‘Hukuk ve kanun tanımazlık'la övünen bir ‘mahallî yönetici'ye haddi bildirilmelidir!

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

Bir Belediye Başkanı'ndan söz etmek istiyorum.. İsmini zikretmiyorum.. Çünkü şahsı ile bir alıp veremediğimiz yok.. Ama taşıdığı zihniyetin örneklerinin, beşer tarihinin hangi zulüm âbidelerinden mülhem olduğunu düşünmek gerek..

Bir yangın yerine dönen ülkelerinden, ateşin içinden kaçıp, bize sığınmaya çalışan ve devletin de 'sığınmacı' olarak kabul ettiği insanlara, zımnen, 'Sizi buradan kaçırtmak için her şeyi yaparım..' diyecek kadar, duyarsız birisi..

Dahası, kendisinin belediye başkanı değil de 'kral' yerine koyarak, o sığınmacı insanları aşağılıyor, su bedeli olarak, o 'sığınmacı'lardan, '10 misli daha fazla su parası' almakla iftihar edebiliyor; insanların bütün toplumun hayatları ve sağlığıyla oynayabiliyor ve yaptıklarının 'kanunsuz, hukuksuz' olduğunu bile bile, -utanmak ne kelime, üstelik, kendisinin bir avukat olduğunu da belirterek- gururla ifade ediyor. Evet, küstah mı küstah.. 'Kanun benim..' diyor..

Allah'ın her canlıya bahşettiği hayat hakkı konusunda, en zarurî ihtiyaç maddesi olan su konusunda, Siyonist Yahudilerin çağdaş firavunu Netanyahu ve askerlerinin Filistin'de yaptıklarını çağrıştırıyor..

*

O kişiyi belediye başkanı seçen şehrin halkını, az-çok tanırım.. Genelde mütedeyyin insanlardır. Allah'ın gökten su şeklinde inen rahmetinin bazı mazlum insanlara ulaşmasına o dindar insanların ilgisiz kalmalarını anlamak zor.. O mütedeyyin insanlar, o yoz ve acımasız kişiye karşı, onu kararından vazgeçirinceye kadar itiraz etmeli değil miydiler?

*

Son 6 yıla yakındır bu zulümleri bilinen bu kişi hakkında, TCK'nin 122. Maddesine göre, "nefret ve ayrımcılık" suçunu düzenleyen kanun maddesine dayanılarak savcılıkça bir soruşturma başlatılmış, çok gecikmeli de olsa..

Ama, ilginç bir durum daha var.. Daha önce bu konuyla ilgili bir 'takipsizlik kararı' verilmiş ve bu karar kesinleşmiş imiş.. Ve o hukuksuzluğa karşı, başka kanun yollarına baş vurulmamış..

Öylesine acımasız bir uygulama için, hangi yargı makamı 'takipsizlik' kararı' verebilmiştir? Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, takipsizlik kararı veren yargı merciinin bu kararının neye dayandırdığını araştırıp, halka izah etmeli ve ilgili mekanizmaları harekete geçirmelidir.

Ama, o kişi, Adalet Bakanı'ndan da önce davranmış, "Geçmişteki o uygulamalarım hakkında 'Takipsizlik kararı' var. O gün bana takipsizlik kararı verenler, bugün farklı bir kararı nasıl verecekler? Üstelik de ben, 'Bana göre, bu uygulama kararım, idare hukukuna göre uygun değildi' demiştim. Ben böyle dediğim halde, savcılık ve mahkeme o uygulamamı, hukuka uygun bulmuş. Evet, 'Ben yaptıklarımı hukuka uygun bulmasam da, mahkeme ve savcılıklar hukuka uygun bulmuş.(!!) " değerlendirmesinde bile bulunuyor..

*

Evet, bu kişi, hemşerilerinin oyu ile seçilmiş.. Kanunsuzluk yaptığını açıkça, gururla ve hukuksuzluğa meydan okuduğunu belirterek söylüyor..

Söz konusu kişi, HT'de katıldığı bir TV. programında, o şehirde yaşayan Suriyeli sığınmacılarla ilgili açıklamalar yaparken, -kendisine oy veren hemşerilerini de utandırması gereken bir anlayışla- " Belediyesi bütçesinden tek kuruş yardım yapmayacağım dedim. Tabelâları bir gecede kaldırdım, ruhsatlarını da hukuksuz bir şekilde iptal ettim; kullandıkları su bedeline, 10 misli zam yaptım; Belediye'deki nikâh ücretlerine de.." demiş.. Bugün o şehirde, Arapça tabela olmadığını da ifade etmiş, gururla.. Başka dillerde, İngilizce, Rusça, Çince, Japonca, İbranice, Hintçe yazılınca bir şey olmaz; ama, Arapça olunca?!

Resmî ideolojinin 100 yıl öncelerdeki ilkel anlayışının hortlatılma gayreti..

*

'Bu uygulamalarının kanunî olup olmadığı' sorusuna ise; 'Hukuksuzdu. İdarî yargıya gitselerdi, belki kazanırlardı.. Ama, siyasette en güçlü olduğunuz zaman, yeni seçildiğiniz zamandır. Bu bir şok dalgası yarattı, anlayamadılar ne olduğunu.." (!!) diyor.

O yoz davranışları sergileyen bir kişiyi başlarına seçen bir şehir halkı, bundan mutlu mudur; merak etmeye değer..

*

İçişleri Bakanlığı, bazı belediyelerin halk tarafından seçilmiş başkanlarını, 'terör faaliyetlerine destek olduklarına dair ip-uçları elde edildiği' gerekçesiyle, 'kayyum' tâyin etmek şeklindeki kanunî yetkisine dayanarak, onları makamlarından geçici olarak indiriyor. 'Terör, bir ideolojiyi, bir düşünce veya davranışı, kitlelere korku salarak, zorla kabul ettirmek eylemleri demek ise; bu kişinin davranışları da benzer kanunî yetkilerle durdurulmalı değil midir?

Ama, hem de devletin 'sığınmacı' olarak kabul ettiği kimselere, bir belediye başkanının -haydi, imkân yokluğundan dolayı bazı yardımları ulaştırmaması, normaldir, denilse bile-, su gibi en hayatî bir konuda, bu kadar engellemeler getirmesine, asil ölçülerimizden ilham aldığına dair bir çok örneklerine şahit olduğumuz İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya'nın, kanun, insan hakları gibi konularda 'efelik'-kabadayılık' sergileyen, kendisini Osmanlı'ya kafa tutan Köroğlu'nun çağdaş versiyonu gibi göstermeye çalışan böyle tiplere karşı da kanunî yetkisini harekete geçirmesi gerekmez mi?

*

Kaldı ki, sayıları milyonları bulan mazlum ve mustez'af (hakları ellerinden zorla alındığı için zayıf kalmış olan) 'sığınmacı' insanlardan, üstelik de, şimdi kendi şehirlerine, evlerine- barklarına dönmeye hazırlananların, Başkan Erdoğan'ın şahsında, muhabbet gözyaşları dökerek, hayır-dua ettikleri bu ülke insanlarına olan şükran duygularının, aramızda nasıl bir yüce kardeşlik duygusunu daha bir pekiştirdiği ortadayken; bir kısım kendisini bilmez yoz tiplerin davranışlarını hâlâ da sergileyebilmeleri karşısında, bu yozluklarıyla övünenlere de hadlerinin bildirilmesi gerekmez mi?

*

5 milyondan fazlası Almanya'da olmak üzere, Batı Avrupa devletlerinde 20 milyona yakın ve çoğu işçi olan Müslümanlara da; bu yazıda söz konusu edildiği gibi bir yozlukla, öyle bir ilkel ayırımcılık sergilense, her birimiz, bu kadar gayri-insanî davranışı sergileyenler hakkında neler düşünür ve neler söylerdik, Allah aşkına!

STAR