İçişleri Bakanı Sayın Beşir Atalay'ın Kürt sorunuyla ilgili yaptığı açıklamalar ne anlama gelir? Atalay, yaklaşım tarzı, sorunun dayandırıldığı zemin ve takip edileceği belirtilen yöntem bakımından son derece olumlu bir açıklama yaptı.
1) Yaklaşım tarzı itibarıyla Atalay önümüze bir "paket" koymadı; sorunu işleyecek bir "süreç" içinde ele alıp çözme yanlısı olduklarını belirtti, bu önemlidir.
2) Benim yıllardan beri "müzakereci siyaset" dediğim tam da budur. Yani herhangi önemli bir konuda toplumsal aktörler ve muhataplar birlikte bir müzakere sürecine katılıp yaklaşımlarını, görüşlerini, taleplerini ve çözüm önerilerini ortaya koyacak; konular gerektiği kadar ve gerektiği derinlikte müzakere edildikten sonra üzerinde mutabakata varılan noktalar siyasî iradeye havale edilecek, siyasî irade (yasama meclisi) bunları yasalaştırıp hukuki bir nitelik kazandıracaktır. Bu, önemine göre her konuda yönetilenlerin/toplumun karar süreçlerine ve karar mekanizmalarına aktif katılımını sağlayan bir modeldir. 'Müzakereci siyaset'i 'katılımcı demokrasi' şeklinde anlamak mümkünse de biraz farklı bir şeydir.
3) Beşir Atalay, konuyu salt bir "güvenlik" zeminine oturtmadı, bir "demokratikleşme sorunu" olarak gördüğüne, demokratikleşme sürecinde geldiğimiz noktanın gerisine düşülmeyeceğine ilişkin önemli işaretler verdi.
Eğer bundan bir süre önce hükümet "yeni bir anayasa" hazırlığına girişirken bu "müzakereci siyaset" yöntemini takip etseydi, hüsrana uğramayacaktı. İşe en sonda yapması gerekenden başladı. Akademik ve entelektüel formasyonlarından kuşku duymadığımız beş-altı bilim adamına bir metin yazdırıp Meclis'e getirmeyi, kendi komisyonlarından geçirip toplumda tartışmaya açmayı ve bir süre sonra Meclis'ten geçirmeyi düşündü. Bundan daha yanlış bir yöntem olamazdı. Yapması gereken, dinî, mezhebî, etnik ve sınıfsal hiçbir ayrıma gitmeden toplumun belli başlı kesimlerinin, STK'ların, cemaatlerin, demokratik örgütlerin, sendikaların, kanaat önderlerinin "Nasıl bir Türkiye'de yaşamak istiyoruz? Nasıl bir arada ve barış içinde yaşayabiliriz?" sorularına birlikte cevaplar aradıkları, ortak noktaları birlikte tespit ettikleri bir müzakere ortamını hazırlamak olmalıydı. Ortaya çıkacak olan mutabakat metni, söz konusu bilim adamlarına verilecek, onlar bunu hukuk diline tercüme edecek, sonra da ya Meclis oylayacak veya bir halkoylamasına gidilecekti.
Hükümet, Türkiye tarihinde eline geçmiş bulunan iki büyük fırsatı heba etti: Biri 2003 ile 2005 yılları arasındaki iç ve dış konjonktürü yanlış okuması, diğeri yeni ve sivil anayasa hazırlığına girişirken bahsettiğimiz yanlış yönteme başvurması. Çok yazık oldu. Bu yanlışlarda ısrar edildiği için yaptığı düzenlemeler Anayasa Mahkemesi'nden ve Danıştay'dan dönüyor. Başörtüsü düzenlemesi sadece AYM'den dönmekle kalmadı, neredeyse AK Parti'yi kapattırıyordu. Şimdi askere sivil yargı yolunu açan düzenleme yine AYM'de, imam hatiplerin mağduriyetini gideren düzenleme de Danıştay'da. Yani hükümet tek tek ampullerle uğraşıyor da, ana sigortaya gidip sorunu merkezden çözmeyi bir türlü başaramıyor.
Usulde bir kaide var: Bir şeyin tamamına sahip olunamıyorsa bir kısmına sahip olmaktan sarf-ı nazar etmemek lazım. Türkiye'nin can yakıcı sorunları için yeni bir anayasa şart. Yakın vadede bu neredeyse imkânsız gibi. Dünya ve iç toplumsal baskılar Kürt sorununun çözümü için bastırıyor. Hiç değilse bu konuda hükümet doğru ve kararlı bir adım atmalı. Atalay'ın açıklamaları bu açıdan önemli. Bürokratik iktidarın, ABD'nin, PKK'nın çözüm paketleri var. Hükümetin yok. Kendi çözümünü toplumsal mutabakat, ortak akıl ve geniş destekle oluşturabilirse tarihî bir başarıya imza atmış olur. Bunun için hükümet, kendini yanlış ittifaklardan ve yanıltıcı telkinlerden özgürleştirebilmeli, duymak istediklerini ona söyleyenlerin dışındaki kimselerden de görüş alma alçakgönüllülüğünü gösterebilmelidir.
ZAMAN