Bu köşede dün, kişilerin söz söyleme özgürlüğünden bahisle, Adalet ve Kalkınma Partisi aleyhinde açılan kapatma davasının bir anlamda ifade özgürlüğüne karşı da açılmış bir dava olduğunu öne sürdüm, 'Bu dava da AKP'nin 301'idir' dedim.
Kastettiğim şey, bireylerin söylemesi halinde suç oluşturmayan sözlerin siyasi parti kapatma iddianamesinde delil olmasıydı.
Tabii, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, iddianamesini yazarken gelebilecek bu çeşit eleştirileri de düşünmüş ve kendince boşluk bırakmamaya, yapılacak bu çeşit savunmalara karşı önlem almaya çalışmış.
İddianameden kısa bir alıntı:
"Siyasi parti kapatma davalarının, ceza muhakemesi hukuku anlamında ceza davası olmaması, kapatmaya konu eylemlerin de ceza hukuku kapsamında suç olma zorunluluğunu gerektirmemektedir. Anayasa'nın 69 ncu maddesinin altıncı fıkrası ile SPY'nın 101 ve 103 ncü maddesindeki düzenlemelere göre, kapatmaya konu eylemlerin 'sadece işlenmiş' olması yeterli olup, bu eylemlerin hükmen sabit olması koşulu da aranmamaktadır. Bu nedenle kapatmaya konu eylemler hakkında açılmış ve mahkumiyetle sonuçlanmış davaların bulunmaması sonuca etkili değildir." Bu bir görüş, savcının görüşü.
Kapatma davasının 'ceza muhakemesi hukuku anlamında ceza davası olmaması' çok tartışmalı bir iddia ve sanırım kapatma davası görülmeye başlandığında da çok konuşulacak.
Anayasa Mahkemesi, Refah Partisi kapatma davasını görüşürken Siyasi Partiler Yasası engeliyle karşılaştı. Anayasa Mahkemesi, bu engeli aşmak için parti kapatmayı konuşurken kendisini 'ceza mahkemesi' yerine koydu ve SPY'nin engel oluşturan ilgili maddesinin Anayasa'ya aykırılığı iddiasıyla kendi kendisine dava açtı. Bu dava açılınca doğal olarak 'ceza yargılaması' durdu ve Anayasa Mahkemesi bu kez kendi başvurusundan kaynaklanan 'Anayasa'ya aykırılık' iddiasını inceledi, elbette aykırılık bulup SPY'nin ilgili maddesini iptal etti. Ve Refah'ın kapanma yolu böyle açıldı.
Demek ki Anayasa Mahkemesi, parti kapatma davalarında kendisini bir çeşit 'ceza mahkemesi' gibi gördü. Savcı, iddianamesinden yaptığım alıntıda, mealen 'Bir sözün suç olup olmaması beni ilgilendirmez, bu sözün söylenmiş olması benim 'odak' kavramının içini doldurmama yarıyorsa, bana yeterlidir' diyor.
O zaman şöyle bir durum ortaya çıkıyor: Benim ya da sizin için söylenmesi suç teşkil etmeyen sözleri bir siyasi partinin yeterli sayıda mensubu söyleyecek olursa, bu, o partinin 'odak' olduğu anlamına gelir ve kapatılması için yeterlidir.
Yani, kanunsuz ceza olur!
Oysa hukukun en temel prensiplerinden biri, 'Kanunsuz suç olmaz' ilkesidir. Anayasa Mahkemesi'nin savcının bu görüşünü kabul etmesi halinde doğabilecek sonuçları bilmiyorum hayal edebiliyor musunuz?
O zaman siyasi partileri sadece eylemleriyle değil sizin varsaydığınız niyetleriyle de yargılamak, kapatmak mümkün olacaktır. O zaman, sizin bir Siyasi Partiler Kanunu'na sahip olmanız, o kanunun şu veya bu konuda düzenlemeler yapmış olması ikincil öneme düşecektir.
O zaman, sizin anayasanızda siyasi parti kapatmayı ne kadar istisnai bir durum haline getirdiğinizin hiçbir önemi olmayacak, siyasi partiler Anayasa Mahkemesi'nin iki dudağının arasında kalacaktır.
'Türkiye İran olmasın' diyoruz ama savcının bu görüşünün mahkeme tarafından da paylaşılması halinde Türkiye bir başka anlamda İran'a dönüşmüş olacak, bize de Anayasa Mahkemesi yoluyla bir 'Velayeti Fakih' kurumu gelmiş olacak.
İddianameyi konuşmaya devam edeceğim.
Radikal gazetesi