Hükümet atakta

Ahmet Altan

Trafik kurallarının nedenleri vardır.

Daha önce yaşanmış deneylerden çıkartılan derslerle, yaşanan kazaların bir daha yaşanmaması için yasaklar konur, nerede ne yapılacağı belirlenir, kavşaklara ışıklar yerleştirilir, işaret levhaları dikilir.

Demokrasi ve hukuk kurallarının da nedenleri vardır.

Halk iradesinin en sağlıklı biçimde yönetime yansıması, kimsenin ezilmemesi, herkesin eşit olması, güçlünün güçsüzü bastırmaması, haksızın haklıyı sindirmemesi, ülkenin yararı için herkesin fikirlerini özgürce söyleyebilmesi, devletin görev sınırlarının ve sorumluluklarının belirlenmesi, adaletin güvenceye alınması için konulmuştur bu kurallar.

Binlerce yıllık deneylerden, savaşlardan, haksızlıklardan, kanlardan, ölümlerden süzülmüştür, onların bir daha tekrarlanmaması için benimsenmiştir.

Bizde böyle bir kurallar bütünü olmadığı, demokrasiyi ve hukuku yerleştirecek temel yasalar yapılmadığı, eşitlik ve özgürlük sağlanmadığı, devletin görev alanı sıkı sıkıya belirlenmediği için karşılaştığımız her soruna bulduğumuz çözüm, yeni bir sorun yaratır.

Şu anda yaşadığımız kaos, görünürde polisle yargının, hükümetin Kürt politikasına müdahalesinden kaynaklandı.

Hükümetin emriyle yapılan müzakerelere katılanlar şüpheli olarak sorguya çağrıldı.

MİT’in geçmişteki iki yöneticisiyle bugünkü başkanı bu müzakerelere katılmış insanlar.

Onların yanında sorguya çağrılan iki MİT görevlisinin de İmralı heyetindeki isimler olduğunu Yıldıray Oğur öğrendi.

Savcının sorguya çağırdığı bu beş isim de Apo’yla görüşmüş isimler ve “şüpheli” bulunuyorlar.

Yargı, Apo’yla ve PKK ile görüşen her devlet görevlisini “şüpheli” durumuna sokarsa, devlet Kürt savaşını durdurmak için girişimlerini nasıl yapacak?

Böyle bir müdahale, devletin Kürt politikasını yargının belirleyeceği anlamına gelir ki bunun da demokrasilerde pek yeri yok.

Hükümet karşılaştığı saldırı karşısında önce şaşırdı, savunmaya çekildi ama dün atağa geçti.

Üç önemli polis müdürünü Ankara’ya atayarak İstanbul’daki yapılanmaya ciddi bir darbe vurdu.

KCK dosyasını, MİT’çiler hakkında yakalama emri çıkartan savcıdan aldı.

Yakında büyük bir ihtimalle onun da görev yerini değiştirirler.

Bu çözüm, ciddi bir sorun yaratıyor.

Özellikle dün Ankara’ya atanan üç polis şefinin Ergenekon soruşturmalarında çok önemli roller oynamış olduğu söyleniyor.

Bu üç deneyimli adamın eksikliği Ergenekon soruşturmalarında önemli bir zaafa neden olabilecek.

Bu soruşturmalarda görev almış başka polis şeflerinin de yeri değiştirilebilir.

Hatta, hükümetin Ergenekon soruşturmalarını tümden durdurması ihtimali de bulunuyor.

Böylece polisin hükümet politikalarına müdahale ihtimaliyle, Ergenekon soruşturmasının çıkmaza girme ihtimali arasında sıkışıp kalıyoruz.

Herhangi bir inancın ya da ideolojinin çevresinde kümelenmemiş, sınırları yasalarla ve teamüllerle sıkıca belirlenmiş bir asayiş sistemi kuramamamızın bedelini bu olayda bir kere daha ödüyoruz.

Hükümetin, “özel görevlilerini” yargının baskısından kurtarmak için bulduğu çözüm de korkunç.

Bu amaçla Meclis’e gönderdiği yasa büyük tehlikeler taşıyor, başbakandan emir almış bir MİT görevlisinin işleyebileceği suçların sorgulanıp yargılanması başbakanının iznine bağlanıyor, böylece büyük bir suç işleme özgürlüğü tanınıyor.

Bu yasaya göre mesela Susurluk suçlularının hiçbirini yargılayamazsınız, çoğunluğu emirlerini dönemin başbakanlarından aldığı için yargılanmaları da başbakanın iznine bağlanır.

Yarın bir gün herhangi bir başbakanın, devletin içinde sadece kendisine bağlı bir suç örgütü kurması da bu yasayla mümkün hale geliyor.

Burada da bir çıkmazla karşılaşıyoruz.

Yargının “PKK’yla müzakere” gibi hayati konulara karışmasını önlemeye çalışırken, başbakanların yeni kontrgerilla teşkilatları kurabilmesine yol açıyoruz.

Tabii, bu arada, KCK’nın MİT tarafından kurulup yönetildiği, PKK’nın en kritik zamanlarda yaptığı eylemlerle barışı engellemesinin MİT ajanları eliyle sağlandığı iddiaları da tümüyle denetim ve araştırma dışında kalıyor.

Hükümet bir yandan PKK ile savaşı bitirmeye uğraşıyor ama bir yandan da bu savaş bitmesin diye uğraşan devlet görevlilerinin eylemlerinin denetlenmesini engellemiş oluyor.

Bütün bunlardan çıkan sonuç net bence, bu ülke 12 Eylül Anayasası, yasaları, tüzükleri, talimatlarıyla yönetilemez, Başbakan’ın 12 Eylül rejimini değiştirmeden onun başına geçme hayalleri göreceksiniz sürekli bela yaratacaktır, bu düzeni değiştirmek, Avrupa standartlarında bir demokrasi kurmak zorundayız.

Dünyanın güçlü devletlerini yakından ilgilendiren Suriye savaşının da yaklaştığını düşünürseniz, 12 Eylül rejimiyle yönetilen bu ülkede sorunların tırmanacağını tahmin etmenin zor olmadığını görürsünüz.

Demokrasiyi benimsemenin bu ülkeyi yönetenlere niye bu kadar zor geldiğini bir türlü anlayamıyorum...

Demokrasi eksikliğinin kendilerini de tehlikeye attığını göremeyecek kadar körler mi gerçekten?

ahmetaltan111@gmail.com

TARAF