Soruşturma dosyamızın bu beşinci bölümünde de yine iki değerli arkadaşımızla karşınızdayız. Özgür-Der Genel Başkan Yardımcısı Kenan Alpay ile Özgür-Der Batman Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi Şefik Sevim'in soruşturma cevaplarını ilginize sunuyoruz.
HAŞİM AY / ISLAH-HABER
***
HÜKÜMETİN BEYANLARI YARALARI DAHA ÇOK KANATMAKTAN BAŞKA İŞE YARAMIYOR
SORU-1: Uludere katliamının üzerinden aylar geçti. Savcılık soruşturma açtı. Meclis, araştırma komisyonu kurdu. Devlet bu olayın üzerinin örtülmeyeceğine, faillerinin en kısa zamanda bulunacağına dair söz vermesine rağmen konuya dair kamuoyunu tatmin eder nitelikte bir gelişmenin yaşandığı henüz söylenemez. Kamuoyunun ve mağdur ailelerin beklentileri sürerken Başbakan'ın konuyu gündemde tutmaya çalışanlara karşı giderek agresifleşen bir üsluba büründüğü görülmekte. Sizce Uludere soruşturmasının sonuçlanmasını geciktiren sebepler nelerdir?
Kenan Alpay: Uludere'de meydana gelen fakat bütün bir ülkeyi sarsan 34 insanımızın öldüğü acı olayın faillerinin cezalandırılmamasının izahı, bana pek kolay yapılabilir gibi gelmiyor. Hükümetin ama özellikle Başbakan Erdoğan'ın Uludere olayını "yargıya intikal etmesi" ve "fazlasıyla ödenen tazminatlar" söylemi arasında örtbas etme değilse bile kontrol altında tutma girişimi kamuoyunda ciddi bir tepki görüyor. Hükümet katından gelen her beyan mevcut yaraları daha çok kanatmaktan ve yaşanan acıları büyütüp kalıcılaştırmaktan başkaca bir işe yaramıyor.
Faillerin bulunup cezalandırılması neden gecikiyor ve süreci geciktirerek Hükümet ne kazanmayı umuyor olabilir? Devlette var olan "kendini koruma, bireysel ve toplumsal hakları değersiz görme" veya "Devlet otoritesi, yanlışını kabul ederek zaaf görüntüsü vermez." anlayışları belli ki AK Parti Hükümetinde de azımsanamayacak kadar yer etmiş bulunmakta. Askeri darbeler, Ergenekon ve Balyoz gibi cuntalarla hesaplaşan; Albay Cemal Temizöz gibi ismi bölgede faili meçhullerle özdeşleşen suç ve suç örgütlerine karşı ciddi bir siyasal irade sergileyen Hükümet, kanaatimce Uludere'de büyük bir şaşkınlık hatta panik içerisinde. Arka arkaya bu kadar yanlış yapılması üstelik yanlışların giderek büyümesi neticesinde Hükümetin kendisine karşı mücadele ettiği devletçi mantığı ne kadar benimsediğini gösterdiği gibi sağlıklı bir çıkış yolu bulamayacak kadar paniğe kapıldığını gösteriyor.
Necdet Özel komutasındaki TSK ve Hakan Fidan idaresindeki MİT ile Hükümetin 'uyumlu' çalışmasını çökertmek üzere kurulmuş bir 'tuzak' endişesi de yanlışı besleyen önemli etmenlerden biri sanırım. Uludere sonrasında hem Ergenekon-Balyoz çizgisini savunan cenahtan hem de F. Gülen Cemaati tarafından gelen eleştirileri paralel gören Hükümetin 'tuzak' kaygısı ağır basmakta zannedersem. İşin içine bir de İsrail, PKK veya Suriye faktörü filan girince Uludere soruşturmasını zamana yayarak Hükümetin çözümü ertelemeyi tercih ettiği görülüyor.
Şefik Sevim: Sistemin ruhaniyetini/kimyasını oluşturan ana güç ve unsurların gayri tabii süreç ve zeminlerde homojenlik arz etmediğinin belirginleşmesindendir. Sıcak vaki olay ve gelişmelerde arzulanan adil ve hikmetli duruşun hiç de kolay olmadığı görülmüştür. Geçmişle yüzleşmek belki de çok fazla bedel getirmediği için çok cesurca bir duruş sergilenebilir. Nitekim yakın zaman önce Başbakan, Dersim katliamıyla yüzleşmekten söz etmiş hatta özür dahi dileyebilmişti. Ama sıcak olaylarda ve birebir pratiğimizi ilgilendiren durumlarda ulus devletlerin karmaşık hiyerarşik dengeleri açısından bu denli cesur bir duruşun sergilenmesi demek ki çok da kolay görülmemektedir. Arzulanan bir durum değil ama bazen ilahi yasa, sürpriz gelişmeler ve hadiselerle insan iradesini test etmekte ve bizi bununla yüzleştirmektedir. İddiamızda ne kadar samimi olduğumuzu sınamaktadır.
Sadece dengeler baz alınarak gösterilecek bir duruşun hiç de adil ve hakkaniyeti içeren bir duruş olmayacağı da bilinmelidir. Sistemin kurumları arasında denge ve maslahatları esas alınıp her olayda belirleyici kılmak hakkaniyeti ifade etmez.
Bu anlamda soruşturmanın aciliyet arz etmesine rağmen hantal bürokrasi ile ağırdan alınması, kurumların tutarsız açıklamaları, daha birkaç ay öncesine kadar soruşturmayı yürüten savcılığın talep edilen Genelkurmay belgelerinin halen ellerine ulaştırılmadığını basına duyurması gibi birçok durum aslında zihinlerde ciddi kuşkular uyandırmaktadır. Bu, emri Başbakanın verdiği şeklindeki iddianın doğru olduğu anlamına gelmez kanaatimce, ama bir şekilde Başbakanın yapanların teşhir edilmesini ve/veya artık uyumlu çalışabildiği Ordunun yıpratılmasını istemediği anlamına kesinlikle gelmektedir.
KÜRTAJ CİNAYETSE ULUDERE 34 KEZ İŞLENMİŞ CİNAYET HÜKMÜNDEDİR
SORU-2: Hükümetin konu karşısında bir hayli sıkıntılı olduğu Başbakan'ın son günlerde giderek daha bir belirginleşmeye başlayan agresif beyanlarından anlaşılmaktadır. Hükümetin Uludere siyasetini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu bağlamda Başbakan'ın Uludere-Kürtaj kıyası nasıl yorumlanmalı?
Kenan Alpay: Başbakan Erdoğan'ın en başından itibaren sorumluluğu gereği öldürülen insanlara ve acılı ailelerine sahip çıkması gerekiyordu. Hükümetin ve Başbakan'ın Uludere hadisesinin ardından sahiplenmeyi beceremediği cenazeleri ve acılı aileleri önce BDP'nin sonra da CHP'nin sahiplenmiş olması ve buradan Hükümetin Kürt açılımını itibarsızlaştırmaya yönelik söylemlerin artmasına bağlı olarak abartılı bir asabilik gözümüze sokuldu. Bu sebeple öldürülen çocuklar için "PKK'nin figüranları" türünden ahlaksız benzetmeler veya "mayınlı arazinin haritası ellerinde" türünden bürokratlar tarafından eline verilmiş metni okuyan siyasal iradesizlik tavan yaptı.
Kürtaj ile Uludere hadisesi arasında kıyas yapılması bana göre çok yanlış sayılmaz. Fakat Hükümetin sahiplendiği tutarsızlığı ifşa etmesi bakımından bu kıyas nereye oturur derseniz onu tam olarak bilemem. Kürtajın cinayet olduğundan emin olduğum kadar Uludere'nin de 34 defa işlenmiş cinayet olduğundan eminim. Peki, Başbakan Erdoğan yaptığı analojinin doğurduğu sonucun farkında değil mi ki "Tazminatsa tazminat!" çizgisinden ileriye gidemiyor? Başbakan Erdoğan ne kadar dikkate alır bilemem ama kamuoyu bu söylemin doğurması gereken sonuçlarının sanılandan daha fazla takipçisidir. Zaten gelişmeler de Başbakan'ın Uludere hadisesinde fena halde yanıldığını gösteriyor.
Şefik Sevim: AKP'nin ve özelde de Başbakanın verdiği mesaj, İslami çevrelerin Uludere katliamı ile ilgili taşıdığı rahatsızlığı kamufle etmek için kürtaj üzerinden bir taraflaştırma niyeti gibi görünüyor. Başbakanın "Her kürtaj bir Uludere'dir." tespiti aslında kendileri ve Hükümetin Uludere ile ilgili duruşlarındaki samimiyetlerini sorgular niteliktedir. Kendi kendileriyle çelişkiye düşmektedirler.
Aslında Uludere katliamı ile kürtaj sorununun kıyaslanması, vakıanın kendi özündeki muhtevilik açısından farklıdır. Bu tür konularda özelde Başbakanın güçlü bir hatip olmasının getirdiği rahat konuşmanın ve buna bağlı olarak rastgele bir kompozisyon oluşturma cesaretinin de payı vardır. Ayrıca kaş yapayım derken göz çıkarma halleri de söz konusu kanaatimce. Tepkileri yumuşatabilmeyi ve tabi ki konuyu değiştirebilmeyi umduğunu zannediyorum yaptığı bu benzetmeyle.
Yalnız şu da göz ardı edilmemelidir ki; gerek Başbakanın gerek AKP öncü kadrolarının ve gerekse de Türkiye'nin ana damarını oluşturan milliyetçi-muhafazakâr tabanın somutlaşan zaaflarından dolayı bir vicdan sorgulamasına tabi tutabildiğimiz gibi Ergenekon'u aklayanları da, diktatör Hafız Esad'a heyetler gönderenleri de, öldürülen yüzlerce Korucu çocuklara yönelik katliamlara karşı bir özür dilemeyenleri de vicdani anlamda sorgulamalıyız.
GERÇEKLİĞE MEYDAN OKUYAN CEZA YASALARININ ÇÖPE ATILMASI İÇİN "KAÇAKÇILIK" SUÇLAMASI EMSAL TEŞKİL ETMELİ
SORU-3: Uludere soruşturmasını yürüten özel yetkili savcılık, 2 Nisan tarihinde basına sızan açıklamasında hukuki sürecin ağır yürümesini soruşturma kapsamındaki askerî birimlerin yazışmalara geribildirimde ağır davranmalarına fature ediyordu. Gerek bu durumu ve gerekse de aynı savcılığın katliamdan sağ kurtulan 4 kişi hakkında "kaçakçılık"tan dava açmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kenan Alpay: "Kaçakçılık" suçlamasıyla dava açılmasını bir açıdan dramatik diğer taraftan komik buluyorum. Dramatik buluyorum; çünkü bölge halkı için sınır ticareti meşru ve mecburi bir uğraştır. Bölgeden göç etmeyeceklerse eğer açlıktan ölmeye veya hırsızlığa razı olması beklenen bir halk nerede görülmüş?
Halka rağmen, iktisadi ve coğrafi gerçekliğe meydan okuyan ceza kanunlarının çöpe atılması için bu mesele bir emsal teşkil ederse hayra geçer. Diğer taraftan 34 ayrı cinayet işlenmiş fakat ortada bırakın davayı adam gibi bir iddianame, hatta soruşturma bile yok. "Hukuk devleti" söylemi ancak bu kadar komik olabilirdi.
Şefik Sevim: Uludere katliamından sağ kurtulanlarla ilgili kaçakçılıktan dava açılması, Hükümetin bu konuyla ilgili genel politikalarından cesaretlenen bir işleyişin göstergesidir. "Yaşasalardı kaçakçılıktan yargılanacaklardı!" diyebilen bir Bakanın (İdris Naim Şahin) varlığı bile savcılara ilham ve cesaret kaynağı olur. Kısmen de yargı bürokrasisinin fıtri gerçekliklerden mahrum bir memuriyet zihniyetiyle olayları algılama sorunundan kaynaklanan bir durumdur.
FAYDASIZ BİR KAVRAM: İSTİSMAR SÖYLEMİ
SORU-4: Başbakan'ın konuyla ilgili verdiği beyanatlarda son zamanlarda "istismar" vurgusu öne çıkmakta. Başbakan'ın istismar retoriğini nasıl buluyorsunuz?
Kenan Alpay: İstismar retoriğini çokça naif ve sıfırın altında faydasız buluyorum. Esasen ortada bir istismar mı var yoksa bir acının yok sayılması mı? İstismar olduğunu kabul etsek dahi bu, Hükümetin icraat ve söylemlerinin yerli yerinde olduğunu teslim ettiğimiz anlamına gelmez.
Hükümet ahlaken, hukuken ve siyaseten üzerine düşenleri yapsaydı eğer kim, neyi ve nasıl istismar edebilirdi? Diyelim ki buna rağmen istismarı kendilerine iş edinenler sahaya indi; iyi de istismar için ne kadar müşteri toplayabilirlerdi ve toplanan bu müşteriler Hükümetin icraatlarını nasıl olur da meşruiyetten uzaklaştırabilirlerdi? Neresinden bakarsanız bakın 'istismar' söylemi kimse için ciddi ve faydalı bir siyasal kavram sayılmaz.
Şefik Sevim: Bir zeminden veya bir vakıadan birilerinin beslenmesini eleştirmektense bizim bu konudaki vebalimiz nedir sorusu önemsenmelidir. Esas olan, milyonlarca insanın sorumluluğunu üstlenme irade ve cesaretini kendinde gören insanların buna mahal vermeyecek incelikler ve erdemlilikler sergilemeleridir. Aslında istismar, milliyetçi reflekslerle varlığını sürdürme durumunda olan her ulusalcı anlayışın kendine yakıştırdığı ve muhaliflerini yıpratmaya dönük politik bir anlayıştır. Ama bu durum ahlaki değil.
Vicdan-Vebal-Vefa duygularını en iyi içselleştirmesi gereken bir dünya görüşü geleneğinden geldiğine inandığımız bir Başbakana bu tarz bir söylemin hiç de yakışmadığını düşünüyorum.
İŞE ZULMÜN ADINI DOĞRU KOYMAKLA BAŞLANMALI
SORU-5: Son olarak İslami kesimlerin Uludere katliamı ile ilgili olarak ortaya koydukları tutum ve icraatları nasıl değerlendiriyorsunuz? Yapılanlara ek olarak konunun gündemde tutulması için daha başka neler yapılabilir?
Kenan Alpay: Sadece İslami kesimler değil genel olarak kamuoyunun meseleyi sahiplenirken ortaya koyduğu söylem ve icraatlarda belli eksikler hatta yanlışlıklar vardı. Meseleyi devletin kibirli bir Türkçülük için görmezden gelmesi kadar birilerinin de Kürt ulusalcılığı için yeni bir fırsata dönüştürmesi o kadar yanlıştır.
İlk elde yapılan haksızlığın, zulmün adını doğru koymakla mükellefiz. Suçsuz insanlar devlete ait savaş uçakları tarafından bombalanarak öldürülmüştür. Emri verenler ve icra edenler suçludur ve mutlaka hak ettikleri biçimde cezalandırılmalıdır. Bu süreç işlerken ailelerden resmen özür dilenmesi ve ailelere tazminat ödenmesi gerekiyor. Sadece tazminat suçun kabulü anlamına gelse de özür anlamına gelmez. Haklı taleplerin geniş kamuoyu nezdinde karşılık bulması için çaba sarf etmek gerekir.
KİAP tarafından Uludere'ye düzenlenen ziyaret, sonrasında İstanbul ve çevre illerinden acılı ailelerin ziyaret edilip gözlemlerin bir rapor halinde sunulması gibi gelişmeler yaşanmıştı. Geçen hafta ise Uludereli anneler İstanbul'a davet edilmiş ve İslami kuruluşlarla üç gün süren bir program tertip edilmişti. Ana gaye, yaşanan haksızlığın bir daha yaşanmaması için gerekli tedbirlerin alınması ve suçluların cezalandırılıp acılı ailelerin taleplerini hukuk çerçevesinde karşılamak olmalıdır. Devletçi, milliyetçi, militer söylemlerin terk edilmesi ve adaletin temini için çalışmaktan başka seçeneğimiz yok. Fakat adaletin temini yolunda yapılacak birbirinden farklı da olsa çok işimiz var. Acıları paylaşmak için hayırlı vesileler bulmak, Hükümetin kullandığı kışkırtıcı söylemi hep birlikte engellemek, Türk-Kürt ulusal ajitasyonlarının şeytani vesveselerine kulaklarımızı tıkamak bunların önde gelenleridir.
Şefik Sevim: Laik-Kemalist-Ulusalcı kesimlere nazaran Uludere katliamında Müslümanlar özellikle de tevhidî düşüncelere sahip kesimler iyi sınav vermişlerdir. Fakat tevhidî düşünen Müslüman çevrelerce adalet ve hakkaniyet ölçüleri bağlamında geliştirdikleri bu algının milliyetçi-sağcı-muhafazakâr dindar çevrelerce yani ortalama Ak Parti tabanı tarafından da içselleştirilip işlevselleştirilmesi gerekir.
Özellikle bölge Müslümanlarının bu olaylarla ilgili duyarlılıkları laik-ulusalcı Kürt çevreleri tarafından alabildiğince görmezlikten gelinme gibi bilinçli bir şekilde hesaba katmama kibirliliğiyle karşılaşılmaktadır.
Bölgedeki Müslümanlar Uludere katliamı başta olmak üzere bölgedeki tüm sıcak olayları ve gelişmeleri hak ve adalet zemininde gündemleştirmeleri, birilerinin yanlış anlamalarından kaynaklanabilecek muhtemel temkinlilik ve tutukluluk halet-i ruhiyesini aşmaları gerekir.
STK'ların samimiyetle ve platformlar düzeyinde iradi bir güç olarak Uludere katliamını gündemleştirmeleri, merkezde tutmaları gereken bir strateji olmalıdır. Unutulmamalıdır ki bu ülkenin yakın tarihi tevhidin ve adaletin şahitliğini üstlenen Müslümanların zulme karşı gösterecekleri salih amellerle şekillenecektir.