HAKSÖZ HABER
Türkiye medya tarihine adını vesayetin taraftarlığında en üst sıralara yazdırmış bir isim olan Ertuğrul Özkök, diğer birçok dostunun yaptığı gibi geçmişe dönük itirafta bulunmak yerine hala, "Ben masumum", "Safım" tavırları içerisinde kendisini yüceltmeye çalışıyor.
T24 internet haber sitesinin Özkök'le yapılan röportajında devlet-medya-asker üçgeninde 35 yıl geçiren bir gazete ve ekibinin eylemlerine dönük samimi itiraflar arayanların eli boş kaldı.
Özkök, Aydın Doğan patronluğunda geçen 15 yıllık yayın yönetmenliği boyunca, eski Başbakan ve ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz'la manşetler aracılığıyla iletişim kurdu. Hükümetlere patronlarının taleplerini ve neleri hoş karşılamayacağını aktardı.
Doğan Yayın Holding'i temsilen TÜSİAD üyesi de olan Özkök, TÜSİAD'ın AK Parti hükümetine karşı aldığı cephede gazetesini bir mevzi gibi kullandı.
Türkiye'de toplumun öfkesini çeken manşetler için de şöyle diyordu: "Hürriyet'in tüm manşetlerini ben attım; en eleştirilenleri de en beğenilenleri de"
T24 Özkök'ü üzmeyecek şekilde yaptığı röportajda Özkök'ü övmekten de geri durmadı. Röportaj haberinde Özkök'ün 2007 Nisan'ın ordunun yayınladığı E-Muhtıra için Özkök'ün yaklaşımı şöyle paylaştı: "2007'de verilen e-muhtıra ardından "Bu bildiri hepimiz için ayıptır. (…) Bunda herkesin yanlışlığı rol oynamıştır. Tabii her şeyden önce iktidarın" görüşünü paylaştı." Oysa Özkök E-Muhtırayı desteklemiş ve şöyle demişti: "Demokrasi kaygısıyla, sadece askeri eleştirmek, ne adil, ne yararlı, ne de sonuç verici bir girişim olacaktır. Çünkü o bildiride savunulan görüşler, toplumun önemli bir bölümü tarafından paylaşılmaktadır. Şurası bir gerçektir: Siviller bu süreci iyi yönetemediler. Emin olunuz ki, bunda herkesin yanlışlığı rol oynamıştır. Tabii her şeyden önce iktidarın."
Hürriyet gazetesi manşetlerinde Ahmet Kaya'nın Kürtçe albüm planı için "Vay Şerefsiz" diye yazan Özkök, geçtiğimiz ay Diyarbakır'da Ahmet Güneştekin imzalı bir sergi sonunda halay çekmiş ve geçmişe adeta sünger çekmiş gibi davranarak her dönemin kendine göre pozisyon alan adamı olarak eleştirilmişti.
12 Eylül darbesi için fikirleri hala değişmeyen ve kendince haklı sebepleri olduğunu iddia eden Özkök, röportajdaki, Sebeplerden biri, sizin hayatınızı kurtaran darbenin başkalarının hayatlarına mal olması olabilir mi? sorusuna şöyle yanıt vererek darbeyi hala destekler nitelikte düşündüğünü ifade etti.
Özkök, "Onunla bunun bir alakası yok. Ben insani olarak kendi hayatım, karımın, kızımın hayatı kurtuldu hissiyatı yaşadım. Bu samimiyetim eleştiriliyorsa eleştirilsin. Ama şunu söyleyeyim: Bu halk, anayasaya yüzde 92 evet oyu verdi. Ve kimse bana "şeffaf zarf" filan diyerek palavra atmasın." dedi.
Medyanın dönem hükümetleri tarafından desteklendiğini açıklayan Özkök şöyle diyordu: "Bir şey söyleyeyim mi sana; ben devletin Hürriyet ile ilişkisini hiç anlamadım. Hatta komplekse kapıldım. Bu kadar samimi anlatmama herkes gülüyor ama ister Ankara Temsilciliği'nde, ister yayın yönetmenliğimde ne MİT'ten kimse aradı beni ne devlet fazla ciddiye aldı. Ben genç bir solcuyken Hürriyet'le ilgili şöyle bir algım vardı: Bu Hürriyet'in devletin her tarafında adamı vardır ve her yerden haber geliyordur. Hiç öyle bir şey de yoktu, sadece polisten haberler geliyordu. Bütün iyi haberler Cumhuriyet'e gidiyordu."
Bugün "yandaş medya" lafzıyla iktidara yakın medyaya ettikleri hakaret kalmayan sözde muhalif basının, dönemin gazetelerinin iktidarlar ve askerler tarafından nasıl desteklendiğini bilmiyor olmaları ya da görmezden gelmediklerini söyleyebilir miyiz?
Röportajdan alıntıyla Ertuğrul Özkök'ün "medyaya emir verenler" ve "Basında MİT" konusunda dikkat çeken kimi açıklamaları:
- "Devlet gazetesi" derken aklımızda başka bir açı vardı ama konu açılmışken: En son eski MİT Kontrterör Daire Başkanı Mehmet Eymür, T24'ten Gökçer Tahincioğlu'na "Basında MİT'çi çoktur" dedi. Siz hiç Hürriyet içinde bu konuda bir soruşturma yürüttünüz mü?
Biri vardı ve biz onu biliyorduk (Ertuğrul Özkök, ismin açıklanmamasını istiyor). Kendisi daha sonra medyadan ayrıldı. Ama bu sadece Türkiye'de değil, Amerika'da da yok mu?
- Vardır ama biz şunu bilmiyoruz: Gazete içinde MİT çalışanı olduğu bilinen biri varsa onunla ne paylaşılır, ne saklanır ve bekçiliği nasıl işler?
Hiç "içimizde MİT vardır, şu haberi saklayayım" gibi bir düşüncem olmadı. Niye biliyor musun? Kimse inanmıyor ama ben biraz safım, insanlara güvenirim. İnsanlara dair bir şeyler kesin olarak ortaya çıkıncaya kadar arkadaşlarıma şüpheci yaklaşmam.
- Bir tarafta Türkiye'nin en büyük kurumlarından istihbarat servisi, diğer tarafta ülkenin en büyük gazetesi Hürriyet var. İlişkilenmeyi yok saymak saflıkla açıklanabilir mi?
Seninle şu konuda anlaşamıyoruz: Sen genç bir insan olarak hep bir şüpheci sorgulayıcılık içindesin, ben değilim. İster buna saflık, ister aptallık deyin ama ben böyleyim. Arkadaşlarımla ilgili hiçbir zaman şüpheci davranmadım. Dönemimde bana zarar verecek bir şey olup olmadığını da bilmiyorum.
- Bu kattan yayına müdahale oldu mu?
Hiç öyle bir şey olmadı.
Kendi çevresine de oldukça kızgın olduğu görülen Özkök ile Röportajı gerçekleştiren T24 yazarı Hazal Özvarış arasında geçen tartışmaya göre Özkök darbe planlarına çanak tuttuğu zamanlarda kendisine arka çıkmayan basına şöyle sitem etti.
"Andıç gecesi Birand'la Papermoon'da dayanışma yemeği yedik"
- 10 kişi üzerinde birlikte çalıştığınızı söylediğiniz haberlerden biri Şemdin Sakık'a atfedilen ve Cengiz Çandar, Akın Birdal ile Mehmet Ali Birand'ı PKK'dan para almakla itham eden 1998'deki "Andıç Skandalı" oldu. Bunu bir basın skandalına çeviren Sakık'a atfedilen ifadelerin, bu isimlere sorulmadan, gazetecilik süzgecinden geçirilmeden Sabah ve Hürriyet'te yayımlanmasıydı. Cengiz Çandar, T24'e süreci anlattığı söyleşide dönemin Sabah Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Zafer Mutlu'nun kendisine "Ertuğrul'u ikna edemedik, koymak zorundayız" dediğini; haberi koyduğunuz gün sizin de kendisini aradığınızı ve şu ifadelerle özür dilediğinizi söyledi: "Mecbur kaldık ama manşete koymadık." Bahsi geçen nasıl bir mecburiyetti?
Hiç öyle bir mecburiyet yoktu. Kimse bizi o manşeti atmaya mecbur etmedi, kimse palavra atmasın. Bir kere Zafer eğer böyle bir şey söylüyorsa, ki ben bunu Zafer'in ağzından hiç duymadım, kendi açısından çok yanlış bir şey yapıyor. Ben hayatımda Zafer'e sorup bir manşet attım mı, o niye bana sormuş? Böyle bir gerekçeyi ben anlamıyorum. Bunu söylemek Zafer Mutlu gibi güçlü bir genel yayın yönetmenine hakarettir.
- Süreç nasıl ilerledi anlatır mısınız?
"Böyle bir ifade var" dendi. Biz oturduk konuştuk, verelim mi vermeyelim mi diye. Dedik ki bazı arkadaşlarımızı saklıyormuşuz gibi bir hava doğacak, o yüzden verelim. O manşetin çıktığı gece Güneri Cıvaoğlu'nu aradım ve dedim ki "Bu gece Papermoon'da tam ortadaki masayı ayırtalım, Mehmet Ali Birand'ı alalım ve sizinle birlikte onunla dayanışma içinde olduğumuzu bütün İstanbul'un tanınmış insanların önünde gösterelim." Bunu da yaptık!
- Genel yayın yönetmeni olduğunuz gazetenizde hakkında "PKK'dan para alıyor" haberi çıkarttığınız bir gazeteciyi Papermoon'da yemek yiyerek mi desteklediniz?
Burada bu tartışmayı keseceğim. Çünkü bu soruların hiçbirini bugüne kadar Silivri'deki davaların, kumpasların manşetlerini atanlara hiçbiriniz gidip sormadınız.
- Siz daha önce yaptığım işleri biliyor musunuz?
Ben seni okumadım, bilmiyorum.
Diğer gazetecilerin örneğin, Emin Çölaşan'ın suskunluğunu da yorumlayan Özkök, onlar konuşmuyor diye bana yükleniyorlar minvalinde konuşarak geçmişe dönük konuşulmasında ısrar edilmesine karşı çıkıyor ve Siz hangi gazetecileri sorgulamak isterdiniz? sorusuna şöyle cevap veriyor:
"Silivri davasındaki o manşetleri atan bütün gazetecileri, tek tek… Gidin sorun Yasemin'e (Çongar), bana "Ergenekon'un medya ayağı" dedi. Nerede o medya ayağı? Silivri duruşmalarında bir gizli tanık demiş ki: "Ben Ankara'da bilmem ne yayın evindeydim, Ertuğrul Özkök de oradaydı, Ergenekon çetesini desteklemek üzerine bir kitap yazdırıyorlardı ve benim yanımdayken Enis Berberoğlu'nu aradı, ona 'Bu haberi manşetten verelim' dedi." Ne öyle bir yayınevi ne öyle bir kitap biliyorum; hayali bir şey. Avukata gizli tanığa dava açmasını söyledim. Mahkeme "Gizli tanık açıklanamaz" dedi. Yargıtay "Böyle bir hak ihlali varsa açıklanabilir" dedi, bu kararı ben aldırdım! Ve gizli tanık kim çıktı biliyor musun? Nazilli'de cezaevinde cinayetten yatan, Aziz Yıldırım'a o meşhur 3 Temmuz kumpasını kuran ekipten biri çıktı. Sadece Cengiz Çandar, Mehmet Ali Birand değil haksızlığa uğrayan. Ben de çok haksızlığa uğradım ama bana çete dendi, bir Allah'ın kulu Yasemin Çongar'a bir şey demedi. Ertuğrul var çünkü burada bir tane, çakalım voliyi! Çakın, tamam (gülüyor); ben biraz boks antrenmanı yapılan torba gibiyim."
Medyanın birilerinin tekelinde hayat bulduğu dönemlerin konuşulmasından rahatsızlık duyan Özkök verdiği cevaplarla 35 yıllık meslek hayatının gazeteciliğinin konuşulmasından uzaklaşmaya çalıştı.
Medya tarihine geçen tüm hatalar için geçerli bir soruyu siz Hürriyet örneği üzerinden yanıtlar mısınız: Oktay Ekşi'nin "Alçakları Tanıyalım" başlıklı yazısı ardından gelen Andıç Skandalı'nda, "Vay Şerefsiz" veya "Hayata Dönüş" adı verilen operasyon için atılan "Devlet Girdi" gibi gazetecilik açısından sorunlu haber aktarımlarında, bir gazete için gerekli olan ortak akıl yazı işlerinde hangi noktada sekteye uğradı? sorusuna Özkök,
"Bakın, andıç olayı devletin bana attığı en büyük kazıktır. O günden itibaren askerlerle bütün ilişkimi kestim. Zaten bir ilişkim yoktu ama sonrasında ne askere ne polise güvendim. Bu da beni Ergenekon olayları sırasında korudu, çünkü bana getirilen kâğıtlarla ilgili "Ben bir kere andıçtan kazık yedim, bu devletten bir daha kazık yemem" dedim. O yüzden Hürriyet, Ergenekon davalarına girmedi diye çok eleştirildi. Yayın yönetmenliğinden ayrılıncaya kadar da hep temkinli gittim. Bu iyi sınavı niye kimse anlatmıyor?" dedi.
Asker-medya ilişkisine dair, Askere bir daha hiç güvenmedim" dediniz. 28 Şubat sürecine giderken köşenizden dönemin Deniz Kuvvet Komutanı Güven Erkaya'nın Sedat Ergin ve Nurcan Akad'a söylediği "Bu kez de silahsız kuvvetler halletsin" sözlerini 'üst düzey askeri yetkili'ye atfederek filtresiz verdiniz. Bunu, hak verdiğiniz için mi yaptınız? sorusuna Özkök,
"Bu soruyu bana TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu'nda sordular ve soruyu soran AKP'li milletvekili bu yazıyı okumamıştı. "Önce okuyun, sonra yazının neresine itiraz ediyorsunuz söyleyin" dedim. Sen de o yazıyı bul ve oku. Güven Erkaya hasta yatağında yatarken "Hep askerlerden bir şey bekleniyor, bu çağda artık askerlerden bir şey beklemeyin, itirazınız mı var, medya var, STK'lar var, onların anayasada konuşma hakları var, onlar çıksınlar konuşsunlar" dedi. Adamın söylediği, bir itiraz varsa demokratik yollarla çözülmesi gerektiği. Nitekim Tansu Çiller'in en yakını olan Memduh Bayraktaroğlu yazdığı kitapta "O dönem atılmış en doğru manşetti" dedi. Ama sağ olsun Fehmi (Koru) kalktı, "darbenin başlama şeyi" dedi. Ne başlama şeyi! Ben bugün de aynı şeyi söylerim. Bugün de Tayyip Erdoğan hükümetine bir itirazınız varsa, biraz da cesaretiniz varsa, söz söyleme hürriyeti anayasal hakkınız değil mi, çıkın söyleyin! Bunda ne var? Nitekim, 28 Şubat da Meclis'te halledildi. Kurulan hükümet Meclis'te güvenoyu aldı. Milletvekilleri oy verirken kafalarına tabanca mı dayadılar?" dedi.
Askerle ilişkiye mesafe koyduğunuzu söylediğiniz bir dönemde vurguladığınız gibi silahsız da olsa askerin siyasete yön verme girişimi var…
Şunu karıştırmayın: O dönem askerin söylediği bir şeyi vermek gazetecilik olayıydı, dönemin gazetecilik anlayışı buydu.
Askerin siyasete ilgisine bu tanıklığınıza rağmen Nokta Dergisi'nde çıkan Darbe Günlükleri yayımlandıktan sadece bir gün sonra günlükler için "özel imalat" dediniz. Alper Görmüş, Hasan Cemal'in Türkiye'nin Asker Sorunu kitabı için kaleme aldığı yazıda bunu hatırlatırken şunu soruyor: "Özkök ve benzerleri nasıl hissediyorlar, acaba pişmanlar mı?"
Hiç pişman değilim, niye olayım?
- Hâlâ günlüklerin 'özel imalat' olduklarını düşünüyor musunuz?
Bilmiyorum hayatım. Lütfen şu Ergenekon dönemini anlatma bana! O dönem benim gözümde bir kumpas dönemiydi. Ben sizin inandığınız şeylere inanmak zorunda değilim.
Askerle Hürriyet ilişkisini konuşurken…
Benim askerle yaptığım bir konuşma çıkmadı. Yeter artık, bunları konuşmak istemiyorum. Geçmişin o kadar çok hesabını verdim ki artık anlamsız görüyorum. Aynı sorular soruluyor, ben de papağan gibi aynı şeyleri söylüyorum. Bana biraz daha yaratıcı bir sorun.
Bak, Ahmet Güneştekin'in tarihi sergisine Diyarbakır'a gittim. Ülkücüler dedi ki "PKK'lılarla halay çekiyor", bir kısım "Ahmet Kaya'ya bilmem ne diyen adamın burada ne işi var" dedi, ulusalcılar 2010 referandumunda ben hayır oyu verdiğim halde "yetmez ama evet"çi diyorlar. İslamcı kesim de beni hayat boyu hiç sevemedi. Ben ne yapabilirim?