikten sonra akla gelen soru şudur: Hz. Süleyman bu kadar atı nereden bulmaktadır18? Bunun cevabı Tevrat’ta şöyle verilmektedir;  “Süleyman'ın atları, Mısır ve Keve'den getirilirdi. Kralın tüccarları atları Keve'den satın alırdı.  Mısır'dan bir savaş arabası altı yüz, bir at yüz elli şekel gümüşe getirilirdi. Bunları bütün Hitit ve Aram krallarına satarlardı.”19 Bir başka yerde ise; “Süleyman'ın atları Mısır'dan ve bütün öbür ülkelerden getirilirdi.”20 şeklinde belirtilmektedir.

Hz. Süleyman’ın atlarıyla ilgili bu tarihsel bilgilerin yanı sıra şu önemli hususun altını çizmeliyiz. Süleyman(a.s) sonrası atların ve savaş arabalarının öneminin saptırılarak bir tapınma, kurban aracı olarak kullanıldığını da gözlemlemekteyiz. Süleyman sonrası “Krallar” döneminde yönetimde olan bazı kâfir krallarca, Süleyman mabedine kurban olarak, atların ve savaş arabalarının sunulduğu, Tevrat metinlerinde aktarılmaktadır. “Yahuda krallarının güneşe adamış olduğu atları RAB'bin Tapınağı'nın girişinden kaldırdı. Atlar tapınağın avlusunda, harem ağası Natan-Melek'in odasının yanındaydı. Yoşiya güneşe adanmış savaş arabalarını da ateşe verdi.”21

Tevrat metinlerinde yer alan bu anlatımlar, Süleyman(a.s) dönemi ve sonrasında, at’ın toplumda ne kadar güçlü bir yeri olduğunu bize izhar etmektedir. 

Kur’an’da Süleyman ve atlar kıssası:

Sad suresindeki; Biz Davud'a Süleyman'ı verdik. Süleyman ne güzel bir kuldu! Doğrusu o, daima Allah'a yönelirdi.”22 ayeti sonrası başlayan Süleyman ile ilgili bölümde, öncelikle Hz. Süleyman’a sunulan atların tasviri yapılmaktadır.  “Akşama doğru kendisine, …sâfinâtul ciyâd.. / üç ayağının üzerine durup bir ayağını tırnağının üzerine diken çalımlı ve safkan koşu atları sunulmuştu.”

İmam Razî, ayetteki, Süleyman’a arz edilen atları tavsif eden “sâfinâtul ciyâd”ı şöyle açıklamaktadır: “Sâfinâtü'l-ciyâd deyimi ile atlar kastedilmiştir. Bu atlar, iki sıfatla nitelenmiştir: 1) Sâfinât olarak; Sıhah müellifi (Cevheri) şöyle der: Safin, ayaklarını bir araya getiren demektir. Nitekim hadiste de, "Biz (ashab), Hz. Peygamber (s.a.s)'in arkasında namaz kıldığımızda, o başını rükûdan kaldırınca, biz "sufûn" olarak, yani ayaklarımızı birleştirmiş olarak kalkardık denilmiştir. Ben derim ki: Her iki durumda da, "sufûn", atın faziletine delâlet eden bir sıfattır. 2) "Ciyâd" olarak... Müberred şöyle der: Ciyâd, cevâd’ın çoğulu olup, hızlı koşan manasınadır. Nitekim insanlardan, cömert olanlar (cevâd'lar) da, mallarını hızlı bir şekilde verip harcarlar. Binaenaleyh ayetin maksadı, o atların, dururlarken de, hareket ederlerken de mükemmel ve kaliteli olduklarını anlatmaktır. Onlar dururken, "sâfinât" olarak, hareket halinde iken de, "ciyâd" olarak nitelenmişlerdir. Yani, "Onlar durduklarında, en güzel bir biçimde sakin olarak dururlar. Hareket ettiklerinde de, hızlıca giderler. Dolayısıyla bazen istersin ona yetişirsin, ama bazen istediğin halde, ona yetişemezsin.”23

Hz. Süleyman’a sunulan atlar hakkında Kur’an’ın kullandığı, “sâfinâtul ciyâd”24 kelime veya terimleri, tamamen bu atların mükemmelliğini ifade etmek amaçlıdır. Hz. Süleyman kendisine arz edilen bu atları kendi binek olarak kullanmayıp ve de bu atlarla  “at yarışı” yaptırmayacaksa!  O halde bu atlar ne için kullanılacaktır? Veya Süleyman’a arz edilmelerinin sebebi nedir?

İşte işin tefsirlerde olmayan ilginç yönü budur. Hz. Süleyman’a sunulan atların, “sâfinâtul ciyâd” niteliği üzerinde oldukça detaylı olarak duran müfessirler bu harikulade gösterişli atların ne amaçla ve nerelerde kullanıldığı üzerinde her nedense durmamışlardır.

Oysa Hz. Süleyman’a atların sunulması; Arap arka planındaki Tevrat’ın tarihsel bilgileri nazara alındığında; ordusunun atlı birliklerini oluşturan atların niteliği hakkında ona bilgi vermek onu ikna ve onun tasvibini alma amaçlı olsa gerektir. Nitekim istisna da olsa Vehbe Zuhayli bu konuya değinmektedir: “Hz. Süleyman'a bin adet at gösterilmişti. Buradaki "gösterme" günümüzde askerî birliklerde mevcut olan "arz etme" gibidir.”25 Zuhayli’nin verdiği, bin at sayısının gaybi bir olgu olduğunu belirterek bir yana bırakırsak elimizdeki tarihsel veriler nezdinde; Süleyman’a arz edilen atların tamamen teftiş amaçlı olduğunu kabul edebiliriz.

Dolayısıyla Kur’an’da anlatılan Süleyman ve at’lar kıssasındaki atların Süleyman’a arzı tamamen teftiş amaçlı bir olgu olsa gerektir. Hz. Süleyman da ordusunun başarılarında etken olan bu hayvanları teftiş ederken; onların Allah’ın emirleri doğrultusunda yapmış oldukları faydaları dolayısıyla sevmiştir. “Onları (atları) tekrar bana getirin, dedi. Bacaklarını ve boyunlarını meshetmeye/sıvazlamaya başladı.”26

Tevrat’taki tarihsel alt yapı ile Kur’an’ın mücmel anlatımları örtüştürüldüğünde bu mesaj ve ibretler rahatlıkla ortaya çıkmaktadır. Tevrat, atların nerelerde nasıl kullanıldığının tarihsel bilgilerini verirken o atların mahiyeti üzerinde durmamıştır. Kur’an, Tevrat’taki bu eksikliği tamamlayarak Hz. Süleyman’ın atlara olan ilgisinin tevhidi odaklı olduğunun altını çizmiştir.  “Fe kâle innî ahbebtu hubbel hayri an zikri rabbî…/Süleyman: Gerçekten ben mal/at sevgisini, Rabbimi anmak için istedim, dedi.”27

Oysa bazı müfessirler Hz. Süleyman’ın atlara olan sevgisini yanlış yorumlayarak bir peygambere yakışmayacak tavırları ona mal etmeye çalışmışlardır. “el-Hasen, el-Kelbî ve Mukatil dedi ki: Süleyman(a.s) ilk namazı kıldı ve tahtı üzerine oturdu. Atlar da ona sunuluyordu, bunlar bin tane idi. Bu atlardan dokuz yüzü kendisine sunulduğunda ikindi namazı hatırına geldi. Güneş de batmış, namazı da geçmiş idi. Ondan çekinildiğinden kimse ona durumu haber vermemişti. Bu işe çok üzüldü ve: "Onları bana geri getirin" dedi. Ona geri getirildiklerinde Allah'a kurban olmak üzere onları kılıçla kesti ve onlardan geriye yüz tane kaldı. İşte bugün o asil atlardan insanların elinde kalan atlar bu geri kalan atların soyundandırlar.”28 Beydavi’de namaz kaçırmaya, vird29 okuyamamayı da ekleyerek; Hz. Süleyman “…ikindiyi kaçırdığı için ya da virdini okuyamadığı için buna üzüldü, onları getirmelerini istedi, Allah’a Kurban olarak kesti.”30 şeklinde yorum yapmaktadır.

Sad suresi otuz üçüncü ayetinin tefsirinde V. Zuhayli, Hz. Süleyman’a atfedilen olumsuz tavra dair yorumları eleştirerek şunları kaydeder: "Onları bana getirin." kendilerinden bir nimet olarak istifade etmem için o “sâfinât” atları bana geri getirin. Yani koşucu ve süratli bu hayvanları himayesine aldı. "Bacaklarını ve boyunlarını" atların ayaklarını ve boyunlarını "okşamaya başladı." Yani onları güzel bulduğu ve beğendiği için okşamaya başladı, onları tımar etti, onlara iltifat gösterdi ve eliyle alınlarını meshetti. Buradaki anlam; "İkindi namazını geçirmesine sebebiyet verdikleri için onları kılıçla boğazlayıp kesmeye başladı, Allah Teâlâ’ya yaklaşmak maksadıyla onların bacaklarını kesti ve onları boğazladı ve etlerini tasadduk etti. Bunun üzerine Allah Teâlâ da ona, bu atların yerine onlardan daha hayırlı ve daha süratli olan rüzgârı verdi. Rüzgâr, o nereye isterse o tarafa giderdi" tarzında değildir. Çünkü böyle bir davranış peygamberlik makamı ile bağdaşmaz, ona lâyık değildir ve bu anlatılanlar, İslâm kaynaklarına sokulmuş İsrailiyyât'tandır.”31

Hz. Süleyman’ın kendisine sunulan atları kestiği yorumlarını şiddetle eleştiren Mevdudi bu hususta şunları kaydeder: “Öyle ki güneş battı." "Onları (atları) getirin" diye emretti ve onların bacaklarını ve boyunlarını kesti. "Bu yorumu büyük müfessirler yapmış olmasına rağmen, tercih edilemez. Çünkü üç konuda kendiliklerinden tevil yapmışlardır. 1) Onlar, Hz. Süleyman'ın ikindi namazını veya virdlerini unuttuğunu söylemişlerdir. Oysa Kur'an'daki ayetten en çok, "Ben" dedi, "Mal sevgisine o kadar daldım ki, Allah'ı anmayı unuttum." anlamı çıkabilir. İkindi namazından veya virdden bahsedilmemektedir. İkincisi, onlar "güneş battı" diyorlar, fakat metinde, "güneş" lafzı yoktur. Burada "Hatta tevârat bil-hicab" (perdenin arkasına gizlendiler) denilerek "es-safinatu'l-ciyad" (yağız atlar) ifadesi ile ilişki kurulmaktadır. Yani, "Perdenin arkasına gizlenenlerin", "yağız atlar" olduğu hemen anlaşılıyor. Ayrıca onlar, Hz. Süleyman'ın atların bacaklarına ve boyunlarına elleriyle değil kılıçlarıyla dokunduğunu (kestiğini) varsayıyorlar. Oysa Kur'an'da "kılıçla dokunmak" şeklinde bir kullanım varit değildir. Dolayısıyla "dokunma" ifadesinin kılıçla olduğu şeklinde bir anlam çıkarmak mümkün değildir. Ben şahsen bu tür tefsirlere prensip olarak karşıyım.”32

Tevrat’ın tarihsel anlatımları eşliğinde Kur’an kıssasının mücmel anlatımlarını örtüştürmek:

Buraya kadar Tevrat’ta anlatılan kıssadaki mufassal tarihsel bilgiler ile Kur’an’ın mücmel ancak tevhidi ve hidayet eksenli belagat ve icazat dolu anlatımlarını inceledik. Şimdi bu her iki kutsal kitap anlatımlarını örtüştürdüğümüzde şu tarihsel ve mufassal sonuçlar çıkacaktır.

Kur’an’da, Süleyman’ın hükümdarlık ettiği ve aynı zamanda atları teftiş veya temaşa ettiği yer belirtilmezken, Tevrat’ın verilerine göre burası Yaruşalim/Kudüs kentidir. Yine Kur’an anlatımında, Süleyman’a arz edilen atların niteliği (Arap atı/Mısır atı gibi), kullanım alanları belli değil iken Tevrat’a göre bu atların; Mısır veya Arap atı oldukları, sayılarının on iki binler civarında olduğu ve bu atların yoğun olarak atlı birliklerde savaş arabası çekicileri olarak kullanıldığını anlamaktayız.

Buna mümasil Süleyman(a.s)’ın kullandığı at ve sürücüleri için yapmış olduğu organizasyon hakkında detaylı bilgiler edinmekteyiz. Kur’an’da, Hz. Süleyman’ın detaylarıyla belirtmediği at sevgisinin de atların (bunu geniş perspektifte alarak, dünya malı isteğinin de); Süleyman’ın yönettiği devletin, tevhidi hâkimiyetini sağlama ve korumada müthiş etkili bir araç olması ile ilintisini rahatlıkla kurabilmekteyiz.

Sonuç:

Kur’an-ı Kerim’de yer alan Süleyman ve atlar kıssası; Hz. Süleyman’ın, Cenabı Hakk’tan istediği dünya malı veya zenginliği, Allah’a ulaşmada araç olarak kullandığının mesajı ile yüklüdür. Sad suresi otuz beşinci ayetinde yer alan; “Süleyman: Rabbim! Beni bağışla; bana, benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver.” şeklindeki niyazının, dünyevi amaçlı olmadığının açıklaması ve bu isteğinin tam karşılığı Süleyman ve atlar kıssasında söylediği; “Gerçekten ben at/mal sevgisini, Rabbimi anmak için istedim” şeklindeki niyazıdır. Hz. Süleyman’ın dünya malı içerisinde Allah’ı anması; kendisine Cenabı Hakk’ın lutfettiği nimetlerden biri olan “..üç ayağının üzerine durup bir ayağını tırnağının üzerine diken çalımlı ve safkan koşu atları..”na, merhametli tavrı, yani “Onları (atları) tekrar bana getirin, dedi. Bacaklarını ve boyunlarını meshetmeye/sıvazlamaya başladı.” fiili ve onları Tevrat’ta “Süleyman'ın savaş arabalarının atları için kırk bin ahırı ve on iki bin atlısı vardı.” Diyerek anlatıldığı üzere Allah yolunda cihad ederken kullanmasıdır. Bu sonuçları Süleyman ve atlar kıssasının Arap cahiliye arka planı olgusu ile beraber (Tevrat v.d) örtüştürerek algılamak, kıssanın mesajlarının doğru anlaşılması açısından çok önemlidir. Aksi durum israiliyat ve indî rivayetlerin pençesinde! tenakuz fikirler arasında bocalamak! anlamına gelecektir.

 

 Dipnotlar:

1- Sad38/31-33.

2- İbni Kesir, Muhtasar Kur’an-ı Kerim tefsiri, c. IV, s. 2138.

3- İmam Kurtubi, el-Camiu li Ahkâmi’l-Kur’an, c. XV, s. 76-78; “Onlar deniz hayvanlarıydı. Hasan şöyle demiştir: Bana ulaştığına göre onlar denizden çıkmıştı, kanatları vardı. İbrahim Teymî de şöyle demiştir: kanatlı yirmi at idi. İnni Zeyd de: Şeytanlar onları kendisi için denizden çıkarmıştı.” Ebul Ferec, Zad’ül Mesir Fi İlmi’t-Tefsir, c. V, S. 264.

4- Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, c. XIX, s.77.

5- Mustafa Öztürk, Kur’an-ı Kerim meali, s. 625.

6- Bakınız: Prof. Philip . K. Hitti, İslam tarihi, s. 51.

7- Nahl16/8.

8- Ali İmran3/14.

9- Enfal8/60.

10- Sad38/31.

11- Tevrat/ I.Krallar4/26.

12- Tevrat/ II.Tarihler1/14.

13- Tevrat/ II.Tarihler9/25.

14- “Devletler büyüdükçe askerî hareketlerde hızın önemi de arttı, çünkü merkezî otorite isyanlar hızla bastırılmazsa dizginleri elinde tutamıyordu. Buna getirilen ilk çözüm MÖ 2000 yıllarında Orta Doğu'da kullanılmaya başlanan savaş arabalarıdır. Bunlar önceleri yaban eşekleri, öküzler ve eşekler tarafından çekiliyordu ve Orta Doğu'nun görece düz arazilerinde hızlı yol almayı sağlıyordu. Savaş arabaları nehirleri yüzerek geçecek kadar hafifti. Kuvvetli atların yetiştirilmesiyle savaş arabaları atlar tarafından çekilmeye başlandı. Atların hızı savaş arabalarını daha da etkin hale getirmiştir.” http://tr.wikipedia.org/wiki/Antik_%C3%A7a%C4%9Fda_sava%C5%9F

15- Dr. Erkan Konyar, Atlı Araba Yapım Teknikleri Üzerine Yeni Görüşler,  http://www.istanbul.edu.tr/edebiyat/eskicag/files/haberler%2023-kaya%20isaretleri.pdf

16- Tevrat/ I.Krallar4/28.

17- Tevrat/ II.Tarihler8/6.

18- “Milat’tan itibaren dünyanın her yanında at yetiştirilmesi ve idaresine ilişkin metinler ve resimler bulunmaktadır. Eski Mısır'da at bilinmemesine rağmen Yeni Mısır İmparatorluğunda atlı ve savaş arabalı bir ordu oluşmuştu. Kısa zamanda diğer ülkelerin de taklit ettiği, sürekli iyileştirilerek varlığını sürdüren bir diğer gelişme de, Asur örneğini izleyerek, yedek hayvanların değiştirildiği istasyonların kullanıldığı bir posta sisteminin kurulmasıdır. Diğer yandan Yeni Mısır İmparatorluğunun küheylanları itibar görmüş; Hz. Süleyman ve Hz. Davud atlarını buradan almışlardır. At yetiştirme hedefleri daha kesin belirlenmiş ve diğer ülkelerden, diğer insanlardan meşhur atları ele geçirme çabası başlamıştır.” Mustafa Altuntaş,  “Geçmişten Günümüze At”, Türk Veteriner Hekimliği Dergisi, 2000, Sayı. 2, s. 37.

19- Tevrat/ I.Krallar1/16-17.

20- Tevrat/ II. Tarihler9/28.

21- Tevrat/ II.Krallar23/11.

22- Sad38/30.

23- Fahruddin Er-Râzi, Age, c. XIX, s.75.

24-  “At’ın ön ayaklarından birini dikip, üç ayağı üzerinde durmasına “Es-Sufn” denilir. “El-Ciyad” ise, hızlıca gidenler demektir.” Mukatil Bin Süleyman, Tefsiri Kebir, c. III, s. 504.

25- Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, c. XII, s. 200.

26- Sad38/33.

27- Sad38/31-33.

28- İmam Kurtubi, Age, c. XV, s. 82-83.

29- Nâfile olarak devamlı yapılan bir ibadet çeşididir. Vird; ayetler, tesbih ve duâlardan oluşur. Çoğulu evrâddır. Hz. Süleyman’ın da her gün yaptığına inanılan bu ibadet yani vird’i atları seyrederken unutması sebebiyle atlara kızarak onları kestiği belirtilmektedir. 

30- Kadî Beydavi, Beydavi Tefsiri, c. IV, s. 445.

31- Vehbe Zuhayli, Age, c. XII, s. 2205-206.

32- Mevdudi, Tefhimü’l Kur’an, c.V, s. 71.