Son yazılarında dabbetu’l arz, kıyamet alametleri gibi İslam inancına sonradan girmiş tartışmalı meseleleri yazan Hayrettin Karaman, bugünkü yazısında da Hz. İsa ve Mehdi’yi konu edinmiş. Karaman, bir kurtarıcı gelecek diye beklemenin ve sorumlulukları ertelemenin kabul edilemez olduğunu vurguluyor:
Hayrettin Karaman / Yeni Şafak
"Hz. Mehdi diye bir şey yoktur ve Hz. İsa dünyaya tekrar gelmeyecek" diyenler var.
İslami kaynaklardaki sağlam bilgiler doğru anlaşıldığı ve tahlil edildiğinde çıkan sonuç şudur:
Kesin olan, Hz. Îsâ'nın Yahudiler tarafından çarmıha gerilerek, omurgası parçalanarak öldürülmediği, Allah Teâlâ'nın kulu ve elçisini onların elinden bir şekilde kurtardığı, onu daha sonra vefât ettirdiği ve kendine yükselttiğidir. Vefât ettirmenin şekli ve zamanı ile kendine yükseltmenin nasıllığı konusu ihtimâllere (farklı yorumlara) açıktır. Kur'ân-ı Kerîm'de şehidlerin mutlu sonlarını anlatılırken "Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın; bilâkis onlar diridirler, Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar..." buyurulmuştur. Bu âyete göre şehidler de -diğer insanların ölmesi gibi- ölmemişlerdir, Rableri nezdinde rızıklara mazhar olmaktadırlar; ancak bu ifadeyi "Rûhları ve cesetleriyle Allah'ın nezdine yükseltilmişlerdir ve orada dünyalılar gibi yaşamaktadırlar" şeklinde anlamak mümkün değildir. Şu halde hayatın da, ölümün de çeşitleri vardır ve Allah nezdinde olmak, Allah'a yükseltilmek maddî olarak anlaşılamaz; çünkü Allah zamandan, mekândan ve maddeden münezzehtir.
Bu konulara giriş olarak yazdığım kısımda şu önemli kuralı zikretmiştim: "İslâm âlimlerine göre inanç konusunda bir hadîsin delîl olarak kabûl edilebilmesi için onun mütevatir olması (ilk nesilden itibaren birçok râvî tarafından aktarılması) gerekir". Hz. İsâ'nın yeniden geleceğini bildiren hadîslerden hiçbiri mütevatir değildir. Tamamında ortak olan "yeniden gelecek" kısmı için mütevatir diyenler vardır, onlara göre de -bu ortak kısım dışında kalan- detaylar mütevatir değildir, delîl olmaz. Bir iki kişinin rivâyet ettiği bir hadîsi, inanç konusunda delîl olarak kabûl etmemek, Hz. Peygamber'e (s.a.) muhâlefet değildir; "O'nun böyle bir söz söylediğine dair güçlü delîl yok, söylememiş olabilir" demektir. Böyle ihtimâlli sözler ile de kesin ve ortak bir İslâm inancı oluşmaz.
Bir Mehdî ve Îsâ Mesîh beklentisi, çeşitli zamanlarda birtakım sahtekârların ortaya çıkıp mehdîlik ve mesîhlik iddiasında bulunmalarına sebep olagelmiştir. Hz. Îsâ'nın, bir ıslâhat vazifesi ile dünyaya yeniden gelmesi mukadder ise bunun için gövdesini ölümsüz kılmak ve onu gökte bekletmek zarûrî değildir; bunun ilâhî takdir ve kudret ile başka şekillerde de gerçekleşmesi mümkündür. Müslümanların vazifesi de ıslâhat için Mehdî'yi veya Hz. Îsâ'yı beklemek değil, kötülüğü engellemek, iyilik ve güzellikleri yaymak, yaşamak ve yaşatmak için elden geleni yapmak, canla başla çalışmaktır. Müminlere bunu yapıp yapmadıkları sorulacak, mükâfat ve ceza da buna göre olacaktır. "Bir kurtarıcı gelecek diye bekledim, bu sebeple ben -gücüm yettiği kadar da olsa- dinin emirlerini yerine getirmedim" diyen bir kimsenin mazereti kabul edilmeyecektir.