Huzur Neyle Sağlanır?

“Genellikle çoğumuz iç huzurun ve sükûnetin bir dizi cennet gibi koşulların sağlandığında olacağını düşünüyoruz. Aile, ekonomi, kariyer gibi sahip olmayı istediğimiz bu koşulları elde ettiğimizde ise sekîneti kazandığımızı düşünüyoruz.”

SEKÎNET / Shaykh Ahsan Hanif - Muslimmatters.org/

Haksöz-Haber İçin Çev: Durmuş Kancı

Bu hayatta huzur ve sükuneti bulmak insanoğlunun hayali ve arzusudur. İlk dönem filozofları iç huzur ve mutluluk konusunda konuştular ancak günümüzde kişisel gelişim endüstrisi hâlâ milyarlarca dolar değerinde. Bunların tamamı ise insanların sükûneti/huzuru bulma ihtiyacı için tekrar geri dönüyor. Maneviyat ise insanların sekîneti bulma arzusunun bir yansımasıdır. İnsanların çoğu sadece bir düzeye kadar iç huzurun para, güç veya şöhretle sağlanamayacağını bilirler. İhtiyaç olunan şey daha derinlerdedir.

‘Derin bir şey’in ne olduğu arayışı -Müslümanlarda dahil- çok çaba sarfedilen bir durumdur. Genellikle çoğumuz iç huzurun ve sükûnetin bir dizi cennet gibi koşulların sağlandığında olacağını düşünüyoruz. Aile, ekonomi, kariyer gibi sahip olmayı istediğimiz bu koşulları elde ettiğimizde ise sekîneti/sükûneti kazandığımızı düşünüyoruz. Ancak bu konuda Kur’an öğretilerini analiz ettiğimizde başka bir şeyler buluyoruz. Sükûnet/sekînet kelimesi için ‘sakınah’ kavramı 4 farklı kıssada 6 farklı formda geçer ve her anlatımda; sıkıntı ve zorluklar bağlamındadır.

Sanki Kur’an bize zamanın kolay olduğu, sıkıntı ve güçlüklerin olmadığı dönemlerde sükûnetin/huzurun sağlanamadığını söylüyor. Daha doğrusu musibetler ve imtihanlardan geçtiğimizde elde edilebilir. Elbette bulunduğumuz bu fırtınalı ve kargaşalı süreçlerde imanımız kuvvetlenir ve Allah’a yakınlığımız artar işte o zaman Allah bizlere iç huzuru ve sekîneti verir. Şimdi Kur’an’daki bu 5 örnek durum ve bağlamlara bakalım...

Kur’an’da ‘sakınah’ kavramı ilk olara Bakara Suresin’de anlatılan Davut ve Calut kıssasında geçer. Bu kıssanın anlatıldığı bağlam ve ortam en büyük zorluk ve sıkıntılardan biridir. İsrailoğulları zulüm görmüş, birçoğu öldürülmüş ve Calut’un zulmüne karşı kendilerini savunuyorlardı. Bu karşı koyma süreçlerinde Peygamberlerinden kendi içlerinden biri olması durumuyla bir komutan tayin etmesini talep etmişlerdi. Peygamberleri ise onlara Talut’un seçildiğini bildirmişti. O soylulardan veya seçkinlerden biri değildi. Aksine, onlar gibi ortalama bir kimseydi bunu öğrenince bu tayinden memnun olmamış ve karşı çıkmışlardı. Allah’ın sekînet/huzur kelimesinin kullanıldığı bu hükmü hemen kabulde ve gururlarına yedirmede zorlanıyorlardı. Peygamberleri onlara "O’nun hükümdarlığının alâmeti, içinde rabbinizden bir sekînet, Mûsâ ve Hârûn ailelerinin bıraktıklarından bir bakiye bulunan ve meleklerin taşıdığı tabutun (sandığın) size gelmesidir" dedi. (Bakara Suresi 248.) Davud adında geç bir adam dahil, Talut’a itaat eden ve takip edenler için Calut’a karşı zafer kazanacaklardı.

Sekînet kavramının kullanıldığı ikinci kısım ise Resulullah’ın Mekke’den Medine’ye hicretinin anlatıldığı bölümdür. Bu hikâye bize çok tanıdık gelecek. Resulullah ve Hz. Ebu Bekir Kureyişlilerden kaçarak bir mağaraya sığınmışlardı. Mekkeli müşrikler mağaraya çok yaklaştıklarında Hz. Ebu Bekir-biri eğilip kaldıkları mağaraya bakacak olsa- hemen ayakuçlarını bile görebileceklerini gözlemlemişti. Tam o anda Hz. Peygamber: ‘’yalnız olmadıklarını, Allah’ın yanlarında olduğunu’’ söyledi. Sekînet; ilkelerin ve ahlak kurallarının çoğu zaman unutulduğu dönemlerde -özelliklede en zor süreçlerde- Allah’ı neyin memnun edeceğini bilme hikmetine sahip olanların elde ettiği bir şeydir. Kalplerinde en zor zamanlarda bile huzuru taşıyan, Allah’a iman etme misyonuna sahip olan kimselerdir. Allah şöyle der: “Siz Peygamber’e yardım etmeseniz de Allah ona yardım eder. Hani kâfirler onu yurdundan çıkardıklarında mağarada bulunan iki kişiden biri o idi ve arkadaşına, ‘Üzülme! Allah bizimledir!’ demişti. Allah da ona sekîneti/sükûneti indirmişti...’’ (Tevbe Suresi 40.)

Üçüncü kıssa o kadar önemlidir ki alabileceğimiz birçok dersi içermektedir. ‘Sakınah/sekînet’ kavramı bu bölümde üç defa kullanılır. Fetih Suresi, Hudeybiye anlaşmasından bahseder. Resulullah 1.400 Müslümanla birlikte umre yolculuğu için -yanlarında ne zırh var ne korunabilecek bir şey- düşmanlarının kontrolündeki Mekke’ye gidiyorlardı. Müşriklerin onlara kolayca saldırabilmeleri önünde hiçbir engel yoktu. Hz. Peygamberin emriyle sadece ihramlı bir şekilde yola çıkan kadınlı çocuklu insanların bu emri kabulü Resulullah’a itaatte ve sevgilerinde bağlılıklarının ne kadar fazla olduğunu da gösteriyordu. “İmanları artsın diye, müminlerin kalplerine sekinet indiren de O’dur.’’ (Fetih suresi 4.)

Müslümanlar Hudeybiye diye adlandırılan bir yerde durdurulmuşlardı. Resulullah Mekkeli müşriklerle görüşmek üzere Hz. Osman’ı elçi olarak göndermişti. Hz. Osman’ın yokluğunda onun öldürülmüş olabileceği haberi Müslümanlara ulaşmıştı. Resulullah bunun üzerine Hz. Osman’a yapılanın bedelinin ödetileceği üzerine Müslümanlardan biat almıştı. Utmayalım ki hiç biri de savaş için hazırlıklı değildi. Oysa bu durumda bile Mekkeli müşriklerle savaştan kaçınmadıkları, Resulullah’a ahitleri ise tamdı.  Bu olay üzerine Allah şu ayeti indirmişti: “Andolsun o ağacın altında (Hudeybiye'de) sana bey'at ederlerken Allah, müminlerden razı olmuştur. Kalplerinde olanı bilmiş onlara sekînet indirmiş ve onları pek yakın bir fetih ile mükâfatlandırmıştır.”  (Fetih Suresi 18.)

Bu durumun sonunda bir anlaşma kabul edilecekti. Anlaşmanın şartları Müslümanlara karşı oldukça ön yargılı ve yenilgi maddeleri gibi gözüküyordu. Sıra anlaşmanın yazımına geldiğinde Kureyş’in temsilcileri Allah’ın Rahman ve Rahim olarak tanımlanmasına itiraz etmişlerdi. Ayrıca daha da ileri giderek Resulullah’ın Allah’ın bir elçisi/peygamberi olduğuna da itiraz etmişlerdi. ‘’Sonra Allah, Resulünün üzerine ve müminlerin üzerine sekînetini (kalplere huzur veren rahmetini) indirdi.’’ (Tevbe Suresi 26.) Bu şartlara itirazlar edilmiş, Müslümanların bunları kabul etmesi zordu fakat yine de bu antlaşmayı kabul etmişlerdi. Sonuç olarak Allah, bu antlaşmayı zafer olarak nitelendirmişti.

Kur'ân'da sekînetin/sükûnetin dile getirildiği son kıssa/olay Huneyn Savaşı’dır. Mekke'nin Fethi'nden sonra gerçekleşen Huneyn, Müslümanların üstün sayılara sahip olduğu ilk savaştı. Bazı sahabeler o gün çoklukları nedeniyle yenilmeyeceklerini söylemişti. Ancak savaş başladığında Müslümanların saflarında dağılmalar başlamıştı.

Resulullah sahabelerini etrafında tekrar toparlanmaya çağırdığında ancak savaşı tersine çevirip zafer elde edebilmişlerdi. ‘’Allah birçok yerde, bu arada Huneyn Savaşı’nda gerçekten size yardım etmiştir. O gün sayıca çokluğunuza güvenmiştiniz, fakat bunun size hiçbir yararı olmamıştı; o yer geniş olmasına rağmen size dar gelmiş, nihayet geriye çekilmeye başlamıştınız. Bunun üzerine Allah, peygamberinin ve müminlerin üzerine kendi katından bir sekînet/sükûnet/ güven duygusu indirdi, bir de göremediğiniz askerler gönderdi ve böylece inkâr edenlerin cezasını verdi. İşte bu, inkârcıların hak ettiği karşılıktır.’’  (Tevbe Suresi 25-26.)

Allah, Kur'ân boyunca huzurun/sekînetin/sükûnetin her zaman zorluklarla birlikte geldiğini, sanki biri olmadan diğerinin kavranamayacağını bize anlatır. Hayatın imtihanlarla ve zorluklarla dolu olduğunu biliyoruz. Bu imtihanlar iç huzurun ve mutluluğun antitezi değildir; onu gerçekleştirmek için birer basamak taşıdırlar. İmtihanlarınızı, Allah'a yaklaşmada ve hatırlamada bir araç olarak kullanın ve bu sayede Allah, huzurun size inmesine yardımcı olacaktır.

İslam Düşüncesi Haberleri

Kemalistlerin cehaleti uçsuz bucaksız saçmalama özgürlüğü sunuyor!
İ’tizâl ile itidal arasında Allah nerededir?
Mutlak kötüye karşı el-Kassam’ın özgürleştirici ribatı ve cihadı
Yaratılış gayesinden uzaklaşan insan huzurlu olamaz!
Öncelikli hedef neden tağuti otoritedir? Ve asabiye gündemleri geri itilmelidir!