Hz. İbrahim’in zebh/kurban rüyası vahiy midir?

CENGİZ DUMAN

Hz. İbrahim oğlunu zebhetmeyi rüyasında görmüştür. Kur’an’da zebh/kurban rüyası ve icrası ile ilgili ayetlerde şu ifadeler yer almaktadır. “kâle yâ buneyye innî erâ fîl menâmi ennî ezbehuke” “…ben rüyamda seni boğazladığımı görüyorum….” Bu ayeti kerimeye göre kesin olan ve te’vil ve tefsir getirilmeyecek ana konu zebh/kurban emri rüyada verilmiştir. Bu kıssadaki problem ise Hz. İbrahim’in rüyayı görüp görmediği değil, rüyasının icra edilip edilmeyeceği üzerine oturmaktadır.

Rüyada görülen bir olayın ya da emrin yerine getirilip getirilmeyeceği yine bu ayetin devamında Zebih’in ağzından belirtilmektedir: “if'al ma tü'meru” “…Emrolunduğun şeyi yap….”   Zebih’in bu sözü, boğazlanmasının rüya vasıtasıyla emredildiğini göstermektedir. Zebih babasının rüyada gördüğü bir olaya istinaden nasıl böyle bir fiile kalkıştığını asla sorgulamamaktadır. Tıpkı babası İbrahim’in rüyasını sorgulamayıp yerine getirmek teşebbüsünde bulunması gibi..

Hz. İbrahim’in rüyasındaki zebhetme emrini oğluyla istişare etmesini alimler şöyle değerlendirmişlerdir: “Eğer, “Bu, Allah’ın kesin emridir. Böyle bir hususta oğluyla niçin istişare etti?” diyen olursa, şöyle cevap verilir: İbrahim (a.s.), oğlunun görüşüne başvurmak için onunla istişare etmedi.  Bu oğlunun, kendi bildiğini bilmesi, böylece kalbini sağlamlaştırması ve kendini sabretmeye hazırlaması içindi. Oğlu da ona en güzel cevabı verdi: … bu cevabı, kendisinde olgunluk, sabır, emre boyun eğme ve Allah’ın hükmüne razı olma vasfı verilen kimsenin cevabıdır.” (Muhammed Ali es-Sabuni, Safvetu’t-tefasir, Saffat suresi, 102. ayet tefsiri).

Tabi bu aşamada şu, nazarı dikkate değer bir ayrıntı olmalıdır. Cenab-ı Hak rüyadaki emri yerine getirmeye çalışan ve bu emre teslimiyet gösterenlerin Allah’a olan tereddütsüz itaatine dikkat çekmektedir. Bu olayın bir benzeri asla yaşanmamış/yaşanmayacaktır ancak kıyamete kadar Allah’ın türlü emir ve yasaklarına sorgusuz sualsiz teslim olanlar, İbrahim@ ve oğlu@ gibi aynı tavrı göstermiş olacaklardır. Kıssanın vermek istediği mesajlardan bir tanesi de budur.

Bunun yanı sıra İbrahim Peygamber’in rüyasını gerçekleştirmek istemesi ve oğlunun bu emrin icrasına itaati “Fe lemmâ eslemâ” “İkisi de teslim olunca” bunun bir vahiy/emir olarak algılandığının göstergesidir. Eğer peygamber rüyalarında, özellikle İbrahim’in@ rüyasının gerçekliği ve icrasında kabullenilemeyecek bir durum olsa idi bunu hem İbrahim hem de zebih’in ağzından duymamız mümkün olurdu. Tıpkı Hz. Nuh’un gözleri önünde azgın sularda boğulurken Cenab-ı Hakk’tan oğlu için yardım istemesi; Musa’nın Firavun’a tebliğle görevlendirilmesinde yanına Harun’u@ vezir olarak istemesi gibi…

Zebh teşebbüsünün neticelenmesini önleyen Cenab-ı Hakk’ın açıklaması ise bu durumu kesinleştirmektedir: “Kad saddakter ru’yâ” "Rüyayı gerçekleştirdin.” “İnne hâzâ le huvel belâul mubîn”  “Bu, gerçekten, çok açık bir imtihandır.” Cenab-ı Hakk rüyayı doğrulamaktadır. Bunun gerçekleştirilmesini, zebh/kurban teşebbüsünü “imtihan” olarak vasıflandırmaktadır. Bu imtihanın olumlu ve ayrıca neticesini de mükâfatlandırdığını açıklamaktadır. “innâ kezâlike neczîl muhsinîn” “Biz böylece muhakkak muhsinleri mükâfatlandırırız.”

Müfessirlerin bazıları İbrahim’in oğlunu kurban etmek istemesini yumuşatmaya çalıştıkları görülmektedir. Sanki İbrahim’in rüyasının mahiyeti hakkında “yakîn” bilgileri varmış gibi yorumlarda bulunmaktadırlar. “Yani, "Biz sana rüyanda oğlunu kurban ettiğini değil, kurban etmek üzere iken göstermiştik. Ve sen onu kesmek için hazırlandığında, rüyan doğrulandı. Zaten asıl maksat da buydu. Sonuçta sen sadakatini ispatlamak suretiyle, imtihanı başarıyla geçtin." Gibi.. (Mevdudi, Tefhim’ul Kur’an, Saffat suresi, 106. ayet tefsiri)

Bunun sebebi, neden Cenab-ı Hakk’ın, İbrahim peygambere oğlunu kurban etmesini emrettiğinin anlaşılamamasıdır. Bu yüzden Hz. İbrahim’in çocuğu olmamasına istinaden, Allah’a dualarına mukabil bahşedilen çocuğun sevgisinin Allah sevgisinin önüne geçtiği gibi Hz. İbrahim’in kişiliği ve misyonuna aykırı türlü hikâyeler uydurulmuştur. Aşağıda buna dair bir rivayet vereceğiz.

Bütün bunların altında yatan tek etmen, Allah’ın bir insana, insan kurban etme emrinin sebebinin izah edilmeye çalışılmasının yattığı görülmektedir. Bu çabalar, tıpkı Hz. İbrahim’in oğlunu kurban emrine ve bunu rüyada olan bir vesile ile yerine getirme teşebbüsündeki tam ve tereddütsüz teslimiyetinin zıddı bir davranış olarak algılanabilir.

 Hz. İbrahim Allah’a karşı neden insan kurban istediğini hele de kendi oğlunu istediğini sorgulamazken; onun rüyası ve icrasını kıssa olarak duyanların itirazları veya bu olayı yumuşatacak şekilde yorumlamaya çalışmaları ilginç bir durumdur ve asıl bu olgunun sorgulanması gerekmektedir.

Bu yüzden Kur’an’ı Kerim’de Saffat suresinde yer alan Zebih kıssasındaki açık anlatıma rağmen, İbrahim peygamberin oğlunu zebhetmek istemesi ile ilgili rüyasının maksadının anlaşılamaması nedeniyle rüyadaki durumun vahiy/emir olup olmadığı hususunda müfessirler arasında ihtilaf bulunmaktadır. Buna göre müfessirler üç kategoride değerlendirilebilir. Birinci kategori İbrahim’in rüyasının vahiy olduğunu kabul edenler. İkinci kategori bu rüyanın direkt vahiy olmayıp mükerrer aynı rüya ile ilk rüyanın tasdiki sonucu vahiy ve emir olduğunu kabul edenler. Üçüncü kategoriyi ise Hz. İbrahim’in rüyasının vahiy ve emir olmadığını ileri sürenler olarak sıralamak mümkündür.

Öncelikle Hz. İbrahim’in oğlunu zebh/kurban etme rüyasının vahiy olduğu kanaatinde olanların yorumlarına bakalım: “İbn Abbas, "peygamberle­rin rüyası vahydir" dedi ve bu âyeti okudu. Muhammed b. Ka'b şöyle der: peygamberlere, uyanık iken de, uyurken de Allah tarafından vahy gelirdi. Çünkü peygamberlerin gözleri uyur, kalpleri uyumaz.” (Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Saffat suresi, 102. ayet tefsiri)

Bir başka yorumda ise; “Bu ifadeler, Hz. İsmail'in, babasının rüyasında gördüklerini sadece bir rüya olarak değil, Allah'ın vahyi ve bir emri olarak telakki ettiğini gösteriyor. Hz. İsmail'in bu düşüncesi doğru olmasaydı eğer, pekâlâ Hz. İbrahim (a.s) bunun Allah'ın emri derecesinde bir rüya olmadığını söyleyebilir ve ayrıca Allah Teâlâ da vahiy göndererek durumu açıklığa kavuşturabilirdi. Fakat burada böyle bir işaret yoktur. İşte bu nedenden ötürü İslâm'da peygamberlerin rüyalarının bir çeşit vahiy olduğuna inanılır. Aksi varid olsaydı, Allah, Hz. İbrahim'i (a.s) ikaz eder, yanlış anlamayı düzeltir ve Kur'an'da böylesine yanlış bir anlayışın oluşmasına izin vermezdi.” (Mevdudi, Tefhim’ul Kur’an, Saffat suresi, 102. ayet tefsiri)

Bir diğer yorumda; “Güzel rü’ya da bu tür vahiydendir. Peygamber (s.a.v) ilk zamanlarında böyle güzel rü’ya şeklinde vahiy alırdı. Gördüğü her rüya, sabah aydınlığı gibi net çıkardı. Hz. İbrahim’in rü’yada çocuğunu kestiğini görmesi de böyle bir vahiy idi.” Denmektedir. (Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, Şûrâ suresi 51. ayetin tefsiri)

Hz. İbrahim‘in rüyasının vahiy/emir olup olmadığı hususunda ikinci gurubun görüşüne göre Hz. İbrahim’in gördüğü rüya, vahiy/emirdir. Ancak Hz. İbrahim bunu tereddütle aynı rüyayı mükerrer görerek test edip endirekt olarak yerine getirir. Yani Zebh emrine dair rüyayı üç gün arka arkaya görmesi üzerine bunun bir vahiy/emir olduğuna karar vererek, vahiy/emrin icrasına girişir. 

Müfessirlerin tefsirlerinde, mesnedi olmayan bir rivayetle doğrulattırdıkları! Ve bundan sonra zebh rüyasının vahiy/emir olduğunu aktarmalarının; Hz. İbrahim’in Saffat suresinde yer alan zebh ayetlerinde anlatılan rüyasını tereddütsüz yerine getirme anlatımına gölge düşürdüğü kanaatindeyiz. Şimdi bu yorumları aktaralım: " Peygamber­lerin rüyası haktır ve fiilleri Allah Tealâ'nın emriyledir. Rivayet edildiğine göre Hz. İbrahim (a.s.), Terviye: (Zilhicce ayının 8. günü) gecesi rüyasında birisinin kendisine, "Allah sana oğlunu kurban etmeni emir buyuruyor." dediğini görmüştür. Sabah olduğu zaman bu rüyanın Allah'tan mı, yoksa şeytandan mı olduğu konusunda enine boyuna düşünmüş, ertesi gece aynı rüyayı tekrar görünce bunun Allah'tan olduğunu anlamıştır. Daha sonra aynı rüyayı üçüncü gece de görmüş, bunun üzerine oğlunu kurban etmeye kesin bir şekilde niyetlenmiştir. Bu üç güne "Terviye", "Arefe" ve "Nahr" denmesinin sebebi budur.” (Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Saffat suresi, 102. ayet tefsiri)

Bir başka yorumda; "Dedi ki: Oğulcağızım! Gerçekten ben rüyamda seni boğazladığımı görüyorum. Bak, artık sen ne düşünürsün" buyruğu ile ilgili olarak Mukatil şöyle demektedir: İbrahim (a.s) bunu ardı arkasına üç gece gördü. Muhammed b. Ka'b dedi ki: Rasûllere yüce Allah'tan vahiy uyanıkken de uykuda iken de gelirdi. Çünkü peygamberlerin kalbleri uyumaz. Bu gerçek aynı zamanda Peygamber (sav)'a kadar ulaştırılan merfu haberde de sabit ol­muştur. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Biz peygamberler topluluğu­nun gözleri uyur, kalblerimiz uyumaz. İbn Abbas da: Peygamberlerin rüyası vahiydir demiş ve bu âyet-i kerimeyi delil göstermiştir." Şeklinde ifade edilmektedir. (İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Saffat suresi, 102. ayet tefsiri)

“es-Süddî dedi ki: İbrahim (a.s)'a İshak doğmadan önce doğacağı müjdesi verilince, o da: O halde ben onu Allah için kurban edeceğim demişti. Rüya­sında ona: Sen bir adakta bulunmuştun. Haydi, adağını yerine getir, denildi. Yine denildiğine göre; İbrahim (a.s) terviye (zülhicce'nin sekizinci) gece­sinde birisinin ona: Allah sana oğlunu boğazlamanı emrediyor, dediğini görmüştü. Sabah olunca kendi kendisine düşünmeye başladı. Acaba bu rü­ya Allah'tan mıdır? Şeytandan mıdır? Diye. İşte bu şekildeki düşünmesi (terviyesi) dolayısı ile bugüne terviye günü adı verilmiştir. Ertesi gece aynı şe­kilde rüya gördü ve ona: Verdiğin sözü yerine getir, denildi. Sabah olunca bu gördüğü rüyanın Allah'tan olduğunu bildi (arefe). O bakımdan bu güne "arefe günü" adı verildi. Üçüncü gece yine öyle bir rüya gördü, bu sefer ar­tık onu boğazlama (nahr) kararını verdi. Bundan dolayı bu güne "yevmu'n-nahr" adı verildi. Yine rivayet edildiğine göre oğlunu boğazlamaya başlayınca, Cebrail (a.s): "Allahuekber Allahuekber" dedi. Bu sefer boğazlanması istenen oğlu: "La ilahe illallah vallahu ekber" dedi. İbrahim (a.s) da bunun üzerine: "Al­lahuekber velhamdulillah" dedi. O bakımdan bu (şekilde tekbir getirmek) bir sünnet olarak kaldı.” (İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Saffat suresi, 102. ayet tefsiri)

Müfessirlerimizin fark edemedikleri bir hususu hatırlatmakta yarar görmekteyiz. Peygamber rüyalarının, Rahmani mi Şeytani mi şeklinde sınıflandırılması şu ayetin manasına ters düşmektedir. “(Ey Muhammed!) Biz, senden önce hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki, o, bir temennide bulunduğunda, şeytan onun dileğine ille de (beşerî arzular) katmaya kalkışmasın. Ne var ki Allah, şeytanın katacağı şeyi iptal eder. Sonra Allah, kendi âyetlerini (lafız ve mana bakımından) sağlam olarak yerleştirir. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”Hacc22/52 Allah’ın resulleri, Şeytan’ın katmalarına karşı gündüz korurken gece serbest mi bırakılmaktadır? Dolayısıyla yedi gün yirmi dört saat Allah’ın gözetiminde olan resullerin denetimi Cenab-ı Hakk’ın elinde olduğuna göre onların rüyalarına hükmetmekte yine onun elindedir.

Mesnetsiz bir rivayetle aynı zamanda peygamber rüyalarına ve müteselsilin tüm insanlara ait rüyalarda “Şeytanî” ve “Rahmanî” kavramı getirilerek bu kavramların da neye göre doğrulanabileceğini muallâkta bırakmaktadırlar. Bu vasıtayla sadece resullere ait rüyaların sahihliğine dair verilebilecek bir hükmü tüm insanlara genelleştirmektedirler.

Beşerî değerlendirmelerle oluşturulan rüya kültürü tamamen Kur’an dışı bir olgudur. Rüyaların rahmanî ve şeytanî olarak kategorize etmek de bu yapının bir ürünüdür. Bakınız rahmanî ve Şeytanî rüyalar nasıl kategorize edilmiştir görelim. Rahmani Rüyalar:

Cenab-ı Hak ve enbiyai izam, arş, kürsi, cennet ve cehennem, ashab-ı kiram ve ulema-i izam, Beyt'ül Haram ve mukaddes, Kur'an-ı Kerim ve kütübi mukaddese ve ehadis-i şerife gibi dinen ve şer'an makbul ve muteber olan şeylerden birini muhtevi olan rüyalar Rahmanidirler. Bunlar iki kısımdır: Biri tebşir (iyi haber, müjde) ve diğeri tehzir yani Cenabı Hak bu rüya ile kullarını ya ahirete ve dünyaya ait bir haber ile tebşir eder veyahut ikab ve azabdan tehzir yani ictinabı emreyler.

Rahmani rüya karmakarışık olmayıp açık ve aşikar görülür ve uyandığı zaman tamamıyla hatırda kalmış olur. Bu gibi rüyalar içindir ki nübüvvetin kırkaltı cüzünden bir cüzüdür, Hazreti Allah'ın ibadına uykuda vahyidir buyrulmuştur.

Şeytani Rüyalar ise şöyle tarif ve tavsif edilmektedir: Beyn'el-müslimin örfen ve şeran memnu veya mekruh olan hususata ait olan ve emr-i bil ma'ruf ve nehy'i anil münkere yani ibadet ve takva ve hayır ve hasenata tergib ve teşvike ve menhi ve münker olan su-i ahvalden ictinaba delalet etmeyen ve alelade rüyalar şeytani olup bunların bazıları huzur eylediğinden tabir ve tevili lazımdır. Ancak daima hayır ile tefsir olunmalıdır. Şeytani rüyalarda dikkat edilecek cihet karmakarışık olmamaları ve zihnin fevkalade meşgul bulunduğu şeylere temas etmemeleridir.

Aslı astarı, Kur’an’i bir dayanağı olmayan bu rüya oluşum ve kabullerinin toplum tabanında yaptığı tahribat oldukça önemli boyuttadır. Bunu birde tasavvufi boyutla beraber düşündüğünüzde olumsuzluk çok daha ileri boyutlara ulaşmaktadır. İnsanların amel çizgileri ve değerlendirmeleri rüyalara ve tabirlerine indirgenmiş ve iş çığırından çıkmıştır.

Bir diğer husus Hz. İbrahim’in gördüğü rüyanın vahiy olduğuna test ederek karar vermesine dair anlatımlar, Hz. İbrahim’in, Allah’ın emrine karşı tereddüdünü kapsamaktadır ki, bu durum zebh/kurban kıssasındaki Hz. İbrahim ve zebih’in, Allah’ın emrine tereddütsüz itaat anlatımları ile tenakuza düşmektedir. “..Yavrucuğum! Rüyada seni boğazladığımı görüyorum; bir düşün, ne dersin? Dedi. O da cevaben: Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap…” Saffat37/102 Saffat suresindeki bu anlatımlar Zebh rüyası ve gerçekleştirilmesinin fail ve mef’ulünün tereddütsüz itaatini sergilerken İbrahim’in rüyasını mesnedi olmayan bir rivayetle yorumlayarak kabul edenler, bu rivayetle Hz. İbrahim’in tereddüt içersinde ve rüyasını test ederek Allah’a itaatini anlattıklarının farkında değildirler.

Böyle bir yorumdan daha alıntı yapalım. “Yahudi dini metinlerine göre; bir gün İbrahim as.’ın misafirleri gelir. Onlara yiyecek getirip yemelerini teklif eder. Fakat misafirler, yemeğin bedelini vermeden yemeyeceklerinin söylerler. Peygamber de onlara, yemekten önce ve sonra yapacakları duanın bedel olarak kendisine yeteceğinin belirtir. Ancak misafirler bununla yetinmezler. O’na, bir oğlu olacağı müjdesini de verirler. O da ihtiyar yaşına rağmen böyle bir haber alınca sevincinden: “Ben de onu kurban ederim” der. Böylece bir “Adak” yapmış olur. Bu gelişmelerden sonra bir gün rüyasında bir kurbanlık kesmesi emredilir. O da ertesi sabah bir boğa keser. Ancak yine rüyasında, Allah’ın kendisinden daha kıymetli bir kurban istediği söylenir. Bu sefer de bir deve keser. Fakat üçüncü kez bir rüya daha görür. Bu sonuncusunda açıkça, “Oğlunu kurban etmesi” emredilir.” (Ahmet Baydar, İbrâhimi Okuyuş)

Görüldüğü gibi ikinci gurup görüşler, İbrahim’in@ rüyasının vahiy/emir olduğunun farkındadırlar ancak peygamber rüyalarının vahy kapsamında olup olmayacağını Hz. İbrahim’in arka arkaya gördüğü rüyalarla test edip karar vermesine dair bir rivayetle bunu kabullenmektedirler.

Sıraladığımız bu iki görüşün aksine bir ilginç yaklaşım ise Seyyid Kutub’tan gelmektedir. Ona göre Hz. İbrahim’in zebh ile ilgili rüyası ne vahy ne emirdir. Hz. İbrahim’in rüyası Allah’tan bir işarettir. Seyyid Kutub’un bu yaklaşımı da ilginçtir.  Marjinal bir görüş olan bu yorumu da alıntılayalım. “Evet, İbrahim ona tam alışıp bu biricik çocukla huzur bulduğu anda rüyasında oğlunu boğazladığını görür. Bu rüyanın Rabb'inden oğlunu kurban etmesi için bir işaret olduğunu anlar. Niçin? Tereddüt etmez. Aklına itaat ve teslimiyetten başka bir şey gelmez? Evet, bu bir işarettir. Sadece bir işaret... Açık bir vahy değil, direkt bir emir de değil. Ancak Rabb'inden bir işaret... İşte bu yeter. Uymak ve boyun eğmek için bu yeterli. İtiraz etmeden, "Ya Rab! Biricik çocuğumu niçin boğazlayayım" diye Rabb'ine sormadan itaat için bu yeterli. Fakat İbrahim bu isteğe can sıkıntısı içinde uymuyor. Sabırsızlık göstererek teslim olmuyor. Gönül huzursuzluğu içinde boyun eğmiyor. Asla! Tutumunda görülen kabul, hoşnutluk, iç huzuru ve sükûnettir. Bütün bunlar, korkunç durumu acaip bir iç huzuru ve sükûnetle oğluna açtığı sözlerinde görülüyor.”   (Fi Zilal’il Kur’an, Saffat suresi, 102. ayet tefsiri)

Seyyid Kutub’un bu ilginç yorumunda da Hz. İbrahim’in gördüğü rüyayı “işaret” olarak ayrı bir vasıflandırmaya tabi tutmuştur. Ancak bu kavramın niteliği kadar hükmi değeri de askıda gözükmektedir. Çerçevesi çizilmemiş bu kavramın, Seyyid Kutub direkt olarak kabul etmemiş olsa da yine Vahy /emir niteliğinde olduğunda şüphe yoktur. Allah işaret ediyorsa o da vahiy/emir kategorisindedir kanaatindeyiz.

İslam kaynaklarında yer alan görüşlerden derlediğimiz Hz. İbrahim’in oğlunu zebh etme rüyasına dairyorumlardan sonra Hz. İbrahim’in oğlunu zebh etme teşebbüsüne dair benzer bir kıssanın bulunduğu Tevrat’tan alıntı yapalım. Tevrat’ın, Tora olarak adlandırılan beş ana kitabından Tekvin kitabında bu kıssadan bahsedilmektedir. Kur’an-ı Kerim’deki, Hz. İbrahim’in gördüğü rüyaya istinaden oğlunu kurban etme teşebbüsü Tevrat metinlerinde, rüyadan bahsedilmeden direkt Yehova’dan aldığı bir emirle başladığı anlatılmaktadır. “Daha sonra Tanrı İbrahim'i sınadı. "İbrahim!" diye seslendi. İbrahim, "Buradayım!" dedi. Tanrı, "İshak'ı, sevdiğin biricik oğlunu al, Moriya bölgesine git" dedi, "Orada sana göstereceğim bir dağda oğlunu yakmalık sunu olarak sun." (Tevrat/Tekvin22/1-2)

Tevrat’taki dikkat çekici husus Hz. İbrahim’in, Yehova’dan aldığı emri sabahleyin yerine getirmeye başlaması anlatımıdır. “İbrahim sabah erkenden kalktı, eşeğine palan vurdu. Yanına uşaklarından ikisini ve oğlu İshak'ı aldı. Yakmalık sunu için odun yardıktan sonra, Tanrı'nın kendisine belirttiği yere doğru yola çıktı.” (Tevrat/Tekvin22/3) Buna göre Hz. İbrahim’in Yehova’dan aldığı emrin, geceleyin gördüğü rüya vasıtasıyla alınmış olabileceğini düşündürtmektedir. Bundan ötürü Hz. İbrahim, oğlu ve uşakları ile birlikte sabahleyin erkenden Yehova’nın emrini yerine getirmek üzere hareket etmektedir.

Hem Kur’an ve hem de Tevrat’ta yer alan zebih/kurban kıssası, “rüya” konusunda ortak bir anlatımda bulunmamış olsalar da zebh/kurban vakıasının Allah’ın vahyi/emri ile gerçekleştiğinin bir göstergesidir kanaatindeyiz. 

Hülasa Kur’an-ı Kerim’deki Saffat suresi içerisinde anlatılan Hz. İbrahim’e ait Zebh rüyası ve icrası ile ilgili kıssada, Hz. İbrahim’in rüyasının ve bu rüyayı gerçekleştirmesinin vahiy/emir statüsündeki olaylar olduğu kanaatindeyiz.  Bu olgunun yalnızca peygamberlere mahsus olduğuna inanıyoruz. Diğer insanlar için rüya ile amel mümkün değildir görüşündeyiz. Hz. İbrahim’in zebih ile ilgili rüyasının gerçekliğinin şu ayetle tüm Kur’an muhatapları tarafından yerine getirilebileceğine inanıyoruz. “Kul in kâne âbâukum ve ebnâukum ve ıhvânukum ve ezvâcukum ve aşîretukum ve emvâlunıktereftumûhâ ve ticâretun tahşevne kesâdehâ ve mesâkinu terdavnehâ ehabbe ileykum minallâhi ve resûlihî ve cihâdin fî sebîlihî fe terabbesû hattâ ye' tiyallâhu bi emrih, vallâhu lâ yehdîl kavmel fasikîn.”  “De ki: 'Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabanız, elde ettiğiniz mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden evler sizce Allah'tan, Peygamberinden ve Allah yolunda savaşmaktan daha sevgili ise, Allah'ın buyruğu gelene kadar bekleyin. Allah fasık kimseleri doğru yola eriştirmez.” Tevbe9/24