Yıldıray Oğur’un Karar’da yayınlanan yazısını (22 Şubat 2020) ilginize sunuyoruz:
Kavala O Kuyuya Nasıl Atıldı?
2017’de uçaktan inerken gözaltına alındı. Bizzat Cumhurbaşkanı tarafından Türkiye'nin Kızıl Soros’u olmakla suçlandı. Gazetelerde hakkında onlarca iddia ileri sürüldü ama onca iddiaya rağmen iddianamesi 1.5 sene boyunca yazılamadı. AİHM, tutukluluğu için hak ihlali kararı verdi ama mahkemeler kararı uygulamamakta direndi. Ve son olarak da hakkında ağırlaştırılmış müebbet istenen, mahkemede beraat etmesine rağmen Cumhurbaşkanı "Perde arkasında Soros türü bazı ülkeleri ayaklandırmak suretiyle oraları karıştıran tipler vardır. Onun da Türkiye ayağı içerideydi bir manevrayla dün onu beraat ettirmeye kalktılar" dedi ve beraat kararını veren mahkeme heyeti hakkında soruşturma açıldı, aylar önce tahliye edildiği başka bir dosyadan tekrar tutuklandı. O dosyadan tutuklu kaldığı sürede bir sanığın tutuklu tutulabileceği maksimum süre olan 2 yıla yaklaşmak üzere. Ortada yine bir iddianame yok...
Herkes aynı soruların cevabını merak ediyor: Osman Kavala ile neden bu kadar çok uğraşılıyor? Ne yaptı bu adam? Niye bu kadar önemli? Niye onun için hukuk ve siyaset arasındaki zaten delik deşik olmuş duvar tamamen yıkıldı?
Bu sorulara verilen pek çok cevap; tahmin ve siyasi analizden ibaret.
Ama bu soruların cevabını başka bir soruya cevap arayarak bulabiliriz:
Osman Kavala, o komplo kuyusuna nasıl atıldı?
Aslında her şey 15 Temmuz darbe girişiminden beş gün sonra yazılan bir yazıyla başladı.
Ortalığın tozduman, herkesin teyakkuz halinde olduğu 20 Temmuz 2016 günü bu yazı hükümete yakın bir gazetede değil, Sözcü’de çıkmıştı.
“Darbeyi izleyen bir çift göz” başlıklı yazıda ‘İzmir doğumlu Yahudi bir aile’den gelen, ‘CIA, Ergenekon operasyonları, Öcalan, Demirtaş bağlantılı’ bir Henri Barkey portresi çizildikten sonra o ana kadar duyulmamış bir iddia ilk kez dillendirilmişti:
“Fethullah Gülen’e sürekli övgüler düzen “Ilımlı İslam” teorisyenlerinden Henri Barkey, darbe gecesi İstanbul Büyükada Splendid Palace’da konuktu. Niye acaba?”
https://www.sozcu.com.tr/2016/yazarlar/soner-yalcin/darbeyi-izleyen-bir-cift-goz-1322280/
Üç gün sonra 23 Temmuz 2016 günü bu iddiayı bir Türkiye gazetesi yazarı alıp biraz daha geliştirdi. “Henri Barkey kamuflaj, asıl gelen Graham Fuller miydi?” başlıklı yazıda, Barkey’in Türkiye’ye havaalanından giriş ve çıkış saatleri dakikasıyla verilmişti ama yazarın İsrail’den olduğunu söylediği kaynaklarının daha büyük bir iddiası vardı:
“Henri Barkey ile hedef şaşırtıldığını ve Graham Fuller’in bizzat darbeyi yönetmek üzere darbe günü Türkiye’ye geldiğini ifade ediyorlar. Graham Fuller, Yunanistan’da Dedeağaç’a indirilen helikopterin içindeydi. Çünkü FETÖ’cü subaylara bu görev verilmişti. Helikopter Dedeağaç’a indiğinde Amerikalı görevliler oradaydı ve Graham Fuller’i alıp götürdüler.”
https://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/fuat-ugur/592475.aspx
Teorinin bu versiyonu hızla yayıldı. Ana akım medyada haber oldu, sosyal medyada ve Whatsapp gibi platformlarda dolaşıma girdi.
Üç gün sonra 26 Temmuz’da bu kez Sabah gazetesinde “O gece bu otelde CIA mesaideydi” başlıklı daha iddialı bir haber çıktı.
Habere göre polis, bu iki yazı üzerine Büyükada’daki Splendid Oteli’ne gidip çalışanları sorgulamıştı. İddiaların merkezinde artık Fuller değil, Barkey ve onunla birlikte ‘darbe toplantısına’ katılan 17 kişilik ‘gizemli ekip’ vardı. Haber, ezoterik bir sonla bitiyordu:
“17 kişilik gizemli ekipte yer alan FETÖ hayranı ABD'li profesör Henri Barkey, 19 Temmuz'da otelden ayrılırken resepsiyoniste üzerinde Pensilvanya yazılı bir çan bıraktı”
https://www.sabah.com.tr/gundem/2016/07/26/o-gece-bu-otelde-cia-mesaideydi
Aynı iddiayı 1 Ağustos 2016 günü AK Parti’nin daha sonra diğer Büyükada davasında da iddiaların kaynaklarından biri olan Erzurum Milletvekili Orhan Deligöz tekrarladı. Helikopterle Yunanistan’a kaçan 8 askerin Büyükada’dan Graham Fuller’i kaçırdıklarını iddia etti.
3 Ağustos 2016 günü Akşam gazetesi tam sayfa “15 Temmuz gecesinin 10 karanlık yabancısı” manşetiyle çıktı.
Manşete göre “Gizlice özel bir tekneyle Büyükada’ya gelen 10’u yabancı 16 isim, burada da özel bir iskeleye yanaşmış, 2 günlük rezervasyonu olan ekip, kalkışma başarısız olunca da otelden apar topar ayrılmıştı...”
“Toplantıya katılanların ortak özelliği Irak, Mısır, Suriye ve İran üzerine uzman olmaları ve tüm darbe ve iç savaş olan ülkelerde bu isimlerin hep ön plana çıkması”ydı.
“Toplantıda belki de en dikkat çeken isim Scott Lee Peterson isimli 44 yaşındaki azılı katildi. 2002 yılında hamile olan karısı Laci Peterson’ı öldürmekten birinci derece cinayet ile hüküm giyen Peterson, ABD’de en azılı suçlularının kaldığı California’daki San Quentin Devlet Hapishanesi’nde mahkum. Hakkında ‘iğneyle idam cezası’ hükmü verilen Peterson davayı temyize taşıdı. 13 Temmuz günü İstanbul’a gelen Peterson hala çıkış yapmadı. Mahkum olarak görünen Peterson’un hangi amaçla ve nasıl Türkiye’ye getirildiği ise soru işaretiydi.”
http://www.aksam.com.tr/guncel/15-temmuz-gecesinin-c210-karanlik-yabancisi-c2/haber-538961
Bu soru işareti, gazetenin ertesi gün yine tüm birinci sayfasını ayırdığı Büyükada haberiyle giderildi. “Katil Yunanistan’a kaçtı!” başlıklı haber bu kez ‘istihbarat’ kaynaklarına dayandırılmıştı:
“Kayıtlara göre Peterson 'VN2100' koduyla halen hapishanede görünüyor. Böylesine bir azılı suçlunun, ABD'nin en güvenlikli cezaevinden nasıl çıkarıldığı ise akıllarda büyük soru işareti uyandırdı. İddiaya göre idam mahkumu Scott Peterson'un bazı gizli anlaşmalar yaparak Türkiye' ye getirildi, kendisine verilecek suikastleri başardığı takdirde ise hakkındaki temyiz davasının da olumlu sonuçlanacaktı. İstihbarat yetkilileri deşifre olan idam mahkumunun deniz yoluyla Yunanistan'a kaçtığı bilgisi üzerinde duruyor.”
Neredeyse bir polisiye filme dönen gazetelerdeki Büyükada haberlerini toplantıyı organize eden isimler yalanlıyordu ama o kakafonide sesleri duyulmadı.
Her kesim komplo teorisini kendi meşrebine uydurarak geliştiriyordu. Örneğin toplantıyı organize eden kurumlardan biri olan İstanbul Kültür Üniversitesi Küresel Siyasal Eğilimler Merkezi’nin başında Karar yazarı Doç. Dr. Mensur Akgün’ün olmasını, Birgün gazetesi şöyle vermişti:
“Yandaş medyanın 15 Temmuz darbesinin arkasındaki isim olduğunu iddia ettiği CIA’in gizli elemanı Henri J. Barkey’in iktidara yakın isimler tarafından İstanbul’a davet edildiği ortaya çıktı.”
https://www.birgun.net/haber/darbenin-arkasindaki-isim-dedikleri-cia-ci-barkey-i-adaya-kendileri-cagirmis-121752
Twitter’da bazı meşhur troller buradan konuyu Ahmet Davutoğlu’na bile bağlamıştı.
Haberler üzerine Milli Savunma Bakanı soruşturma açıldığını açıkladı.
Nihayet 4 Ağustos 2016 günü toplantının Türkiye ayağını organize eden akademisyenler Emniyet’e gidip ifade verdiler ve toplantıyı anlattılar.
Toplantı, ABD Başkanı Woodrow Wilson’ın adını taşıyan, Washington merkezli, Demokrat eğilimli, Türkiye’den Cumhurbaşkanları ve Başbakanların da sık sık misafir oldukları Wilson Center’in bir çalıştaydı.
Çalıştayın başlığı; “İran ve Komşuları”ydı. Wilson Center’ın İran nükleer anlaşması çerçevesinde yürüttüğü bir toplantı serisinin devamı olan çalıştayın programında açıklanan ve sitesinde de duyurulan amacı “2015 Temmuz ayında İran ile varılan nükleer anlaşmanın birinci yıldönümünde İran ve bölgedeki gelişmeleri konuşmak”tı.
Çalıştaya davet edilen uzmanların çoğu Ortadoğu ve Avrupa ülkelerinden geleceği için yer olarak İstanbul ve daha konsantre olmaya uygun olduğu için de Büyükada seçilmişti.
Wilson Center’ın toplantı organizasyonu için Türkiye’deki ortağı İstanbul Kültür Üniversitesi Küresel Siyasal Eğilimler Merkezi’ydi. (GPoT Center).
GPoT, gizli olduğu iddia edilen toplantının organizasyonu için bir turizm şirketiyle anlaşmış, toplantı programını da önceden sitesinden duyurmuştu.
Çalıştayın katılımcıları 16 Temmuz günü başlayacak toplantı için Büyükada’ya özel teknelerle özel bir iskeleye yanaşarak değil, ada vapuruyla gelmişlerdi.
Kimliklerini veya pasaportlarını vererek adlarına rezervasyon yapılmış otele yerleşmişler, akşam yemeğini beklerken otelin balkonunda sohbet etmeye başlamışlardı.
Ortada herhangi bir gizlilik yoktu.
Çalıştaya davetli olan 3’ü Türk ve 9’u yabancı uzman ve akademisyenin de çoğunun uzmanlık alanı Türkiye değildi.
16-17 Temmuz günleri yapılan çalıştayın oturumlarının başlıkları şöyleydi: Ortadoğu’da Yeni Bir Soğuk Savaş mı var? İran’ın Bölge Algısı. Türkiye’nin İran’a Bakışı ve Bölgesel Gerilimler. Suriye: Yüzyılların Gerilimi. Türkiye ve İran Arasında Irak. Mısır ve Afganistan.
Çalıştaya bu başlıklarda konuşabilecek uzmanlar davet edilmişti.
Toplantı için Kabil’den gelen Mesud Karokhail, Afganistan’ın ilk dış politika think-tanklerinden birinin kurucusu ve direktörüydü. Samir Sumaida'ie, 74 yaşında Iraklı eski bir siyasetçi ve Irak’ın eski ABD elçisiydi. Ahmed Mursi, George Washington Üniversitesi’nde Mısır-İran ilişkileri üzerinde uzman olan bir akademisyendi. Georgetown Üniversitesi’nden Merve Davudi Suriye uzmanıydı. İranlı Ellie Geranmayeh Avrupa Dış İlişkiler Konseyi’nin, sık sık ABD televizyonlarına çıkan, gazetelerinde yazan ünlü İran uzmanlarındandı. Ellen Laipson, Obama yönetiminde danışmanlık yapmış, BM’de görev yapmış tecrübeli bir isimdi. Ali Vaez ise Uluslararası Kriz Grubu’nun İran projesi direktörüydü. Türkiye’den katılan akademisyen Şaban Kardaş Dışişleri Bakanlığı’na çok yakın olan ORSAM’ın başkanı, Bayram Sinkaya ise Yıldırım Beyazıt Üniversitesi öğretim görevlisi ve Türkiye’nin önde gelen İran uzmanlarından biriydi.
Ev sahiplerinden Prof. Dr. Mensur Akgün, Kültür Üniversitesi öğretim görevlisi ve GPoT’un direktörüydü.
Bir diğer ev sahibi olan İzmir doğumlu Henri Barkey ise 1998-2000 yılları arasında ABD Dışişleri Bakanlığı’nda çalışmıştı, üniversitelerde ders veren, uzmanlık alanı Türkiye ve Kürt meselesi olan bir akademisyendi. 2015 yılından itibaren Wilson Center’in Ortadoğu Programı’nın direktörlüğünü yürütmekteydi. İran projesi de kendisinden önceki İranlı direktörün başlattığı bir projeydi.
Yani ortada darbe planlayabilecek ya da yönetebilecek gizemli insanlar ya da istihbaratçılar da yoktu.
Çalıştaya katılan uzmanların bazılarının eşleri ve nişanlıları da oteldeydi. Onlardan biri Ellie Geranmayeh’in Amerikan Christian Science Monitor gazetesinin Türkiye muhabiri olan nişanlısı Scott Peterson’dı.
Yani Akşam gazetesinin isim benzerliğinden darbede suikastlarda kullanılmak üzere hapishaneden kaçırılıp Türkiye’ye getirildiğini zannettiği Amerikalı katil zannettiği kişi...
15 Temmuz akşamı katılımcılar otele gelip yerleşmiş, darbe haberi üzerine bazıları çeşitli kanallarda darbe teşebbüsünü yorumlamış, darbenin bastırılması üzerine toplantının yapılmasına karar verilmiş, ertesi gün de toplantı darbenin bastırılmasını öven konuşmalarla açılmıştı.
Katılımcılar iki gün boyunca çalıştayda İran'ı konuşmuşlar, toplantı bittikten sonra İstanbul’daki otellerine geçmişler, birkaç gün daha İstanbul’da vakit geçirip, Türkiye’den ayrılmışlardı.
Yani kimse telaş içinde değildi, Türkiye’den de kaçmamıştı.
Günlerdir haberlerde iddia edilenlerin tek cümlesi bile doğru değildi.
Buraya kadar tamam.
Peki, Büyükada’daki İran konulu bu toplantıyla Osman Kavala’nın ne ilgisi vardı?
Nasıl olup da Osman Kavala bulunmadığı, davetli bile olmadığı bir toplantıyla ilişkilendirilebilmişti?
Artık oraya gelebiliriz.
Büyükada’daki bu toplantı üzerine İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü bir soruşturma başlattı. Soruşturma polisin tespitlerine ya da istihbaratına dayanmıyordu. Bunu soruşturmanın başlangıç cümlesinden anlıyoruz:
“15-07-2016 tarihinde gerçekleşen FETÖ/PDY Terör Örgütü’nün darbe girişimi ile ilgili olarak basında “Büyük Adada bulunan Splendid Hotel de CIA ajanlarının Büyük Adada Darbe toplantısı yaptıkları” şeklinde haberlerin yer aldığı tespit edilmiştir.”
4 Ağustos 2016’dan itibaren çalıştaya katılan ve Türkiye’de bulunan isimler Emniyet’e davet edilip ifade verdiler.
İşte Osman Kavala’nın ismi ilk olarak bu ifadelerden birinde geçti.
‘18 Temmuz akşamı Karaköy Lokantası’nda başka bir masada yemek yiyen Osman Kavala ile karşılaşıp, sohbet ettik, daha sonra lokantaya başka bir grupla Henri Barkey de geldi onunla da yeni yerleştikleri otelin Büyükada’daki otelden sonra ne kadar kötü olduğunu konuştuk’ diye devam eden bir ifadeydi bu.
İfadede soruşturulan konuyla doğrudan ilgisi olmayan bu detay bilgi, nedense polisin ilgisini çekmişti.
8 Ağustos 2016 akşamı polis, Karaköy Lokantası’na gidip 18 Temmuz 2016 gününe ait kamera görüntülerini almak istedi. Ama lokantadaki güvenlik kamerası kayıtları eskiye doğru uzun süre tutulmuyordu, görüntüler bulunamamıştı. Aynı güne ait lokantanın rezervasyon defterinin fotokopisi alınmıştı.
Ama bu kadar büyük iddiadan, haberden sonra soruşturmadan herhangi bir sonuç çıkmadı. Büyükada’daki toplantıyla ilgili gazetelerde çıkan haberler de bir soruşturmaya dönüşmedi.
1.5 yıl boyunca bu soruşturmada herhangi bir gelişme olmadı.
Bu arada “İkinci Büyükada” soruşturması patlamış. Büyükada’da Uluslararası Af Örgütü’nün düzenlediği bir toplantı polis tarafından basılmış, yine komplo teorileri havada uçuşmuş. STK temsilcileri tutuklanmış. Tutuklananlardan biri Alman vatandaşı olduğu için Almanya ile Türkiye karşı karşıya gelmişti.
Ama birinci Büyükada toplantısı neredeyse unutulmuştu.
Ta ki 19 Ekim 2017 günü Antep’ten İstanbul’a gelen Osman Kavala, uçağın kapısında gözaltına alınana kadar.
Ertesi gün 1.5 yıl önceki toplantının katılımcılarından ORSAM Başkanı Şaban Kardaş da gözaltına alındı.
Kavala’nın gözaltı gerekçesindeki ilk iddia “15 Temmuz 2016’daki darbe girişimiyle ilgili 15-16 Temmuz 2016’da Büyükada Splendid Otel’de yapılan darbe teşebbüsü sürecinde, darbenin organizatörlerinden Henry Jack Barkey ile yabancı uyruklu kişi ve kişilerle olağanın ötesinde yoğun irtibat kurarak darbe teşebbüsüne katılmak suretiyle Anayasal düzeni cebir ve şiddet yöntemleri ile değiştirmek suçunu işlediğine dair bulgu ve delillere ulaşıldığı” ydı.
Ama ortada Büyükada’daki toplantıyla ilgili somut bir delil ya da soruşturma yoktu. Hatta baş şüpheli Henri Barkey’in adı bile soruşturmada yanlış yazılmıştı.
Kavala’ya yöneltilen ikinci suçlama ise 3.5 yıl önceki Gezi olaylarıyla ilgiliydi: “Hükümeti ortadan kaldırmaya ve görevini yapmasını engellemeye yönelik ayaklanma olan ve tüm terör örgütlerinin (FETÖ/PDY, PKK/KCK, DHKP/C, MLKP) aktif katıldığı ve destek verdikleri, kamuoyunda ‘Gezi olayları’ olarak bilinen eylemlerin yöneticisi ve organizatörü olmak”
Ama daha da tuhafı, Kavala iki hafta önce gözaltına alınan ABD İstanbul Konsolosluğu’nda uyuşturucuyla mücadele birimi DEA görevlisi olarak çalışan Metin Topuz’la aynı soruşturmadan gözaltına alınmış gibi görünüyordu. Ama Kavala ile Topuz arasında herhangi bir ilişki de kurulmamıştı.
Peki, neydi Kavala’nın “darbenin organizatörlerinden Henry Jack Barkey ile yabancı uyruklu kişi ve kişilerle olağanın ötesinde yoğun irtibatı”?
Bununla ilgili deliller Kavala’ın avukatlarına dahi verilmeden bir ay sonra Sabah gazetesinde haber oldu. “Barkey ile Kavala 93.5 saat görüştü” başlıklı habere göre Kavala sadece kendi telefonundan değil, on üç saat eşinin, bir buçuk saat ablasının, bir buçuk saat ortağının ve elli dört dakika da şirket müdürünün telefonundan Barkey ile görüşmüştü. Yani Mayıs 2015’den Haziran 2016’ya kadar olanki dönemde toplamda 93.5 saat telefonda görüşmüşlerdi.
Yine habere göre Kavala, “28 Haziran 2016'da Şişli'de sahibi olduğu Menka Ticaret ve Sanayi A.Ş.'de ve iki gün sonra da Diyarbakır'da Barkey'le buluşmuştu.”
https://www.sabah.com.tr/gundem/2017/11/15/barkey-ile-kavala-935-saat-gorustu
İki yeni sevgili için bile çok yüksek olan bu 93.5 saatlik telefon görüşmesi iddiası üzerine Kavala’nın avukatları gazeteye sızdırılan bu HTS raporlarının kendilerine de verilmesini istediler.
Nihayet raporlar kendilerine verilince gerçek ortaya çıktı.
Bu 93.5 saat telefon görüşmesi değil, her ikisinin telefonlarının yakın baz istasyonlarından sinyal verdikleri toplam süreydi.
Ama herhalde sadece Kavala’nın telefonunun baz sinyal rakamı yeterli bulunmayınca eşinin, kardeşinin, şirket çalışanlarının telefonlarının ortak sinyal sayısı da buna eklenmiş ve 93.5 saat rakamına ulaşılmıştı.
HTS raporuna göre, 2010 ile 2017 arasında Kavala’nın telefonda görüştüğü önde gelen tek bir FETÖ şüphelisi vardı; Cumhuriyet gazetesi davasında FETÖ’ye yardımdan yargılanan gazeteci Aydın Engin. Bu da herhalde o yıllar için Türkiye ortalamasının çok çok altında bir FETÖ’cü tanıma oranına denk düşüyor...
Ama savcılık bu iddialarından 1.5 yıl boyunca bir iddianame yazamadı. Nihayet 1.5 yıl sonra AİHM’in zorlamasıyla bir iddianame yazılabildi.
Ama o iddianame de artık ilk gözaltı nedeni olan Büyükada, darbe, FETÖ iddiaları üzerine değildi.
2013 yılında FETÖ’cü polislerin Gezi olayları ile ilgili aralarında Osman Kavala’nın da olduğu bir grup insan hakkındaki olayların başlamasından sonraki tarihlere ait telefon dinleme, fiziki takip raporları ve halen FETÖ davasından Silivri’de yatmakta olan eski İstanbul Emniyeti Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Nazmi Ardıç’ın Gezi olaylarını Osman Kavala ve Mehmet Alabora üzerinden Soros ve Otpor’a bağladığı hükümete sunulmuş bir komplo teorisi baz alınmıştı.
Yani Kavala’ya bir iddianame yazabilmek için bir Gezi Davası icat edilmişti. O davanın iddianamesindeki absürtlükler üzerine bu köşede çok yazı yayınlandı. Nihayet mahkeme de bütün bu suçlamalardan tüm sanıkları beraat ettirdi.
Bu beraat kararı üzerine patlak veren Gezi direnişi-Gezi darbesi kavgasının ortasında kalan Kavala, 11 Ekim 2019 tarihinde hakkında tahliye kararı verilen darbe soruşturmasından tekrar tutuklandı.
Savcılık tutuklamaya sevk yazısında Kavala ile Henry Barkey’in 2016 yılı Haziran ayında iki kez ve 18 Temmuz 2016 günü de bir kez görüştükleri iddia ediyordu.
18 Temmuz 2016 günü Karaköy Lokantası’nda Barkey ile karşılaştıklarını ve ayaküstü sohbet ettiklerini Kavala ifadesinde anlatmıştı.
Ama diğer iki görüşmeyi ifadesinde reddetmişti.
Ama daha tuhafı, tutuklamaya sevk yazısında savcının “görüştüler” dediği tarihler, iki sene önceki HTS kayıtlarında ve ifade tutanaklarında yer alan tarihlerle aynı değil.
Aceleyle tutuklamaya sevk kararı çıkarılırken savcı tarihleri karıştırmış olmalı...
Tutuklamaya sevk yazısında savcı, ‘Kavala ve Barkey’in darbeden önce 27 Haziran 2016 günü Kavala’nın Şişli’deki Menka AŞ adlı işyerinde görüştüklerini, devamında da 30 Haziran 2016’da Diyarbakır ilinde bir araya gelerek PKK terör örgütü irtibatlı kişilerle buluştuklarının tespit edildiğini” ileri sürüyor.
Halbuki bir önceki iddianamenin eklerinde bulunan HTS raporuna göre Osman Kavala 27 Haziran 2016 günü Diyarbakır’daydı. 28 ve 30 Haziran günü ise İstanbul’daydı. Henri Barkey ise 30 Haziran günü Diyarbakır’daydı.
Nitekim iki yıl önceki sorgu tutanağında da savcı Kavala’ya şöyle sormuştu: “Yapılan teknik çalışmalarda 27 Haziran 2016 tarihinde sizin Diyarbakır ilinde bulunduğunuz, 28 Haziran 2016 tarihinde Henri Barkey ile Şişli’de bulunan Menka AŞ isimli işyerinde beraber bulunduğunuz, sonrasında 30 Haziran 2016 tarihinde Henri Barkey’in Diyarbakır’da bulunduğu anlaşılmıştır.”
Yani savcı elinde sadece yakın baz istasyonlarından sinyal verme delili olan bu buluşma iddialarındaki tarihleri bile birbirine karıştırmış, iki ismi 27 Haziran’da İstanbul’da 30 Haziran’da Diyarbakır’da buluşturmuştu. Üstelik daha önceki sorgu tutanaklarında hiç geçmeyen bir iddiayı da ortaya atıp PKK’yla irtibatlı kişilerle onları buluşturarak...
Kavala iki yıl önceki sorgusunda 28 Haziran’da Şişli’deki şirketinde de Diyarbakır’da da Barkey’le görüşmediklerini söylemişti.
Kavala, ifadesinde Diyarbakır’a 27 Haziran’da belediye ve sivil toplum örgütleriyle Anadolu Kültür’ün olarak orada yürüttüğü kültür projeleri için görüşmeye gittiğini, 28 Haziran’da İstanbul’da Barkey’le şirketinde buluşmadığını, şirketi Elmadağ’da olduğu için belki Barkey’in oteli o civardaysa telefonlarının bu yüzden yakın bazlardan sinyal vermiş olabileceğini anlatmıştı.
Nitekim, bu görüşme iddialarını sorduğum Henri Barkey de 28 Haziran 2016 günü Irak Cumhurbaşkanı Berham Salih’in kurucusu olduğu Süleymaniye’deki Irak Amerikan Üniversitesi’nin mütevelli heyetinin yıllık toplantısı için İstanbul’da olduğunu ve muhtemelen Elmadağ civarındaki otellerden birinde kaldığını, Kavala’yla görüşmediğini söyledi.
Toplantının ardından 30 Haziran 2016’da da uzmanlık alanı olan Kürt meselesi çerçevesinde görüşmeler yapmak üzere Diyarbakır’a gitmiş, burada da Kavala ile karşılaşmamıştı.
Yani tutuklama gerekçesinde ortak bazlardan verilen sinyallerden “görüştüler” gibi net hükümlere varmakla kalınmamış, o sinyallerin tarihleri de çarpıtılıp yan yana gelmemiş insanlar yan yana getirilmişti.
Yani günün sonunda Osman Kavala’nın 2017’de ve 2020’de iki kez darbeden tutuklanmasına neden olan suçlama olarak elimizde kalan şu:
Gazetelerin hakkında komplo teorileri ürettiği bir toplantıya katılmamış olmasına rağmen, o toplantıya katılmış biriyle lokantada karşılaşıp ayaküstü sohbet etmek...
Üstelik bu kör testereyle kesilmiş komplo için ilk taşı da geçen hafta Kavala’nın aslında ‘yetmez ama evetçi değil, muhalif olduğunu, o yüzden gönül rahatlığıyla desteklenebileceğini’ anlatan bir yazı kaleme alan, kendisi de komplo teorilerinden mağdur olup, hapis yatmış Sözcü yazarı atmıştı.
Osman Kavala, hakkında üretilen komplo teorilerini ispatlamak için orasından burasından çekiştirilen, çarpıtılan delillerle suçlanıyor dört yıldır.
Bu komplolara inanıp zamanında büyük laflar etmiş devlet büyükleri laflarının altında kalmasın diye de bir adamın yılları hoyratça harcanıyor.
Ne de olsa Kavala sadece bir TC vatandaşı, Ankara’nın ona adaleti imtiyaz olarak vermesini sağlayacak arkasında güçlü bir ülke yok.
Herhalde Osman Kavala’nın bu komploların hedefinde olmasının esas sebebi siyasi kimliği ya da yaptıklarından çok Türkiye’de pek benzeri olmayan kentli, eğitimli, dünyayla ilişkileri olan, muhalif, aktivist işadamı profili.
İktidarı muhalefeti, sağı solu bu alışılmadık tuhaf profili, bütün komplolara yakıştırıyor.
O yüzden dört sene önce el birliğiyle bir komplo kuyusuna atılan Osman Kavala yıllardır oradan çıkamıyor.
Üstelik kurtlar saldırdı yalanı için elde delil olarak kana boyanmış bir gömlek bile yok...