İktidarın içsel ve dışsal kontrol mekanizmalarından biri olarak kullanılıyor hukuk! Bireyi sistem adına disipline etme, üzerinde egemenlik kurma, gerekirse cezalandırma ve düzene-hizaya sokma işlevlerini yerine getiriyor. Bu yönüyle bir ideolojiden beslenip, hükmetme aracı olarak karşımıza çıkıyor. Oysa toplumlar için adalet üretmesi beklenen, vazgeçil(e)mez olgulardandır hukuk.
Foucault; toplumda iktidarın yalnız zor kullanarak kurulmadığını, yaşamın içindeki her türlü ilişkide yeniden üretildiğini söylüyor. Ona göre; iktidarın bileşenlerinden birisi de söylem. Ki; bir yandan söylem iktidarı oluştururken, diğer yandan gücünü sağlamlaştıran iktidar kendi söylemini üretiyor. Kendine özgü bir söylem üretmeyen bir toplum olmadığı gibi; insan zihni ve bedeni üzerinde disiplin mekanizması kurmayan bir toplum da yok.
Günümüzde disiplin edici pratikler, egemen güç ve toplumsal kontrol araçları şeklinde iki tip olarak karşımıza çıkıyor. Egemen güç yargılayıcı ve cezalandırıcı işlevlerini mahkeme ve hapishane üzerinden açıkça, oldukça görünür bir şekilde sağlarken; toplumsal kontrolün etkin elemanları psikiyatristler, infaz memurları, öğretmenler, doktorlar ve danışmanlar üstü kapalı ancak son derece etkili bir işlev görüyorlar!
Modern hukuk sistemleri 18. yüzyılın ikinci yarısı hayata geçmeye başladı. Bu tarihe kadar işkence yapılan, azap çektirilen, organları parçalanan, yüzüne veya omuzuna damga basılan, canlı ya da cansız olarak teşhir edilen ve böylece seyirlik bir öğe haline getirilen bir insan bedeni vardı! Bu tarihten sonra, azap çektiren celladın yerini; gözetmenlerin, psikologların, hekimlerin, papazların ve eğitmenlerin aldığını söylemek mümkün!
Endüstirileşme sürecinde üretimin büyük çapta makine kullanımına dayalı fabrikalarda yapılması, hammadde ve mamül madde piyasalarının dünya ölçeğinde büyümesi, birçok riski de beraberinde getirdi. Risklerin azaltılması ve işçilerin kontrol altına alınması gerekiyordu. Bununla birlikte, bedene zarar veren cezalar üretimde kullanılmaya müsait işçi potansiyeli için tehdit oluşturuyordu. Bu yüzden yukarıda sayılan ceza tekniklerinin yerini hapishaneler aldı. Hapishaneler; “ıslah” edilip makul vatandaş yapılacak insanlarla dolarken, aynı anda sanayide karın tokluğuna çalıştırılan mahkûmların varlığı sermayenin gücüne güç katan bir duruma dönüştürüldü!
Artık genel ve sürekli bir gözetim, bireylerin ayrı tutulması, gruplanması, vucudun belli bir yere bağlanması, verimin denetlenmesi ve iyileştirilmesi, uymayanların dışlanması yeni normlar olarak karşımıza çıkmaya başlamıştı.
Foucault, gözetim altında bulundurmanın, Orta Çağ’da soruşturmaformunda, Sanayi Toplumu’nda ise denetim, dışlanma ve cezalandırma sistemlerine bağlı araştırma formunda ortaya çıktığını ileri sürüyor.
İktidarın bilgi temelli disiplin teknikleri çerçevesinde düşünüldüğü zaman haksız da sayılmaz. Bu tekniklerin hapishane, okul, işyeri, hastahane ve kışla gibi kurumlarda nasıl bir işleve sahip olduğunu görmek gerekiyor. Bu kurumlarda mahpusların, öğrencilerin, çalışanların, hastaların ve askerlerin benzer ölçüde kurallara bağlanarak yaşamlarının nasıl düzenlendiğini, insanların arasında deli-akıllı, sağlıklı-hastalıklı, tehlikeli-tehlikesiz, normal-anormal,ikili ayrım ve etiketlemeleri yapılarak, “sisteme uygun insan üretmek” amacının güdüldüğünü söylemek abartılı olmasa gerek!
Böylece hem toplumsal hem bireysel düzensizliği elimine edilmiş, hem aklı hem de bedeni belirlenmiş, kolayca öğrenebilen ya da eğitilebilen özneler yetiştirilebilir! Kapitalist toplum düzeninde bilginin asıl işlevi, içselleştirilmiş bir toplumsal denetimi, yani yaygın toplumsal kontrolü sağlamaktır. Böyle bir düzende bilgiyi kullanan hapishane, fabrika ve okul gibi kurumların işlevi ise; disiplinli ve uyumlu bir toplum modelini oluşturmaktır.
Bireyler sabit bir yere kapatılır. En küçük hareketleri dahi saptanır, kaydedilir ve denetlenir. Böylece iktidar sürekli ve hiyerarşik biçimde icra edilir. Bu ortamda insanlar; canlı, hasta ya da ölü olarak tasnif edilir. Bu kapalı, parçalara ayrılmış ve her noktası itibariyle gözetim altında olan mekân, bütüncül bir düzeneğin, sistemin küçük bir modelini meydana getirir!
Bu model; Jeremy Bentham'ın 1785 yılında tasarlamış olduğu ve adına “Ponopticon” dediği hapishane inşa modelidir. Tasarımın amacı gözetlemedir. “Bütünü gözlemlemek” anlamına gelen bu tasarım, birkaç katlık tek odalı hücrelerden oluşan bir halka üzerine kuruludur.
Ponopticon, bireylerin tam anlamıyla gözlenmesini sağlayan bir yapıdır. Bunun en açık örneği; gardiyanların bütün hücreleri görebildiği, ama mahkûmlar tarafından görülemediği, dairesel bir cezaevinin ortasındaki kuledir. Ponopticon, muazzam bir güç kaynağıdır, çünkü cezaevi yetkililerine tam bir denetleme olanağı sağlar. Yetkililerin her zaman orada olması gerekmez; yapının mevcudiyeti ve yetkililerin orada olma ihtimali bile suçluları kısıtlar ve mahkûmlar kendi kendilerini denetler hale gelirler.
Modernitede hukuk bilimi, insanların toplumda nasıl düşünüp, davranacaklarını belirleyen bir iktidar biçimi olarak kullanılıyor. Bireyler için gerekli olacak ahlaki, hukuki, cezai ve tıbbi mekanizmalar bu iktidar biçimi tarafından üretiliyor. Modernleşme sürecinde ortaya çıkan ve giderek artan insani çeşitlilikleri düzene sokmaya çalışan bir hukuk bilimi var! Nüfus artışını kontrol altına almak, giderek yaygınlaşan ve karmaşıklaşan üretim sürecini disipline etmek, üretkenliği arttırmak amacıyla tasarlandığını söylemek mümkün!
Burjuvazinin 18.yy da siyasal olarak egemen sınıf olmasına yol açan süreç; anlaşılır, yasal süreçlere bağlanmış, biçimsel olarak eşitlikçi bir hukuki çerçevenin yerleşik hale gelmesiyle oldu. Parlamenter rejim içerisinde kendini “yasal” olarak güvenceye alan sermaye, teoride eşitlikçi, ancak pratikte adaletsizlik üreten bir yapıda güç kazandı! Disiplin düzeneklerinin gelişmesi ve genelleşmesi; bu süreçlerin karanlık yanları atlanarak “ideal ilkeler” olarak sunuldu.
Hukuk sistemleri verilerini evrensel ölçülere göre belirlediği iddiasını taşır. Oysa disipliner denetim ve gözetim mekanizmaları bu sistemleri karakterize eder. Toplumu sınıflandırarak, özelleştirerek ve bireyleri birbirine nazaran hiyerarşik hale getirerek, panopticon tipi gözetimi mümkün kılar! Bu tip gözetim her ne kadar kurala dayalı bir gözetim sistemi gibi dursa da, genel olarak hukuksal çerçeveye aykırı işleyen bir karşı-hukuk özeliği sergiler.
Hukuktan iktidara sınır çizme işlevini yerine getirmesi beklenirken, iktidarı güçlendiren ve destekleyen bir işlev görmesi büyük bir hastalık! Bu tarz bir gözetleme süreci fabrika, okul ve hastahaneleri de hapishaneye benzetmektedir. Mazlumun, mağdurun, mustazafın yanında olması gereken hukukkun sermayenin ve sermaye sahibi iktidarın hizmetinde olması ne insani ne de İslami anlayışla örtüşmez! “Hakkı ayakta tutma” vazifesiyle sorumlu olan müminlere ise hiç yakışmaz!