‘Hukuku Dolanmanın Bedeli’ mi Dediniz?

KENAN ALPAY

Siyaset Bilimi alanındaki ağırlığı ve saygınlığıyla bilinen Prof. Dr. İlter Turan, Türkiye’nin Amerika tarafından cezalandırılmak istenmesinin temel gerekçesini ‘şeffaflıktan uzak’ bir biçimde ‘ambargo kurallarını ihlal’ etmesi olarak işaretliyor. Üstelik Rıza Sarraf’ın sanıklıktan saygın tanıklığa terfi edip mahkemede tek tutuklu sanık olarak bulunan Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla üzerinden şu veya bu bankanın değil bir bütün olarak hükümetin yargılanmaya girişildiği davanın BM onaylı değil, ABD tarafından tek taraflı olarak uygulanan bir ambargo özelliği taşıdığını vurguladıktan sonra. Daha enteresanı ise İlter Turan’ın ambargo dayatmasına şöylesi bir mantıksal zorunluluk isnat etmesinde gösteriyordu kendisini: “ABD politikasının inandırıcılığını koruması açısından, Amerikan ambargosunun ihlaline hangi ülke müsaade etmiş olursa olsun, ABD makamlarının ihlal edenlere karşı bir şeyler yapmak zorunda hissetmeleri anlaşılabilir bir davranıştır, aksi takdirde ABD’nin ilan ettiği ambargolar hiçbir zaman ve hiçbir yerde etkili olmayacaktır.”

Benzer bir değerlendirmeyi Barış Bildirisi’ni imzaladığı gerekçesiyle KHK ile görevinden ihraç edilen hukukçu Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu’nun değerlendirmesinde görebiliyoruz. Kaboğlu, New York Güney Bölge Mahkemesi’nde görülen yargılama sürecini değerlendirirken davanın esasını tereddüt etmeksizin şuraya oturtuyordu: “Elbette uluslararası ilişkilerde hukuku dolanmanın çok daha ağır bir bedeli var. … Özellikle parayla bağlantılı dış ilişkilerde hukuku dolanmanın bedeli çok ağır olacak.”

Kabaca Hukuk, İncelikle Siyaset

Dikkat çekici bir biçimde Kaboğlu, Amerika’nın yargılama hakkını hukuk mantığı ve usulü açısından hemen hiç tartışmaya açmıyordu. Buna karşın İlter Turan’ın dikkat çektiği husus davanın siyasal bağlamına ilişkin düştüğü kayıtlarda belirginleşiyordu. Bu kayıtlarla meselenin hamasi sloganlardan ibaret olmadığını şu cümlelerle teyid ediyordu: “Aslında Türkiye, ABD’ye başlangıçtan itibaren ambargolarının kendisini bağlamadığını ve bu işlemlerin açık açık yapmaktan utanacağı bir şey olmadığını, buna karşılık kendisini sadece Birleşmiş Milletler ambargosunun bağlayacağını ilan etse daha iyi olabilirdi.”

Amerika veya başka bir emperyal-sömürgeci devletin İran’a veya başka bir ülkeye ambargo uygulama dayatmasına güç yetirememekten, başımıza musibetler getireceğinden ötürü uyma mecburiyeti başka bir duruşu işaretler. Bu türden dayatmalara siyaset bilimi, hukuk veya başka bir disiplinden ahlaki meşruiyet kazandırmaya kalkışmaksa başka bir duruşu işaretler.

Egemen ve despot bir devletin ambargosunu meşru veri kabul etmenin bizzat kendisi hastalıklı bir ruh halinin göstergesidir. Bu demek değil ki Amerika’nın Türkiye’den haraç istercesine, komisyon kesercesine ağır bedeller kopartma gücü yoktur. Bu demek değildir ki kimi banka ve şirketlerin faaliyetlerini ağır yaptırım ve sınırlamalarla felç edemez, dava sürecine dâhil ettiği pek çok ismin uluslararası dolaşımına tahdit koyamaz. Hepsi ve belki de daha fazlasını elindeki mevcut imkânlarla yapabilir Amerika. Bütün bunları Türkiye’nin bölgesel etkisini bloke etmek ve iç siyasetini istikrarsızlaştırmak kadar bütün bir uluslararası ilişkilerde ibret olsun diye de uygulamaktan imtina etmeyecektir Amerika.

Uluslararası ilişkilerde hukuku dolanmak veya uluslararası ticarette şeffaflık kaidesini çiğnemek şeklinde nitelenen zorbalık hikâyesinin özünde Amerikan hegemonyasına boyun eğdirme arzusu yatıyor her şeyden evvel. Yalnız Türkiye’ye yönelik bu onur kırıcı hegemonyanın reddedilmesi demek öteden beri özellikle söz konusu süreçte isimleri hemen her zaman rüşvetle, iltimasla ve haksız kazançla birlikte anılan kimi siyaset esnafının hesaplarının ne zaman görüleceğini Türkiye kamuoyu merak etmiyor demek değildir.

Toplum Sıklıkla Acaba Derse

Emperyalist dayatmayı reddetmekle eş zamanlı olarak bu süreci kangrene dönüştüren kan emici tiplerin siyaset ve bürokrasi sahnesinden kazırcasına temizlenmesi birlikte işletilebilir ve işletilmelidir de. Bu eş zamanlı operasyonu ısrarlı yerli ve milli duruş söylemleriyle erteledikçe Türkiye kamuoyunda siyasete olan güven hızla eriyecek ve bir süre sonra belki de öfkeye dönüşecektir. Yerli ve milli söylemleri unutmayalım ki; “milliyetçi duruş, ulusal gurur, vatanın bekası” gibi eski Türkiye’nin toplumda giderek artan adalet beklentilerini narkozlamak için sık sık kullanılan ajitasyonlara benzer bir biçimde algılanıyor artık.

Meşru Hükümeti düşürmeye yönelik 17-25 Aralık’taki Fethullahçı Cunta’nın kirli operasyonu savuşturulup travma belli bir oranda kontrol altına alındıktan sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önce bakanlıktan, sonra milletvekilliğinden en nihayet siyasetten tasfiye ettiği isimlerle şu dönemde Amerika’daki Rıza Sarraf davasının da merkezinde yer alan isimler aynı. Ancak isimleri ve ilişkileri üzerindeki şaibeler hiç azalmayan isimlerden hiçbirisi kamuoyunu tatmin edecek, sembolik dahi olsa yargılanmayı talep edecek bir adım atamıyor hâlâ. Bu adım geciktikçe ve Meclis’te yapılan oylama aklanmaları için yeterli bir referans olarak takdim edildikçe bu ‘yumuşak karın’ fırsatını bulan herkesin ilk fırsatta yumruklamaya girişeceği hedef olmaktan kurtulamayacaktır.

Mesela Kars’ta yaptığı bir konuşmada Cumhurbaşkanı Erdoğan şu cümleyi kurmaya mecbur kaldıysa da sürekli olarak kendisi ve ailesi etrafında oluşturulmak istenen şaibelerin altında ezilmeyeceğini deklare etmiş oldu bir kez daha: “İki haftadır süren tatsız bir tartışma var. Cevap versek kendimize yakıştıramıyoruz. Cevap vermezsek ‘acaba’ deniliyor.” Çünkü zayıf, tutarsız hatta saçma da olsa sahip oldukları statüleri bakımından bu iddialara karşı kamuoyu nezdinde verilmeyen cevaplar ‘acaba’ dedirtiyordu topluma.

Değişmez prensiplerden biri de şudur: İcraat ve ilişkileriyle acaba dedirten, acaba diyenleri hızla çoğaltmakta ısrar eden daha ilerisi acaba diyenleri hiç ama hiç umursamayan siyaset tarzı ve siyasetçinin, akademi ve medyanın yerli ve milli duruşu temsil eden toplum kesimlerinde dahi meşruiyeti hızla eriyip kaybolur. Peki, halka acaba dedirtmemek, akıllarda ve gönüllerde acabalarla açılan gedikleri onarmak öncelikle kimlerin görevidir?

Yeni Akit