Adalet mülkün temelidir.. Bu referandumda bir ana-yasa yapıyoruz.. Ki, diğer yasalar da ona uygun olsun diye..
Daha bu yolda katedilecek uzun bir mesafe var.. Doğru yasa yapacaksınız. O yetmez, onu doğru uygulayacaksınız..
Daha bunlar Hukuk devletine giden yolun harfiyat çalışması.. Daha nice korku tünellerinden, fırtına tünellerinden geçeceğiz.. İlk eşik aşılıyor.. Bugüne kadar bu denenememişti bile..
Tek başına darbe anayasalarından kurtulmak yetmez.. İnce - uzun bir yolda sabırla ilerlemek gerekiyor hukuk devletine ulaşmak için.. Çelik bir irade ve bir de Eyyüb sabrı..
Bir zihniyet devrimine ihtiyacımız var aslında.. “Kanun devleti” ile, “Hukuk devleti” arasındaki farkı görmemiz, anlamamız, içimize sindirmemiz gerek.
Bu iktidar döneminde, AİHM de, Hrant Dink davasında yaşananları biliyorsunuz. Türkiye’yi savunan avukat, ilk derece mahkemesinin gerekçesine dayanarak savunma yapıyor. Yüzünü hakka-adalete çevirmiyor. Ben ne olursa olsun Türkiye’yi savunmalıyım, yanlış da olsa diye düşünüyor. Hangi kamu avukatı bunun dışında bir yol takip ediyor.. AİHM’de de, adli yargıda da durum bu.. Hiçbir avukat vicdani redçi olamıyor. Ben bu fiili savunamam diyemiyor.. Yanlış olduğunu bildiği bir şeyi savunmak için savunuyor işte. Burada bir devlet var. Tutulan değil, görevlendirilen bir memursunuz.. Elbette savunulması gereken bir hakikat varsa savunursunuz, ama mızrak çuvala sığmıyorsa da, onu ille de “savunmak için savunma”nın bana göre bir anlamı yok..
Benim AİHM’deki davalarımda da savunmanın dili farklı değildi.. Rutin / Teamüle uygun bir savunma.. Türkiye bu anlayışı aşmak zorunda.. Bir yandan bir zihniyet değişikliğine gitmek istiyorsunuz, sonra, aynı zamanda, geçmiş zihniyetlerin dilini kullanıyorsunuz. Bunun anlaşılması kolay değil..
Oğlum, Viyana işletmede yüksek lisans yaptı geldi. YÖK Yüksek lisansına eşdeğer vermedi. Bir buçuk yıl yazışmalar devam etti. Doktora yapmak istiyordu yapamadı. Askerlik sorunu çıktı ortaya.. Bolonya sürecini gerekçe göstererek dava açtık idare mahkemesinde.. Biz dava açınca YÖK Yüksek Lisansı onayladı. Mahkeme de davanın konusu kalmamıştır diye davayı reddetti. Geçen zamandaki hak kaybına ilişkin tazminat talebini de reddetmiş oldu.. Biz de Danıştay’a itiraz ettik etmesine de, bu defa YÖK’ün avukatları bizden avukatlık ücretlerini talep ediyorlar..
Mahkemeye veriyorum, “Bana zarar verdin” diyorum. Önce “ben haklıyım” diyor. Sonra tamam haklıymışsın diyor.. aradan bir yılı aşkın bir zaman geçmiş. Peki tamam sen haklısın diyor. Ama bana dava açtın, beni meşgul ettin, zarara uğrattın, öde bakalım şu faturayı diyor..
YÖK bu, İdare Mahkemesi bu. Haksızlığa uğruyorsunuz, hakkınızı arıyorsunuz. Uğradığınız zararı kimse sorgulamıyor. Tamam eşdeğerini onaylıyorum ama beni niye mahkemeye verdin diye yine sana ceza kesiyor. Eee. Mahkemeye vermesem, hakkımı kabul etmiyorsun..
İşin yok temyizle uğraş, yarın AİHM’e git..
YÖK’ün avukatı “Kurum milliyetçiliği / mikro milliyetçilik” yaparak avukatlığını üstlendiği kurumu, haksız da olsa haksız olduğunu bile bile savunmak zorunda hissediyor kendini.. Adalet, hukuk bu mu yani şimdi..
Bu konuyu ayrıntılı yazıyorum, çünki yurtdışında okuyan on binlerce öğrenci var. Çoğu gelip aynı çukura düşecek sonunda.. Bizim katlanmak zorunda olduğumuz güçlükler başkaları için baht kaynağı olsun diye yazıyorum bunları ve bir de bizde hukukun ne durumda olduğu görülsün de çözüm aransın diye.. Bu umudu canlı tutmak adına referandumda, bütün bunlar tekrar yaşanmasın diye EVET diyeceğim.. Benim bu EVET’im bu kokuşmuş düzene ve onun kapıkullarına bir HAYIR anlamı taşıyacak..
Kuşkusuz tek örnek bu değil. Binlerce örnek var bu konuda.. Ben ne söylüyorum, tamburam ne çalıyor. Biz neyi oyluyoruz, iktidar ne söylüyor, bürokrasi ne yapıyor.. İşin yoksa uğraş dur.. Aradan 2 yılı aşkın bir süre geçti, hâlâ biz mahkeme kapılarındayız.. Kim bu işi bu kadar takip eder. Geciken adalet adalet değildir. Adalet yoksa barış da yok, adalet ve barış yoksa özgürlükler güvence altında değil demektir.. Sonunda herkes adamını bulmaya, kendi gemisini kurtarmaya, ihkakı hak yoluyla kendi bildiği usullerle hakkını almaya çalışıyor. Terör, mafia, rüşvet işte böyle bir ortamda hayat buluyor.. “Avukat tutma, hakim tut” noktasına geliyor işler. “Vicdan-cüzdan tartışması” başlıyor..
Bugünki yargı uzun, yorucu, pahalı ve sonu belli olmayan kaotik bir süreç gibi gözüküyor kimine göre.. Düşünün ki, buna rağmen bu kadar dava var mahkemelerde..
Benim AİHM’deki davalar ya da şu YÖK davası hiç gündeme gelmeyebilirdi.. Gündeme gelse de işler bu noktaya gelmeden önce çözümlenebilirdi. Ama olmuyor işte.
Düşünebiliyor musunuz, daha yüzbinlerce insan, hukuk yolundan habersiz olduğu için, ya da bu yolu bilip yöntemini bilmediği için, yöntemi hakkında bilgi sahibi olduğu halde avukat tutacak parası olmadığı için çaresizlik içinde hukuksuzluklara boyun eğmek zorunda kalıyor..
Yukarıda bu referandumla hukuk devletine giden yolun hafriyat çalışması demiştim. Aslında bu çalışma darbecilerin, adalet, barış, özgürlük yoluna, insan hakları ve hukuk devletine giden yolun üzerinde döktükleri molozları ayıklama işi. Ama Boğaz tünelinde her adımda bir tarihi eser çıkması gibi, her adımda bir ceset, her adımda bombalarla karşılaşıyorsunuz. Cephanelikler çıkıyor ortaya.. Çevreden birileri bomba yağdırıyor üzerinize, çevredeki insanlar gecekondu yıkımına direnir gibi bu gecekondu düzeninin yıkımına karşı direniyorlar.. Terör estiriyorlar.. Enkazın altında gizli tüneller, dehlizler çıkıyor..
Şimdi Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru konusu da gündeme gelirken, aslında kamu otoritesinin içindeki avukat ve hukukçuları, Adalet Bakanlığı personelini de ciddi bir eğitime tabi tutmak gerek.. Ve tabii Dışişleri Bakanlığı’nın da.. Bu zihniyet değişikliğini gerçekleştiremezsek, bu reformların hayata geçirilmesi o kadar kolay olmayacak..
AİHM’de Dink davasındaki Türkiye’nin savunması, umarım bu yönde yeni bir çığır açar..
Dink davası bu konuda ilk örnek değil, ama dilerim son örnek olsun..
Selâm ve dua ile..
VAKİT