Hz. Aişe’nin evliliği ve bu konudaki görüş ayrılığına yol açan paradigma ve usul farkı

Ali Bulaç meşum bir hadiseden yola çıkılarak Hz. Aişe validemize kadar olumsuz bir algı oluşturmaya çalışanların argümanlarını irdeliyor.

Ali Bulaç /alibulaç.net

Küçük yaşta evlilik, Hz. Aişe’nin evliliği ve bu konudaki görüş ayrılığına yol açan paradigma ve usul farkı

1.

Evlilikle ilgili fıkhi hükümler

Fakihler genellikle evlilik için büluğ çağı ile rüşd çağı arasında ayırım yaparlar. Genel kanaate göre bir erkek veya kızın evlenme ruhsatı “büluğ (ergenlik) çağı”dır. Büluğ çağına Nur (24) suresi 59. Ayette vurgu yapılmaktadır: “Sizden olan çocuklar, erginlik çağına erdikleri zaman.”

Büluğ yaşını tamamlayan kişi artık gençtir, fizyolojik olarak karşıt cinsle cinsel birleşmede (cima) bulunabilir, ama bu ne hukuki amir hükümle desteklenen bir ehliyete mesnet teşkil eder ne de bir zorunluluktur.

Fakihlere göre erkek veya kızın büluğ çağına ermiş olmasının alametleri ihtilam, belli bir yaşa gelmiş olması ve belli bölgelerinde tüy bitmesi; kızlar için de aybaşı (adet) görmesi veya hamile kalmasıdır.

Bu kriterler vaz’edildiğinde herhangi bir problem gözükmüyor. Başka deyişle büluğ çağına ermeyen kız veya erkeğin evliliği yasaktır ve esasında ikisinden birisince de mümkün değildir. “Büluğ çağı” geriye alınamaz kırmızı çizgidir.

Büluğ çağının belirlenmesinde bazı belirsizlikler çıkabilir. Eğer genç ihtilam olmuyorsa,  Ebu Hanife ve İmam Malik kızlarda 17, erkeklerde 18 yaş ile başlatabileceğini söylemişlerdir. Diğer iki imam Ahmed ibn Hanbel ve İmam Şafii de asgari 15 yaşını sınır göstermişlerdir. (Vehbe Zuhayli, İslam fıkıh ansiklopedisi, VI, 513-514.) Merğinanı, genel teamüle atıfta bulunarak erkeklerde asgari büluğ çağı 12, kızlarda 9 olabileceğini söyler. (Merğinanı. El Hidaye. III. 448-449.) Said bin Cübeyr, En’am (6) Suresi 152. Ayete vurgu yaparak en güçlü yaşın 18 olduğuna hükmetmiştir (Tahavi, V, 225). Ebu Hanife’nin “rüşd yaşı”nı 25’ kadar çıkardığı bilinmektedir. Rüşd çağına gelmeyen bir kişinin mal varlığı üzerindeki vesayet  (hacr) devam eder, ölünceye kadar rüşdünü kazanmayacak olsa malı üzerinden hacr kalkmaz.

Fakihlere göre rüşd çağı büluğ çağından daha yüksektir. Yani aslında kişi önce baliğ olur sonra rüşdünü kazanır. Bu bakımdan büluğ çağı düşük, rüşd çağı yüksek tutulmuştur.

Bizim için önemli olan büluğ çağının tespitinde ortaya çıkan ittifaktır. Bunun da kaynağı Hz. Peygamber’in tatbikatıdır. Abdullah bin Ömer, 14 yaşında iken savaşa katılmak istediğinde Hz. Peygamber, küçük olduğunu, bir sene daha beklemesi gerektiğini belirtmiştir (Tirmizi, Cihad, 32; İbn Mace, Hudud, 4). Buna göre 15 yaşından küçük çocuklar savaşa alınamaz çünkü henüz büluğ çağına ermiş değildirler. Ömer bin Abdulaziz, bundan hareketle 15 yaş altındakilere çocuk, üstündekilere savaşçı tahsisatı takdir etmiştir. Tahavi, büluğ çağı budur der ama erkek veya kız daha önce de büluğa erebilir diye ekler. (Tahavi, V, 219-220.) Fakat aslında büluğ çağının tespiti için illa da bir hadise dayanmak gerekmez, coğrafi bölgelere ve iklime göre gençlerin ne zaman ve hangi belirtilerle büluğa erdiklerini tespit etmek kolaydır.

Hal bu iken, hadis kaynaklarında aksine rivayetler vardır ve esasında fırtına da söz konusu rivayetlerden kaynaklanmaktadır.

Buhari ve Müslim dahi hadis kaynaklarında yer alan rivayetlere göre, Hz. Peygamber (s.a.), Hz. Aişe’yi altı yaşında nikahladı, dokuz yaşında onunla zifafa girdi.” Hanefi fıkhının ana kaynaklarından biri olan Serahsi de el Mebsut’ta (IV, 396) bu rivayetlerden hareketle küçük yaştaki bir evliliği mümkün gördüğünü kaydetmektedir. Ancak Hicri 2. Yüzyılın fakihlerinden İbn Şübrüme ve Ebu Bekir el Assam, buna itiraz edip bu yaştaki bir evliliğin geçerli olmadığını söylemektedirler. Hükümlere makasıd (maksatlar) açısından bakan Gazali de böyle evliliklerin Şeriat’ın beş ana maksadından (Zarurat-ı hamse) biri olan “neslin korunması” ilkesine hizmet etmediğini belirtmektedir.

Hz. Peygamber (s.a.) üç kişinin sorumlu olmadıklarını belirtmiştir: Uyuyan kimse, çocuk ve akıl sağlığını kaybeden kişi (İbn-i Mace, Talak, 15).  İcma ile sabit olan hüküm şu ki, çocuğun velayetini yüklenmeyi ve sürdürmeyi gerektiren faktör, onun küçük olması halidir. Büluğ çağına göre de kişi çocuktur; nitekim hala en yaygın standarta göre 0-1 yaş bebeklik; 2-13 çocukluk ve 14-25 gençlik çağıdır.

Şimdi biz, küçük yaştaki evliliğin dayandırıldığı Hz. Aişe’nin evliliğiyle ilgili rivayetleri ve haberleri gözden geçirmeye çalışalım. Bizim cevabını aradığımız soru şudur: Hz. Peygamber sahiden Aişe ile 6 yaşında nişanlanıp 9 yaşında mi evlendi, yoksa hem nişan hem evlilik yaşı daha yoksek miydi?

2.

Hz. Aişe’nin Hz. Peygamber’le evliliği

Hz. Aişe’nin Hz. Peygamber (s.a.)le evliliği modern zamanların önemli tartışma konularından biridir. Kaynaklar Hz. Aişe’nin vefatını H. 58/M. 678 verirken doğumuyla ilgili net bir tarih vermez. İkincil bilgilerden hareket edildiğinde, mesela Hz. Fatıma Bi’set’en beş sene önce doğmuşsa, ondan beş yaş küçük olan Aişe’nin Bi’set’in ilk yılında yani 610 yılında doğmuş olması icap eder. (Klasik kaynaklarda bu konu enine boyuna tartışılmış değil, kayda geçen bilgiler ışığında çeşitli içtihatlara yapılmış, teamüllere mesnet gösterilmiştir. Türkiye özelinde bu konuyu enine boşuna ilk ele alan Ömer Rıza Doğrul’dur. Türkçeye tercüme ettiği Asr-ı Saadet kitabına kendisi bu konuyu ele alan bir ilavede bulunmuş. Konuyla ilgili olumlu-olumsuz görüş beyanların ilk hareket noktası Ö. Rıza Doğrul’un bu ilavesidir. Bkz. Mevlana Şibli, Mütercim: Ö. Rıza Doğrul, Büyük İslam Tarihi Asr-ı Saadet, Toker Matbaası, İstanbul-1974, s. 141-151. Ö. Rıza Doğrul, bu eserde yer alan Hz. Aişe ile ilgili bölümü kendisinin te’lif ettiğini belirtmektedir. S. 141.) Genel kabule göre onun Hz. Peygamber’le evliliğinin gündeme gelmesi hikayesi hicretten öncesine dayanır. Bi’set’in 10 yılında hanımı Hatice vefat etmiş, Hz. Peygamber çocuklarıyla kalmıştı. Bu durumu gören Havle binti Hakim Resulüllah’a gelerek niçin evlenmediğini sorar. O da kim kendisiyle evlenir ki, deyince Havle “biri bakire, diğeri dul” olmak üzere iki adaydan söz eder: Bakire Hz. Ebu Bekir’in kızı Aişe, dul ise Sevde binti Zem’a’dır. Hz. Sevde, Amr ibn Luey kabilesine mensup Mekkeli bir hanımdır. Daha önce kocası Sükran ibn Amr’la Müslüman olup Habeşistan’a hicret etmişti. Ne var ki, kocası orada din değiştirip Hıristiyan olunca kendisi Mekke’ye dönmek durumunda kalmıştı. (Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, Çev. Salih Tuğ, İrfan y. İstanbul-1991, II, 677, Parafrf: 1101.)

Hz. Peygamber bu fikri onaylar ve Havle’nin her ikisiyle görüşmesini söyler. (Taberi, Tarih, III, 161 vd.)

Havle, Aişe’nin annesi Ümmü Ruman’a durumu anlatır, o da konuyu kocası Ebu Bekir’e açar. Ebu Bekir “Nasıl, olur biz Muhammed’le kardeş değil miyiz?” diye taaccubla sorar. Durum kendisine intikal ettiğinde, Hz. Peygamber “Biz nesepte değil, dinde kardeşiz” buyurur, bunun üzerine Aişe’nin annesi ve babası talebe olumlu cevap verir. (Böylece bir Arap adetine son verilir. Bizdeki Kirvelik ve Balkarlardaki akraba evliliğine kötü bakılması adeti gibi)

Ancak ortada bir pürüz var. Daha öncesinde Aişe, Mut’im bin Adi’nin oğlu Cübeyr ile sözlenmişti. Mut’im bin Adi (öl. 2/623), Hz. Peygamber, Taif dönüşünde onun verdiği eman ile Mekke’ye girişini sağlayan Kureyş’in Beni Nevfel koluna mensup önemli bir kişiydi. Ne var ki söz, bir türlü nişana dönüşmemiş, aradan belli bir süre geçtiği halde kesinlik kazanmamıştı. Hz. Ebu Bekir,  Mut’im bin Adi’ye gider ve bu konuda ne düşündüğünü sorar. Mut’im bin Adi ve karısı esasında işi ağırdan alıyorlar, aslında Aişe’yi istemiyorlardı. Hz. Ebu Bekir sorunca şöyle derler: “Sen, oğlumuzu kendi dinine çekmek için kızını vermek istiyorsun.” Bu cevap üzerine Hz. Ebu Bekir rahatlamış olarak döner ve Hz. Peygamber ile Aişe’nin nişanlanabileceğini söyler. (Ahmed ibn Hanbel, Müsned, IV, 211. Burada da iki hususa dikkat çekmek gerekir: 1. Bu uygulama ile sonraları evlilik işlerinde vaz’edilecek temel bir kurala atıf vardır. Hz. Peygamber şu kuralı vaz’etmiştir: “Kişi almak istediği şeyi kardeşi pazarlığını yaptığı sürece almasın. Kardeşi ondan vazgeçerse pazarlığını yapsın. Kişi kardeşinin talibi olduğu kıza talip olmasın, talip olan ondan vazgeçerse talip olsun.” (Buhari, Şurut, 11; Müslim, Büyu, 7, 9. 2. Mut’im her ne kadar Hz. Muhammed’in canına kasteden Kureyşlilere karşı ona eman verip Mekke’ye dönmesini sağlamışsa da, ona inanmış değildir. Ama kadim Arap örfüne göre, hangi din ve etnik kökenden olursa olsun, şu veya mücbir bir sebepten dolayı eman talep ediyorsa ona eman verilir. Bugünkü karşılığı siyasi, dini veya etnik sebeplerle devletler arası sözleşmelerde temel bir hüküm olarak yer alan “sığınma hakkı”nın korunması anlamına gelir. Hz. Peygamber’in bir müşrikten eman alması, emanın vahiy tarafından teyid edilmiş bir Arap örfü olduğunu gösterir ki, bunun manası İslami yönetimler baskı ve zulüm altında olan herkese eman (sığınma hakkı) vermek mecburiyetinderirler. Maalesef Müslümanlar kendi ülkelerinde gördükleri baskılardan kaçıp Hıristiyan veya laik ülkelere sığınmak için canlarını tehlikeye atmaktadırlar.)

Nişan Bi’setin 10 yılında, Şevval ayında yapılır. Düğün sonraya ertelenir. Medine’ye hicret başlar, Aişe ve diğer aile fertleri de hicret eder.

Hz. Peygamber, Aişe’ye talip olmuş, nişan da olmuş ama dile getirilmeyen bir sorunu var, o da bu yüzden Hz. Peygamber işi ağırdan almasıdır. Ebu Bekir bunu sezer ve sorar. O da Aişe’ye verecek mehri olmadığını söyleyince, ona 12,5 ukiyye (500 dirhem) bonç verir. O da parayı Hz. Aişe’ye mehir olarak öder (İbn Sa’d, Tabakat, VIII, 49.)

(Bunun anlamı önemlidir. Hz. Ebu Bekir, mehir ödemek üzere müstakbel damadına 12,5 ukiyye’yi ya borç ya da hibe olarak vermektedir. Her iki durumda para Hz. Aişe’ye ödenecektir. Bu İslam’ın geleneksel toplumlardaki teamülden farklı bir norm getirdiğini gösteriyor. Buna göre üç teamül ortaya çıkmaktadır: 1. Başlık: Damadın veya damat tarafının evleneceği kızın ailesine vermek zorunda olduğu para veya maldır 2. Drahoma: Evlenecek kızın erkeğe veya ailesine ödemek durumunda olduğu para veya maldır 3. Mehir; Erkeğin veya erkek tarafının kızın kendisine ödemek zorunda olduğu para veya maldır.)

Medine’ye gelişten sonraki gelişmeleri Hz. Aişe şöyle anlatmaktadır:

“Rasûlullah, Medine’ye hicret ettiği zaman bizi ve kızlarını Mekke’de bırakmıştı. Medine’ye varınca azatlı kölesi Zeyd b. Hârise ile Ebû Râfiʻ’i iki deve ve bir de ihtiyaç duyacakları şeyi satın almak üzere  (babam) Ebû Bekir’den aldığı beş yüz dirhem harçlıkla birlikte bize gönderdi. Ebû Bekir de, Abdullah b. Üraykıt’ı iki veya üç deve ile onların yanına katıp annem Ümmü Rûmân’ı, beni ve kız kardeşim Esmâ’yı bindirerek göndermesini Abdullah b. Ebû Bekir’e emretti. Beraber yola çıktık. Kudeyd’e geldiğimizde Zeyd b. Hârise o beş yüz dirhemle üç deve daha satın aldı. Yolda Talha b. Ubeydullâh’a rastladık. O da Ebû Bekir’in ev halkı ile birlikte hicret etmek istiyordu. Hep birlikte Mekke’den yola çıktık. Ebû Râfiʻ Fâtıma’yı, Ümmü Gülsüm’ü ve Sevde bint Zemʻa’yı; Zeyd de Ümmü Eymen’i ve oğlu Üsâme’yi bindirip yola çıktı. Abdullah b. Ebû Bekir, Ümmü Rûmân’ı ve iki kız kardeşini alıp yola çıktı. Talha b. Ubeydullâh ise kendi başına yola çıktı. Hep beraber konuşa konuşa Mina mevkiinden Beyz’a ulaştığımız zaman, devem kaçtı. Ben, hevdecin içindeydim, annem de yanımdaydı. Annem: ‘Eyvâh kızcağızım! Eyvâh gelinciğim!’ diyerek çırpınıyordu. Yüce Allah devemizi döndürüp bizi devemize ve selâmete kavuşturdu. Nihâyet Medine’ye geldik. Ben, Ebû Bekir’in ev halkı ile birlikte indim. O zaman, mescid ve mescid civarındaki odalar yapılmış bulunuyordu. Rasûlullah’ın ev halkı, kendi odalarına indiler” (İbn Saʻd, 2012: VIII, 49-50; Belâzürî, Ensabu’l eşraf, II, 546; Ahmed b. Hanbel, Müsned, XVIII, 172. Bunun ana fikir olarak aynı olan başka anlatımları vardır.)

Medine’nin havasına alışık olmayan Hz. Aişe, diğer bazı muhacirler gibi hummaya yakalanır, hastalığı ilerler, öyle ki saçları dökülür. Sonra iyileşir ve epey zaman sonra saçları çıkmaya başlar, gürleşir, eski halini alır. (Buhari, menakibu’l ensar, 44-56; Müslim, Nikah, 69.)

Nihayet Hz. Peygamber ile Hz. Aişe evlenirler. Gerdek günüyle ilgili iki tarih kayda geçer: 1 Şevval/Nisan-623. (Abdurrezzak, el Musannaf, VI, 190. İbn Sa’d, Tabakat, VIII, 56; Belazuri, Age, II, 540. Rivyatlerde ‘Şevval’ ayına özellikle vurgu yapılması, cahiliye Araplarının bu ayda evliliği uğursuz saymalarının boş bir inaç olduğunu anlatmakla ilgilidir. Hz. Peygamber’in düğünü bu aya denk getirmesinin sebeplerinden biri bir cahiliye hurafesine son vermektir); diğeri 2 Şevval/Mart-624 (İbn Hacer el Askalani, VII, 187.) Bu durumda zifafın 624’te ve Bedir savaşından sonra gerçekleştiği anlaşılıyor, öyle olması akla uygun, çünkü saçları dökülen ve hayli kilo kaybetmiş olan Aişe’nin sağlığına kavuşması için belli bir zamanın geçmesi gerekir. Öyle ki zaten bünyesi (minyon tipli) zayıf olduğundan annesi ona kilo aldırmak için çeşitli çareler arar, ona bol miktarda salatalık ve hurma suyu karışımı kokteyl içirir.

Diğer bir delil Rebiulevvel’de başlayan Mescid’in yapımının yedi ay sürüp Şevval ayında tamamlanmış olmasıdır ki, Hz. Peygamber ve Hz. Ebu Bekir, Mescid’in yapımı bittikten sonra ailelerini Medine’ye getirmişlerdi. Evliliğin Mescid’in yapımından sonra olduğu kesindir, çünkü düğün yemeği Ensar’ın getirdiği büyük bir meyve tabağı ve et yağına benzeyen bir yemek olduğu rivayet edilmektedir. (Asım Köksal, İslam Tarihi, VIII, 167.) Ahmed ibn Hanbel’in Müsnedi’nde yer verdiği bir bilgiye göre, Esma binti Umeys, düğün yemeğinin büyükçe bir kab dolusu sütten ibaret olduğunu söyler. (Müsned, XVI, 194.)

Hz. Aişe evlendiği günü şöyle anlatmaktadır:

“Ben kız arkadaşlarımla beraber bir tahterevalli (veya salıncak) üzerinde iken (annem) Ümmü Rûmân bana seslendi. Hemen yanına gittim. Niçin beni çağırdığını bilmiyordum. Elimden tutarak beni kapının yanında durdurdu. Nefes nefese kalmıştım. Biraz sakinleştikten sonra beni odaya aldı. İçeride bazı Ensâr kadınları vardı. Kadınlar: ‘Hayırlı, uğurlu ve mübarek olsun’ dediler. Ümmü Rûmân da beni onlara teslim etti. Kadınlar başımı yıkayıp hazırladılar. Rasûlullah kuşluk vakti ansızın (veya hemen) çıkageldi. Kadınlar da beni ona teslim etti” (Buhârî, Menâkıbü’l-Ensâr 44; Müslim, Nikâh 69; İbn Mâce,  Nikâh 13; Ebû Dâvud, Edeb 63.)

Bu rivayette ikna edici olmayan unsurlar var. Şöyle ki: Aişe nişanlı ama sanki olup bitenlerden haberi yokmuş gibi anlatıyor. Öyle ki onu damat evine götürmeye geldiklerinden ne olup bittiğini bilmiyor: “Onlar kılık-kıyafetime çeki düzen verdiler. Beni, (kuşluk vakti aniden) Resûlullah’ın gelişinden başka bir şey şaşırtmadı. Annem beni ona teslim etti. O gün ben dokuz yaşında idim. (Buhârî, Nikâh 38, 39; Müslim, Nikâh 69; Ebu Dâvud, Nikâh, 34; Edeb 63; Nesai, Nikah 29). En azından zifafın nikah kıyılmadan yapılamayacağını biliyoruz, öyle anlaşılıyor ki Aişe neredeyse nikah kıyılmasından da habersiz görünüyor.

Şimdi bu bilgiler ışığında Hz. Aişe’nin evlilik yaşı konusunu gözden geçirmeye çalışalım:

1.Kamer suresinin inişi: Buhâri’de şöyle bir rivayet yer alır: “Ben Mekke’de oynayan bir kız iken Muhammed’e: “Daha doğrusu onlara va’dedilen (asıl azab) (kıyamet) saatidir. O saat, ‘kurtuluş olmayan daha korkunç bir bela’ ve daha acıdır. ”(54/Kamer, 46) âyeti nâzil olmuştu.” (Buhârî, Tefsiru suretü’l kamer, 7). Kamer sûresinin 46. âyetinin Medenî olduğu ifade edilmesine rağmen genelde tefsir kaynaklarında sûrenin Mekkî olduğu görüşü ve Bi’set’in 4. yılında indiği daha çok kabul görmüştür. Bu surenin Bi’set’in 10. Yılında indiğine dair kuvvetli rivayetler vardır. Biʻsetin 10. senesinde Hz.Aişe’nin bu sureyi ezberinde tutacak yaşta olması gerekir ki, bu da asgari beş yaşında olması demektir. Ömer Rıza Doğrul ise, o yıllarda 8-9 yaşlarında olması gerektiğini söyler (Ö. Rıza Doğul, Asr-ı Saadet, İstanbul-1978, II, 148. 6-9 tarihlerinde ısrarcı olan Mehmet Azimli, söz konusu surenin inişiyle ilgili değişik tarihleri öne sürer ve aslında Ö. Rıza Doğrul’un öne sürdüğü delilin kendi tezi alyehinde olduğunu iddia eder. Bkz. Hz. Aişe’nin evlilik yaşı ile ilgili tartışmalar ya da savunmacı tarihçiliğin çıkmazı, İslami Araştırmalar Dergisi, Cilt: 16, Sayı: 1, s. 28-37.) Bu durumda Hz. Âişe Hz. Peygamber ile evlendiği tarihte en az on üç (13) yaşında olmalıdır. Yine bu âyetin Biʻsetin 4. yılında inme ihtimali de bulunduğunu, bu sebeple Hz. Âişe’nin evliliği esnasında on sekiz (18) veya on dokuz (19) yaşı civarında bile olabileceği ifade edilmiştir.

2. Hz. Aişe ve Esma’nın yaşları

Kaynaklar Hz. Aişe’nin ablası Esma’nın 100 yaşında vefat ettiğini, Hicret yılında da 27 yaşında olduğunu yazar. Eğer öyle ise kendisinden 10 yaş küçük Aişe’nin Hicret yılında 17 yaşında olması gerekir ki, Hicret’ten bir sene sonra evlenmişse, evlilik yaşı 18, hatta 19 olur. (Y. Nuri Öztürk, Asr-ı Saadet’in Büyük Kadınları, s. 66 vd. Rıza Savaş bu konuda İbn Mende, İbn Asakir ve Mes’udi’den üç kaynak gösterir. Bkz. Hz. Aişe’nin evlenme yaşı ile ilgili farklı bir yaklaşım, D.E.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 9, İzmir-1995, s. 139-144.)

3. Hz. Aişe ve Hz. Fatıma’nın yaşları: Kaynaklar Hz. Fatıma’nın Bi’set’ten beş sene önce Ka’be’de büyük bir tadilat’ın yapıldığı senede doğduğunu belirtirler. (İbn Sa’d, Age, VIII, 16; İbn Hacer, el İsabe fi temyizi’s sahabe, VII, 213.) Eğer böyle ise, Hz. Aişe Bi’set’in ilk yılında doğmuş olması gerekir, buna göre evlilik yaşı 13 veya 14’tür. Zehebi, ikisi arasındaki yaş farkını sekiz seneye çıkarır ki, bu Aişe’nin Bi’set’in ikinci senesinde doğduğu anlamına gelir.

Hz. Aişe ile kardeşi Abdurrahman arasındaki yaş farkından hareketle yapılan hesaplamalar da aynı sonucu verebilir görünmektedir. ( Rıza Savaş, Agm. s 143). Buna ek, Esma’nın İslam öncesi haniflerden Zeyd bin Amr bin Nufayl’i Ka’be’nin tadilatının yapıldığı sene sırtını Ka’be’ye dayamış olarak görmüş olması dikkate değerdir. (İbn İshak, Sire, Muhammed Hamidullah neşri, Konya-1981, 116.) Bu bilgi göz önüne alındığında Aişe’nin çok daha öncesinde doğmuş olması gerekir. Esma, babası Hz. Ebu Bekir 21, kızı Aişe ise 31 yaşında iken doğmuştur. (Taberani, el Mu’cemü’l kebir, XXIV, 77.) Hz. Ebu Bekir, Hz. Peygamber’den üç yaş küçüktü, hicret ettiğinde 50 yaşında idi. Aişe, babası 31 yaşında doğmuşsa, bu durumda hicret yılında 19 yaşında olması matematiksel bir hesaptır. Ancak bu tarihlerin tespitinde ve hesaplanmasında çelişkilerden doğan hesap hatası olduğu öne sürülmüştür. (Bkz. Mehmet Apaydın, Siyer Kronolijisi, s. 297.)

4. Eve ve çocuklara bakımı amaçlı evlilik: Hz. Peygamber, ilk hanımı Hz. Hatice’nin vefatından sonra evini idare edecek, çocuklarıyla ilgilenecek kimse kalmayınca evlenmeyi düşünmüştür. Evi evirip çevirecek, çocuklarla ilgilenecek bir kadının da herhalde 6-9 arası yaşlarda olacağı düşünülemez. Hz. Sevde ile ne zaman evlendiği kesin değil, ağırlıklı kanaat Hz. Hatice’nin vefatından 1 sene sonra ve Ramazan ayında olduğu yönündedir. Bu süreyi 2 ve 3 sene sayanlar da vardır. (Bu argümanın kritiği için bkz. Rıza Savaş, Agm., s. 142-143.)

5. Hz. Aişe’nin ilk sözlenmesi: Yukarıda Hz. Peygamber’in ona talip olmadan önce Aişe’nin Mut’im bin Adi’nin oğlu Cübeyr ile söz kesildiğine değinmiştik, ne var ki din farkından dolayı bu yürümedi. Eğer söz kesme Bi’set’ten önce vuku bulmuşsa, bu durumda Aişe ya vahyin ilk döneminde veya öncesinde Cübeyr ile söz kesmiş olması gerekir. Vahiy gelip de insanlar vahye karşı aldıkları tavırlarına göre iki gruba ayrıldıklarından, muhtemelen sözün nişana dönüşmemesinin sebebi bu olabilir. Hz. Peygamber, Bi’set’ten önce kıyılmış nikahları sonra da bozmadı, nikahta aradığı iki şarttan biri müşrik kocanın Müslüman eşine baskı yapmaması ve kadının eşinden ayrılmak istemesidir. Ne var ki İslami tebliğ başladıktan sonra müşrik veya gayrımüslim erkeklerle Müslüman kadınların evlenmesi yasaklanmıştır. Esasında tebliğ başladıktan sonra bu türden evliliklere sosyal bir zemin kalmadı. Nitekim Cübeyr’in babası ve annesi de, yeni dine girmiş olmasından dolayı Ebu Bekir’in kızını istemediklerini açıkça belirtmişlerdir. Her ne kadar müşriklerle evliliği yasaklayan Bakara (2) 221. Ayeti Medine’de inmişse de, bu amir bir hüküm/belirgin bir yasak olmasa bile sosyo-psikolojik ayrışma dolayısıyla nişan bozulmuştur. Hz. Aişe’nin Cübeyr ile ne zaman sözlendiği ve söz bozuluncaya kadar ne kadar süre geçtiği hakkında kesin bir bilgiye sahip değiliz, ancak belli bir sürenin geçtiği muhakkaktır.

6. Habeşistana hicret edenlerin listesi: İbn İshak, Habeşistan’a olan hicretten önce ilk Müslüman olanların listesini yapar, içlerinde Hz. Aişe’nin de ismi yer almaktadır. (İbn İshak, Sire, s. 124. İbn Hişam, Siyer, I, 290.) Listenin amacı kıdemine göre İslam’a girenleri tespit etmektir. Oysa Hicret zamanında sekiz yaşında olan bir çocuk, Habeşistan hicreti sırasında yeni doğmuş olmalı, yeni doğan bir çocuğu da kıdem listesine eklemenin makul tarafı yoktur. İbn Ishak’ın listesi baz alındığında, Hz. Aişe Hicret yılında 17 yaşında olması gerekir. (Rıza Savaş, Hz. Aişe’nin evlenme yaşı ile ilgili farklı bir yaklaşım, DÜİFD. S. X, 141; Reşid Haylamaz, Mü’minlerin en mümtaz annesi Hz. Aişe, İstanbul-2009, s. 438 vd.) Habeşistan’la ilgili başka delil de, Müslümanların Habeşistan’a hicretini (M. 615) Hz. Aişe’nin net olarak hatırlaması ve o günlerde hayli sıkıntılı Hz. Peygamber’in sıkça evlerine gelip babasıyla bu konuyu müzakere etmesidir. (Ahmed ibn Hanbel, Müsned, IV, 198.) Gayet tabii böyle bir olayı hatırlayacak bir insanın belli bir yaşta olmalı; Habeşistan’a hicret 615’te vuku bulduysa ve Aişe Medine’ye hicret senesinde sekiz yaşında idiyse onun henüz doğmamış olması gerekir.

Yaş tespiti konusunda Araplara özgü bir uygulamadan söz eden Mustafa İslamoğlu, bir hutbesinde, o dönemde aileler, kızların yaşını büluğ çağına 10 rakamı ekleyerek belirleyip etrafa duyurduklarını söylemektedir. “Hazf” adı verilen bu teamüle göre Hz. Aişe 9 yaşında büluğa ermişse gerçek evlilik çağı 19’dur. (17 Kasım 2012. tıklayın. Erişim Tarihi: 23 Aralık 2022.)

7. Sünni-Şii rekabeti: Hayli küçük yaşta evliliklere cevaz gösterilen 6 yaş nikah ve 9 yaş rivayetinin makul olmadığıyla ilgili son zamanlarda yapılan bir tez bambaşka bir iddiayı öne çıkarmaktadır. Oxford Üniversitesi’nden Erken İslam Tarihi uzmanı Joshua Little, hazırladığı tamamlanmamış doktora tezinde, Hz. Aişe’nin 6 yaşındayken nişanlandığı ve 9 yaşındayken evlendiği iddiasının tarihsel gerçeklerle uyuşmadığını öne sürmektedir. Joshua Little’in temel iddiaları şunlar: a. aktarılan bilginin kaynağı 7. yüzyıl değil, 8. yüzyılda Sünni-Şii ayrılığının sertleştiği Irak kenti Kufe’dir:

“İlk değerlendirmem, Urve bin el-Zübeyr ve öğrencilerinin, Zübeyrilerin hakim olduğu Medine’de, hadisi ilk formülleştirenler ve yayanlar olduğu yönündeydi. Fakat daha sonra; coğrafi modellere, ilgili isnâdlara ve erken Medine kaynaklarının sessizliğine dikkat çeken Yasmin Amin tarafından, hadisin esas kökeninin Abbasi dönemindeki Irak olduğu görüşüne yönlendirildim. Eleştirel ve biyografik-tarihsel analizler başta olmak üzere, ilerlettiğim çalışmalar beni, hadisin asıl formülleştiricisi ve yayıcısının, 8. yüzyılın ortasında Medine’den Kufe’ye göçen Hişam bin Urve olduğuna ikna etti.”

Little, Hz. Aişe hadisinin o dönemde Kufe’de Şii Müslümanlarla mücadele halindeki Sünnilere “cephane” sağladığını, onun Hz. Muhammed’in diğer eşlerinin aksine evlilik sırasında bakire olmasının en sevilen eş olduğu yönündeki söylemi güçlendirdiğini ve Hz. Aişe’nin de Hz. Ali gibi peygamber ocağında büyüdüğü inancına destek olduğunu söylüyor.

“Bu hadis, Hişam’dan bazen metin değişiklikleriyle ve silsile ekleriyle birlikte 8. yüzyıl Irak’ındaki çağdaşlarına ve öğrencilerine, oradan Abbasi Halifeliği’nin dört yanına yayılarak sonunda 9. yüzyıldaki proto-Sünni hadis eleştirmenleri ve geleneksel toplayıcıları tarafından miras alınıp kabul edildi.”

(Independent Türkçe. 1 Kasım 2022)  https://www.indyturk.com/node/571231/d%C3%BCnya/oxford-ara%C5%9Ft%C4%B1rmas%C4%B1-tart%C4%B1%C5%9Fma-yaratt%C4%B1-hz-muhammedin-hz-ai%C5%9Fe-ile-k%C3%BC%C3%A7%C3%BCk-ya%C5%9Ftayken

Kaynaklarda yer almışsa da  Hz. Aişe’nin 6 yaşında nişanlanmış, 9 yaşında evlenmiş olması, hiçbir şekilde doğrulanmamaktadır. (Hz. Aişe’nin evliliğiyle ilgili tarihlendirme için bkz. Mehmet Apaydın, Siyer Kronolojisi,KURMER, İstanbul, s. 290-301. Her iki tezin bir mukayesesi için bkz. Bünyamin Erul, Hz. Aişe kaç yaşında evlendi? Dokuz mu, ondokuz mu?, İslami Araştırmalar Dergisi, Cilt: 19, Sayı: 4, 2006, s. 637-649.)

3.

Görüş ayrılığına yol açan paradigma ve usul farkı

Bu konu önümüzdeki zamanlarda da tartışılmaya devam edecektir. Tartışmaya katılanları birkaç ana gruba ayırmak mümkün. Gruplara ayırırken kullandığımız kriter, akademisyen veya hocaları motive eden kurucu fikir, önkabullerini oluşturan görüştür. Kabuller ve görüşler paradigma ve usul farkından kaynaklanmaktadır.

1. Ehl-i hadis: Bu gruptakilere göre bir bilginin hadis kaynaklarında yer alması, hele sahiheynde  (Buhari-Müslim) bulunması doğruluğu için yeter sebeptir. Binaenaleyh 6-9 bilgisinin yanlışlanması başta Buhari ve Müslim olmak üzere genelde hadis kaynaklarına olan güvenin sarsılacağı endişesi taşıdığından, bu gruptakiler çapraz okumaya (metin kritiğine) tepki göstermektedirler. Hadisçi değilse de, hadis rivayetlerine olan samimi ve rezervsiz itimadı olanlar da söz konusu tepkilere iştirak etmektedirler. (Bu kaygıdan hareketle yapılan eleştiriler için bkz. Recep Erkocaaslan, Hz. Aişe’nin peygamberle evliliği ve evlilik yaşı, Uluslar arası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt: 10, Sayı: 51, Ağustos-2017.)

2. Siyerciler ve tarihçiler de benzer bir tutum içindedirler. Onlara göre, söz konusu rivayetler siyer ve tarih kitaplarında yer alıyorlar diye, bir çırpıda yok sayılamayacaklarını, bunca rivayet çeşitli kaynaklarda yer alıyorsa bunun bir anlamının olması gerektiğini iddia ederek, Hz. Aişe’nin evlilik yaşını yüksek gösteren araştırmalara karşı çıkıyorlar. (Bkz. Mehmet Azimli, Hz. Aişe’nin evlilik yaşı ile ilgili tartışmalar ya da savunmacı tarihçiliğin çıkmazı, İslami Araştırmalar Dergisi, Cilt: 16, Sayı: 1, s. 28-37. Adnan Demircan, İslam tarihinin ilk dönemlerindeki evliliklerle ilgili çağdaş tartışmalara dairhttp://www.islamtarihi.net/2020/10/islam-tarihinin-ilk-donemlerindeki_7.html), Aslında bu gruptaki akademisyenlerin karşı çıkışlarını olayların ve olguların okunmasında başvurulan kaynaklar açısından bir sorunlarının olmaması gerekir. Çünkü nasıl kendileri 6-9’da ısrar ettiklerinde siyer ve tarih kitaplarını kullanıyorlarsa, 17-19 veya daha farklı tarihi öne sürenlerin de başvurdukları kaynaklar aynıdır. Her biri karşı görüşünü temellendirmek üzere aynı bilgileri farklı yorumlayabilmektedir.

3. Tarihselciler ise, derin bir araştırmaya lüzum hissetmeden zaten kategorik şu iki önkabulden hareket ettiklerinden 6-9 rakamı onlar için bulunmaz imkandır: a. Küçük yaşta evlilik Arap örfüdür, İslam üzerinden bizlere geçmiştir b. Kur’an’da olsun Sünnet’te olsun yer alan fıkhi hükümler tarihseldir, bugüne bize bir şey veremezler. Hatta bir tarihselci isim telaffuz etmeden “Kim küçük yaşta evlilik yapmışsa yapmış, beni bağlamaz” deyip aslında sadece sahabileri değil Hz. Peygamber’i de işin içine katarak, onu bağlayan şeyin “modern kültür, insanlığın geldiği evrensel değerler” olduğunu haykırarak dile getirmiştir.

4. Bunun aksine, her durumda Hz. Peygamber’in dokuz yaşında bir kızla evlenmediği kabulünden hareketle, hadis, siyer ve tarih kitaplarında yer alan bilgileri yok saymak de doğru değildir.

Hadisçi veya tarihçilerin görüşlerinde niçin mesleki hassasiyet gösterdiklerini anlamak kolay; bu da bize olayı hangi meslek, branş zemininde araştırırken söz konusu hassasiyeti, hüküm cümlelerine gelince mesleki rezervlerin araştırmadaki payını göz önünde bulundurmamızı gerektirir. İleride göstereceğimiz mücbir sebeplerle o dönemde büluğ çağına henüz eren kızlarla evlilikler yapılmıştır, varsayalım ki Hz. Peygamber’in Hz. Aişe ile evliliği bu türdendir. Bize düşen rivayetleri dikkatli bir kritikten geçirdikten sonra hüküm vermektir. “Hak yücedir, hiçbir şey ondan yüce/üstün olmaz.”

Doğrulanamayan bir bilgi veya hükmü, hadis mecmualarına ve siyer kitaplarına olan güven sarsılır diye savunmakta ısrar etmek, kaş yapayım derken göz çıkarmaya benzer. Çünkü elbette Din-i mübine hizmet niyetiyle hazırlanmış hadis mecmuları elma sepeti gibidir; içlerinde sağlamlar olduğu gibi çürükler de vardır. Çürük bir rivayeti senedinde sağlam (sahih) göstermek Rasülullah’a ve Kur’an’a hizmet değil, zarardır. Öyle bir noktaya geldik ki, a. Belli bir tarih felsefesinden b. Belli bir usulden hareketle c. Hadis mecmualarının tamamını, siyer ve tarih kaynaklarını ciddi bir “metin kritiği”ne tabi tutmamız gerekir. Maalesef son zamanlarda hadis ve siyer kaynaklarında en kıyıda köşede kalmış, şaz nitelikte, bir dedikodu veya yakıştırma kalbinden yer almış tarihi bilgiler mercek altına alınıp büyütülüyor, bu da ana çerçeveye zedeliyor, ilahi mesaj bilerek veya bilmeyerek itibarsızlaştırılıyor. Belli bir tarih felsefesi ve belli bir usulden yoksun bu seçme bilgilere dayalı tarih okumaları hiçbir şekilde ilahi maksadın geçmişte doğru anlaşılıp anlaşılmadığı ve bugün için de ilahi mesajın ne anlam ifade ettiği sorusunun doğru cevabına bizi götürmez, belki istemeden de olsa derinlemesine okuma yapmayan geçleri deizme daha çok yönlendirir.

Ben kişisel olarak birkaç sene öncesine kadar hadis rivayetlerinde senedin sağlam olduğunu, asıl yapılması gereken metin kritiği olduğunu düşünüyordum. Ancak metin kritiği kadar olmasa da sened kritiğinin de yapılmasında zaruret olduğunu anlamış bulunuyoruz. Bugün hem sened hem metin kritiği için hayli zengin imkan ve birikimlere sahibiz. Metin kritiği yapmak ne hadisleri ne siyer kaynaklarını itibarsızlaştırmayı gerektirir, aksine Müslümanların tarihini ve bilhassa Hz. Peygamber’i ve sahabeyi uydurmalardan, iftira ve töhmetlerden kurtarmayı hedefler. El verir ki kritik yapacak olanların bize hangi tarih felsefesinden hareket ettiklerini ve hangi usulü kullandıklarını beyan etsinler.

4. Kur’ancılar: Bu gruptakilere göre hadis, siyer ve tarih kitapları dinin bağlayıcı kaynakları olmadığından Kur’an-ı Kerim’e bakmak yeterlidir. Onların bakış açısından Talak, 4 ve Nisa, 6. Ayetleri konuyu apaçık ortaya koymaya yeter. Büluğ, hatta rüşt çağına ermemiş kızlar evlendirilemez. Kur’ancıların hüküm cümlesi doğru, delil olarak gösterdikleri ayetler yerinde lakin hadis, siyer ve tarih kitaplarında yer alan bilgi ve haberleri bir torbaya doldurup çöpe atmak tatminkar bir açıklama değildir.

Söz konusu olaylar, bilgi ve haberler bu kaynaklarda yer almıştır: Bunun akla gelebilen bir açıklaması olmalı: a. Bu bilgi ve haberlerin tamamı yanlıştır b. Bu bilgi ve haberlerin kendilerine isnad edildiği tarihi figürlerin tamamı İslam adına hatalı davranmış, Kur’an’ın mesajını anlayamadıkları gibi İslam’a büyük zararlar vermişlerdir. Bu kitaplardaki bilgilerin tamamı yanlıştır demek de bugün İslam’a yöneltilen hasmane eleştirilerin cevabı değildir. Eğer sahiden durum böyle ise, dini tebliğ etme ve tatbik etmekle yükümlü ümmetin alimleri nasıl oluyor da bu çapta bir yanlış anlamaya düşebilir veya bilerek ve isteyerek dinin asli mesajına aykırı pratikler yaşamış olabilir? Sünni, Şii, Zeydi, Zahiri, İbadi bilumum mezheplerin hata ve yanlış üzere ittifak etmiş olmaları mümkün mü? Ceffelkalem bütün tarihi birikimi silip atanların bugün ilahi muradı doğru anlamış olduklarının teminatı nedir? Bir iki nesil sonra gelenler, kendilerini hata ve yanlış üzere ittifak edenlerin kategorisine koyarlarsa ne olacak? Ve bu kıyamete kadar böyle sürecek olsa, bu Allah’a bir iftira olmaz mı? Öyle ya, Allah kullarına öyle bir kitap göndermiş ki, asırlar geçtiği halde kimse doğru anlayamıyor, demek ki insan potansiyelinin kavrama gücünün üstünde bir mesaj gönderdi, ama maksat hasıl olmadı.

Paradigma farkının taraflarca nasıl iki ayrı kanıt olarak kullanıldığına ilişkin somut örnek, Hz. Peygamber’in 6-9 evliliğinin o dönemde düşmanları tarafından kullanılmadığına ilişkin öne sürülen argümandır. Argüman doğrudur, gerçekten de Hz. Peygamber’in üç düşmanı olduğunu biliyoruz: Bunlar da Mekkeli müşrikler, Medineli münafıklar (Müslüman müşrikler) ve Yahudilerdir. Her üç grup da –eğer öyle idiyse- Hz. Peygamber’in 6 yaşında bir kızcağızla nişanlanıp 9 yaşında evlendiğini dillerine dolayıp da bunu onun aleyhinde kullanmamışlardır. Hadisçiler. Siyerciler ve tarihselciler, bunun kaynaklarda zikredildiği üzere Arapların yüzyıllardan beri süren evlilik teamülleri olduğunu öne sürerlerken, bu bilginin doğru olmadığını öne sürenler de, böyle bir olayın vuku bulmadığını, olsaydı eğer Hz. Peygamber’in düşmanları tarafından aleyhinde bir propoganda ve itibarsızlaştırma aracı olarak kullanılacağını söylemektedirler.

Benim kanaatim Hz. Peygamber’in Hz. Aişe ile 15-17 arası yaşta evlendiği yönündedir. Mamafih o dönemde 9-11 arası yaşlarda evliliklerin olduğu da bir gerçek. Sonraki yazımızda bunun üzerinde duralım.

İslam Düşüncesi Haberleri

Felah; fıtrat ve vahiyle yeniden buluşmamızda!...
Diyanetten hatırlatma: Tüm kumarlar haramdır!
Kemalistlerin cehaleti uçsuz bucaksız saçmalama özgürlüğü sunuyor!
İ’tizâl ile itidal arasında Allah nerededir?
Mutlak kötüye karşı el-Kassam’ın özgürleştirici ribatı ve cihadı