Hayrettin Karaman’ın Yeni Şafak’ta yayımlanan konuyla alakalı yazısı (27 Aralık 2018) şöyle:
İslâm Hukuku’nun Değeri ve Öğretimi
İslâm Hukuku ifadesi “fıkh”ın bir kısmını karşılıyor. Bir İslâmî ilim dalı olarak fıkıh Müslümanların doğumdan ölüme kadar Müslümanca yaşayabilmek için muhtaç oldukları din bilgisini ihtiva ediyor. Bu bilginin içinde başta iman ve ahlâk konuları da var iken ihtiyaca binaen zaman içinde onlar ayrı ilim dalları olarak ele alınıyor ve fıkıh, “ibadet, hukuk, kısmen siyaset, iktisat, sosyoloji” konularını içine alıyor. Batı’nın etkisiyle İslâm toplumunun yaşadığı değişim fıkhı da etkiliyor, bu defa onun içinden hukuk, iktisat, siyaset ve sosyoloji de ayrılarak ayrı ayrı ilim dalları haline geliyor. Bugün özel öğretim faaliyetlerinde klasik fıkıh muhtevası yine klasik fıkıh kitaplarından okutuluyor. İlâhiyat fakültelerinde ise iman, ibadet, ahlak, sosyoloji ayrı bilim dalları olarak ele alınıyor, fıkhın hukuk muhtevası da “İslâm Hukuku” adıyla inceleniyor ve tedris ediliyor.
Bayramı yapılan Cumhuriyet devrimi yalnızca Meşrutiyet’i Cumhuriyet’le değiştirmedi, Cumhuriyet’in laik-demokratik olanını tercih ederek dünya hayatının (bu meyanda hukuk, siyaset, ekonomi, sosyoloji vb.lerinin) din ile alakalarını kesmeyi ilke olarak benimsedi. Uygulama bakımından ayırmakla yetinmedi, asırlarca bu toplumun hukuki hayatına ve hukuk ilmine yön vermiş olan bir hukuk sisteminin öğretilmesini de engelledi. Yalnızca engellemekle de yetinmedi, bu hukuku itibarsızlaştırmak için ajanlarına propagandalar yaptırdı. Modern üniversitelerde fıkhın alt bölümlerine tekâbul eden bilim dallarını tahsil eden çocuklarımız mesela Roma Hukuku’nu, Kara Avrupası Hukuku’nun kaynakları arasındadır diye okudular ve öğrendiler de asırlarca toplumumuzun uyguladığı bir hukuku hiç okumadılar, yalnızca hocaları yeri geldikçe “o şöyle ilkeldi, kötüydü, bu şu kadar modern ve iyi” kabilinden propagandalar yaptılar.
Elin oğluna gelelim:
Bizde bu devrimler olup giderken 1937 yılında Lahey’de Uluslararası İslâm Hukuku Haftası yapılıyor ve bu hafta içinde Müslüman olan ve olmayan hukuk ilmi adamları tebliğler sunuyor, müzakereler yapıyorlar. Alınan kararlar mahiyetinde olan sonuç bildirisinde şu maddelere yer veriliyor:
1. İslâm Hukuku yaşayan bir hukuktur,
2. İslâm Hukuku, Roma veya bir başka hukukun kopyası değildir, farklı ve orijinal bir hukuktur,
3. İlim ve öğretim kurumlarında mukayeseli hukuk çalışmalarında İslâm Hukukuna da yer verilmelidir.
1948’de yine Lahey’de Uluslararası Avukatlar İlmî Toplantısı’nda da yukarıdaki maddeler onaylanıyor.
Türkiye’de İslâm Hukuku’nun uygulanmasının durdurulması ve resmi öğretimden kaldırılması diğer İslâm ülkelerinde hem uygulama ve hem de öğretimin devamına engel olamamıştır. Ülkemizde de özel olarak okutulduğu gibi Müslümanlar hayatlarında bu hukuku, hocalardan öğrenerek imkân buldukları ölçüde uygulamışlardır.
Bir zamanlar İstanbul Müftülüğü de yapan hocamız Ömer Nasuhi Bilmen, “Hukuk-i İslâmiyye ve Istılahat-ı Fıkhıyye Kamusu” adıyla ilk baskısı beş cilt olan eserini yazıyor ve bu eserin içinde İslâm Hukuk Tarihi, Fıkıh Usulü ve fıkhın muâmelât kısmını anlatıyor. Bu ilmî eser, 1946 sonrası siyasi ortamında İstanbul Üniversitesi tarafından basılıyor (İst. 1949). Basılma kararı için bu konuda otorite olan Ord. Prof. Ebülula Mardin bir rapor hazırlıyor, bu raporda “eserin neşrinin fayda ve lüzumu” belirtiliyor. O tarihte rektör olan İdare Hukuku Profesörü Sıddık Sami Onar, “Eserin temin edeceği büyük faydalar” başlıklı, Anayasa Profesörü ve Hukuk Fakültesi Dekanı H. Nail Kubalı da “Kamus Yayınlanırken” başlıklı takdim yazıları kaleme alıyorlar.
Kitap basılmaya basılıyor da eğitim, öğretim ve araştırma alanlarında layık olduğu yeri alamıyor.
Yetmiş-seksen yıl önce Batı’da ilmî toplantılarda değeri onaylanan bir hukuk sistemi ülkemizin hukuk fakültelerinde bir anabilim dalı olarak yer almayı hak etmiyor mu?!