İslâmî açıdan çevre ahlâkını ele alabilmek için öncelikle “insanı”, sonra da “çevre” dediğimiz insanı kuşatan varlık âleminin kutsal metinlerde nasıl ele alındığını incelememiz gerekir.
Bu bağlamda Kur’an merkezli insan ve çevre okumalarının yapıldığını söyleyebiliriz. Ama, aynı ölçüde hadis merkezli “insan ve doğa” ilişkisini etüd eden çalışmaların yapıldığını söylememiz zor. Bu konuya özel bir ehemmiyetin verilmesi gerektiğine inanıyorum. Zira, Hz. Muhammed (s.a.v), Kur’an tasavvurunun ete kemiğe bürünmüş yaşayan modeli olduğu gibi, bu modelin teorik öğretilerini de içeren önemli ilâhî mesajları da insanlığa iletmiş bir elçidir.
Bu anlamdaki Hz. Peygamber mirası; söz, fiil ve takrirât (sessiz onaylama) olarak hadis külliyatında dağınık bir vaziyette ilim adamlarının ilgisini beklemektedir. Efendimiz, Müslüman çevre tasavvurunu ve Müslümanın çevreyle diyaloğuna dair ahlâkiyat sistemini geniş bir hayat zeminine yayarak örmüştür. Çünkü O’nun öğretileri, soyut felsefik bir zeminde değil, yaşanan reel gerçeklik içinde hayata ve mü’min kalbine peyderpey ve ihtiyaç hâsıl oldukça yedirilerek nakşedilmiştir.
Hadis külliyatında, ilk dönem rivâyet tefsirleriyle fıkıh kitaplarında O’ndan nakledilmiş konuyla ilgili makbul rivâyetlerin bir araya toplatılması ve onların ışığında bir “Peygamber öğretilerinde çevre ahlâkı çerçevesi” geliştirilmesi ve böylece mü’minlerin önüne çevre ahlâkına dair bir yol haritası konulması önemlidir...
Asırlarca konuyla ilgili hadisler, o hadisleri ele alan alimlerin uzmanlık alanlarıyla ilgili konular içerisinde biribirinden bağımsız olarak ele alınmış ve yorumlanmıştır. O günlerde son dönemlerde yaşadığımız ölçekte bir çevre sorunu insanlığı tehdit etmediğinden, bu hadislerin bir araya getirilip bütünsel bir yaklaşım duyarlılığıyla küllî bir duruş inşa etme ihtiyacı mevzubahis olmamıştır. İçinde bulunduğumuz modern dünya, ürettiği krizler ile bunu zaruri kılmıştır.
Bu konuya az-çok eğilmiş birisi olarak yukarıdaki mezkur taleb bağlamında hadislerin çok zengin bir muhtevayı barındırdığını söyleyebilirim:
Efendimiz’in, modern tasavvur tarafından cansız kabul edilen tabiat varlıklarıyla canlı birer varlık gibi diyaloğa girip üzerlerine titremesinden çevrenin korunmasını talep eden sözlerine, “Yeryüzü bana mescid kılındı” vâri yeryüzüne kutsallık bahşetmesinden işlenmemiş çorak arazilerin ihyâsını teşvikine, savaş esnasında bile çevreyi maksimum düzeyde koruma emirlerinden suyu ibâdet için dahi olsa israf etmemeyi ögütleyen irşadına, çevreyi kirletmekten menetmesinden hayvanları korumaya ve insanların haklarının olmadığı bir dönemde onlara haklar getirmesine varana kadar geniş bir yelpazede vârid olmuş nebevî ögretilerden bahsediyorum. Maalesef, yerimizin çapı bu konuların her birine bir örnek vererek ele almaya mânidir.
Ama şu açık ki; biribirinden kopukmuş gibi gözüken bu rivâyetler bir araya getirildiğinde, biribirini tamamlayan peygamber öğretilerinin küllî bir ahlâk çerçevesi çizdiği görülmektedir.
Birilerinin iddia ettiği gibi çevre sorunu, eğitimsiz ve hurâfelere düçâr dindarların ürettiği bir sorun değildir elbet. Daha önce de bahsettiğim gibi, bu sorun modern seküler insanın ürettiği bir sorundur. Ama, İslâm insanlığın sorunlarına kayıtsız kalamayacağından ve insanlığın sorunlarına karşı bir “çözümler paketi” sunma iddiasında olduğundan bu soruna da ilâhî mesajın ışığında çözümlerini sunacaktır.
Bunu beyan etme gereği duymamın sebebi ise; çevre konusunu gündeme getirmemi yadırgayan kimi okurlarımın itirazlarıdır. Onlara göre, daha geçenlerde “evleviyât fıkhı”ndan bahsetmiş birisi olarak önemsiz konuları gündeme getirmemeliyim. Hâlbuki bu konunun önemini vurgulamak ve evleviyât fıkhının bir parçası olduğunu hatırlatmak bile zâid kaçar.
Problemden kim sorumlu olursa olsun, bütün insanlığın hayatını ilgilendiren bir konuyu gündeme getirmek ne zamandan beri önemsiz bir mesele olmuştur, anlamakta zorluk çektiğimi söylemeliyim. Kaldı ki, bir mü’minin algı dünyasında, kaynağı Hz. Peygamber olan çevreye ait küllî ahlâkiyât öğretisini ortaya çıkarmayı teklif etmek, önemsiz bir konu olabilir mi?
Allah, tabiatı insanlığın hizmetine sunmuştur. Tabiat varlıkları da Allah’a kulluk hikmetiyle devinmektedir. Bu varlık âleminin insan eliyle tahrip edilmesine öncelikle yaratılanlara Yaratan perspektifinden bakanların itiraz etmesi gerekmez mi? Hele de bu tahribatın bütün canlıların yaşamını tehdit eder boyutlara ulaştığı bir demde...
Modern seküler dünya görüşünün çevre tahribatına yol açtığının altını çizmek yetmez, alternatifini de ortaya koymak gerek. Tabiatı Allah’ın insana bir emâneti olarak gören İslâm dünya görüşünün bütün beşer cinsini, aynı şuur dünyasına dâvet etmesi, bir anlamda ilâhî mesajın tebliğidir de.
Vakit gazetesi