Kötü yönetim kendisini tez belli eder. Devlet, siyaset, siyasi partiler gibi türlü katmanlarda karşımıza çıkar.
Durum özellikle Kürt sorununda böyle…
Ortada kötü yönetim kaynaklı ciddi ve mutlak bir başarısızlık var.
Başarısızlığın kriteri ise var:
Demokrasiden, devlet kurumlarıyla, siyasi iktidarıyla, muhalefetiyle, sorunu birinci elden temsil eden siyasi partileriyle uzaklaşma…
Demokrasiden uzaklaşmanın bedeli, şiddetin siyasete egemen olması ve meşrulaşmasıdır.
Türkiye 1980'lerden beri yaşadığı kıskacın içine, "şiddet versus şiddet" batağına batmış bulunuyor.
Son günlerde DTP'yi sıkça eleştiriyoruz.
DTP'yi temsil ve siyaset imkanını, şiddeti şiar edinmiş politikalara lojistik destek unsuru kıldığı için eleştiriyoruz.
Biliyoruz ki sorunun çözümü ön koşul olarak devlet ve siyaset alanının demokratikleşmesi kadar, Kürt siyasi alanının çoğulculaşması ve demokratikleşmesi…
Ve DTP'nin aksi istikametteki politikaları, sokak gösterilerini örgütlemesi, hükümete "buraya gelme" mesajları vermesi bu gelişmeyi zorlaştırdığı kadar, Türkiye genelinde demokrasiye ve siyasete inancı zayıflatıyor.
Bu tavrın başta Kürtler olmak üzere kimseye faydası olmadığı ve olmayacağı açık.
Ancak bir de madalyonun diğer yüzü var:
Siyasi iktidar bu konuda DTP'yi bile geride bırakacak bir politika izliyor.
DTP Kürt politikasını ne denli kötü yönetiyorsa, AK Parti de kendisini o denli politikasızlığa mahkum ederek, ulusal düzeyde kelimenin tam anlamıyla kötü bir yönetim ortaya koyuyor.
AK Parti'nin Kürt politikasını da sıkça eleştiriyoruz.
2005 Ağustos'unda başbakanın yaptığı Diyarbakır gezisi ve konuşması sonrası, AK Parti'nin adım adım Güneydoğu'da insanların yaşadığı ve bu insanların aş ve iş kadar derin kültürel taleplerinin olduğu gerçeğine arkasını döndü.
Para ve oy üzerine kurulu asayiş kokulu politikaları izlemekle yetindi ve çeşitli imkanları kullanamadı.
Ancak beteri de var…
Son günlerde Güneydoğu'da yaşanan sokak gösterileri, DTP'nin başbakana yönelik meydan okumaları üzerine Tayyip Erdoğan'ın kullandığı dil, hükümetin bu konuda bir adım daha gerilediğini gösteriyor.
Başbakan bir süre önce bir gazetecinin, "İstanbul'da bir vatandaş PKK sempatizanı gruba pompalı tüfekle kendince müdahale etti; bu konuda vatandaşlara ne tavsiye ediyorsunuz' sorusuna şu inanılmaz yanıtı vermedi mi?
"Vatandaşlarıma özellikle sabır tavsiye ediyorum. Fakat tabii bu sabır nereye kadar olacak. Bunun da endişesi içerisindeyim. Eğer siz vatandaşın mağazasının camlarını indirirseniz, vatandaşın hayatına kast ederseniz hayatına kast ettiğiniz vatandaş kalkıp da eğer elinde böyle bir tedbiri böyle bir imkânı varsa, o da kendini savunma yoluna gidecektir…"
Bu sözleri sarfeden başbakan…
Bu sözler sadece ürkütücü değildir, aynı zamanda bir bakışın izdüşümüdür.
Bu bakış en basit ifadeyle "siyaset ve demokrasiden vazgeçmiş, kendisi askeri dil ve mantığa bırakmış bir tutum"u resmetmektedir.
Bunun adı ise "kötü yönetim"dir…
Kötü yönetim hem Kürt sorunu, hem asker-sivil dengesi, hem ülkenin geleceği açısından son derece umut kırıcıdır.
Fehmi Koru, boşuna "Obama gibi başladılar bugün Bush noktasına geldiler" demiyor,
Hasan Cemal, boşuna "Demokratikleşme süreci, Çillerleşmeye dönüştü" demiyor…
AK Parti hızla 2005'e geri dönüş yapmalı…
Zira demokratik dil ve yöntem dışında sorunu çözecek başka dil ve yöntem yok…
YENİ ŞAFAK