Hukuk devleti değil bitmeyen bir OHAL istiyorlar!

Nihal Bengisu Karaca, Türkiye'nin ihtiyacı olan normalleşme adımlarının atılmasına engel olmak istercesine hareket eden çevrelerin söylemlerini analiz ediyor.

HAKSÖZ HABER

Türkiye'de hukuku, kanunu, temel haklar ve özgürlükleri çiğnemek için dönem dönem devreye sokulan bir takım "despotik parolalar" var. Bu parolalar elbette despotizmin faydalarını savunan, kanunsuzluğa övgüler düzen, belli siyasi sınıflarının önüne iktidar imkanlarını sınırsızca açmayı tavsiye eden ifadeler içermiyor. Öncelikli olarak "despotik parolalar" meşru müdafaa vurgusunu öne çıkararak kitlelerin aklını ve ruhunu zehirliyor. Mesela bir zamanlar Kemalist cephenin askeri vesayeti daha bir koyulaştırmak üzere kullandığı "söz konusu vatansa gerisi teferruattır" mottosunda olduğu gibi. Şimdilerde ise "söz konusu FETÖ'yle mücadeleyse her şey teferruattır" mantığı ile aynı iklim, aynı süreç tekrardan Türkiye'nin başına musallat edilmiş durumda.

Fethullahçı Cunta tarafından girişilen 15 Temmuz darbe sürecini savuşturmak üzere ilk elde ordu, yargı ve emniyet teşkilatında çalışan ve FETÖ'yle irtibat-iltisaklı olduğu yönünde kuvvetli şüpheler bulunan bürokratlar arka arkaya yayınlanan KHK'larla görevlerinden ihraç edilmişlerdi. Fakat bir süre sonra KHK ihraçlarıyla alakalı ciddi itirazlar yükselmeye başladı. KHK'larla görevlerinden ihraç edilenlerin 3 yıl sonra itirazlarını mahkemelere taşıma imkanı açıldığında işin rengi ciddi ciddi değişmeye başlamıştı bile. Çünkü bir çok ismin dedikodu düzeyindeki ihbarlarla veya kurum içindeki siyasi çekişmelerden neşet eden idari tasarruflarla ihraç edildiği mahkemeler tarafından tescil edilir olmuştu.

Nihayet Bölge İdare Mahkemeleri (İsninaf) ve Danıştay süreçleri de tamamlanınca doğal olarak bazı memurlar için göreve iade yolu da açılmış oldu. Fakat göreve iadeler takipsizlik ve beraat gibi meşru süreçlere değil de propagandif söylemlerle "FETÖ'cüler devleti tekrar ele geçiriyor!" engellenmeye çalışıldı. Cumhur İttifakı'nın küçük ortağı MHP kanadından yükselen sert hatta tehditkar tepkiler bir süredir AK Parti iktidarına iyice yanaşan Kemalist-ulusalcı gazeteciler, TV yorumcuları tarafından iyiden iyiye köpürtüldü. "Göreve iadelerle devletin bekası yeniden büyük ve yakın bir tehdit altına sokuluyor" propagandasına "FETÖ'cüler 2025'te bilemedin 2026'da darbe yapmaya hazırlanıyor" türünde korku salan kaotik ajitasyonlara evrildi hızla.

Anayasa Mahkemesi gibi artık Danıştay da açık hedef haline getirilmişti. Beraat kararlarını alan hakimler için "maklube"li göndermeler trend topic oldu gecikmeden. Ara ara Cumhurbaşkanı Erdoğan da bu söylem ve tutumlara paralel beyanlarda bulunduysa da son günlerde meselenin kronik bir soruna dönüştüğünü, giderek mağduriyetleri arttırdığını ima eden kimi genel değerlendirmelerde bulundu. Lakin bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı desteklediği var sayılan gazeteler ve ekranlar, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sivil anayasa yapımından başlayıp mahkemeler arasındaki ihtilafı yeni yargı paketiyle çözüme kavuşturma yönündeki söylemlerini ya görmezden gelmeye ya da haberi MHP yayın organları gibi başlıklandırmaya girişti.

Gazete Habertürk yazarı Nihal Bengisu Karaca da "Hukuk devletinden rahatsız olmak" başlıklı makalesinde mezkur tartışmalardan yola çıkarak mahkeme süreçlerine ve beraat kararları karşısında yükseltilen radikal devletçi-ulusalcı beyanları analiz ediyor. Mahkeme kararlarının yok sayılmasından başlayıp bizzat mahkemeleri yok saymaya (kapatmaya) kadar uzanan, hukukun esas ve usulünü "vatan, millet, Sakarya" hamasetiyle paspas edip çiğnemeye azmetmiş çevrelerin sebep olduğu/olacağı sorunlara dikkat çeken makaleyi önemine binaen okurlarımızla paylaşıyoruz.


Nihal Bengisu Karaca / Habertürk

Hukuk devletinden rahatsız olmak

Hayatında bir kez bile hukuk mantığı ve süreci nasıl işler üzerinde düşünmemiş kişiler o sabah önlerine Danıştay 5. Dairesi’nin FETÖ’den ihraç edilen 414 hakim ve savcı hakkında göreve iade kararı vermesi ile ilgili bir haber düştüğünde küçük dillerini yutacak gibi oldular. Sonra yutmaktan vazgeçip yutak borularında ne varsa bizim önümüze çıkarmaya karar verdiler. Olaylar olayları kovaladı ve günün sonunda HSK göreve iade kararı verilen kişiler hakkında inceleme başlattı.

İsmail Saymaz’a konuşan bir Danıştay üyesinin aktardıklarından anlıyoruz ki, Danıştay’da söz konusu sosyal medya yaygaracılığının ve medya mensuplarının kestikleri ahkamın sonuçlarından endişe eden Danıştay üyeleri var ve kendilerini hem baskı hem tehdit altında hissediyorlar.

Çok doğal çünkü haksızlığa uğradıklarını düşünüyorlar.

Ben de öyle düşünüyorum.

Sosyal medyanın etkileşim tanrısına tapınan müritleri öyle bir hava estirdi ki sanki Danıştay darbe azmettiricisi Pensilvanya’daki zât video çekti diye böyle bir karar almış.

Öyle bir hava estirildi ki, sanki sadece 414 hakim ve savcı atılmış da Danıştay 5. Dairesi bir gece ansızın kafasına esip hepsini birden görevlerine iade etmiş.

Oysa gerçek bu değil.

HSK tarafından KHK ile ihraç edilen 4600 hakim ve savcı var, 2017’de dava yolu açılınca bu kişiler dava açıyor. Dava açanlardan 4186’sının açtığı dava reddedilmiş. Sebep FETÖ ile iltisak ve irtibata ilişkin somut bilgi ve belge olması.

Ancak 414 hakim ve savcı hakkında böyle bir somut delil ve veri yok. KHK’ya dayanak teşkil edecek bir veri olmadan ihraç edilmişler. Hatta yargılama aşamasında başta HSK olmak üzere belli kurum ve kuruluşlara irtibat ve iltisaka dair somut verilerin bulunup bulunmadığı sorulmuş. Davacılarla ilgili bir bilgi veya belge sunulmamış ve doğal olarak bu kişiler ya beraat etmiş ya da haklarında takipsizlik kararı verilmiş. Danıştay da normal bir hukuk devletinde olması gerekeni yaparak bu kişilerin görevden çıkarılmalarını düzenleyen kararları iptal eden kendi hükmünü vermiş.

414 kişi hakkına bir defada alınmış bir karar söz konusu değil. Yılları kapsayan bir durum söz konusu.

Yani “Amanın konjonktür değişti Sevim koş" türünde siyasi bir okuma sonucunda yapılmış bezirganlıklar söz konusuymuş gibi davranmaya gerek yok. Bu tür mugalataya dair şüphelere mahal bırakmayacak kadar ‘normal’ bir hukuki bir süreç var.

Ama artık normallikten, hukuktan da mı rahatsız olunuyor, bakınız o kısmı belli değil.

Sayıları da tekrar hatırlatalım. En başta haklarındaki ihraç kararına karşı dava açan 4600 hakim ve savcı var. Yedi yıl içinde hakkında göreve iade kararı verilen kişi sayısı sadece 414.

Farkında mısınız, bilmiyorum ama bu rakam OHAL komisyonunun verdiği göreve iade kararı sayısından binlerce kat daha az.

OHAL Komisyonuna yaptığı başvuru uyarınca komisyonun göreve iade ettiği kişi sayısı son baktığımda 17 bin 265’ti.

Bu rakam Danıştay’ın göreve iade kararı verdiği kişi sayısından 16.852 yazıyla on altı bin sekiz yüz elli bir kişi daha fazla.

Hatırlayalım: Darbe girişiminin toz bulutu, hengamesi, devletin kendini koruma refleksi derken, 15 Temmuz’un sıcak günlerinin ne denli aşırı önlemler almaya sevk ettirici olduğunu hepimiz biliyoruz.O dönemlerde hata yapma ihtimali isabet ettirme olasılığından daha fazlaydı. Millet birbirini ispiyonluyordu. Her kurumdan kenara çekilip itirafçı yapılanlar paçayı kurtarmak için gereklilerin yanında gereksiz isimleri de verebiliyordu.

“Bu kişilerden haksızlığa uğrayanlar için, haksızlığa uğrayanlardan bir kısmı için, adalet geç de olsa güç de olsa tecelli edebilmiş, ne de olsa burası bir hukuk devleti” diye bakmak lazım iken tam tersi oluyor. Ne hazin.

BİTMEYEN OHAL Mİ İSTENİYOR?

Bu hadise gösterdi ki bazıları bitmeyen OHAL istiyorlar. OHAL döneminde ihraç kararları için yargı denetimi yoktu.

OHAL’in sona ermesi demek, idarenin eylem ve kararlarının yargı denetimine açılması demek. Ve OHAL olması gerektiği gibi bir zaman sonra sona erdi.

Bakın.

İdari yargının kanunlarla belirlenmiş bir görev alanı var. Buna göre idari yargı, idarenin işlem ve eylemlerine karşı vatandaşın hak arama merciidir. İdarenin işlem ve eylemlerinin yargısal denetime tabii olması da, bu denetim sonucu verilen yargı kararlarına bağlılık da hukuk devleti olmanın gereğidir.

Danıştay on binlerce kişinin davasını nihai inceleme merci. 5. Daire de yargıçlar ve belirli düzeydeki memurlar için ilk derece, diğer memurlar için temyiz makamı. Hakkında bir delil, bir belge, bir kanıt irâd edilmemiş kişilerin dosyalarıyla ilgili ne yapacaktı 5. Daire? “Delil yok, birilerinin bu kişi FETÖ'cüdür demesi dışında bir şey yok, ama ben yine de iptal kararı vermeyeyim, göreve iade vermeyeyim, başım yanmasın. Neme lazım” mı diyecekti?

Üst mahkemelerden yüksek yargıdan beklentiniz bu ise o zaman herkese geçmiş olsun.

Çünkü o ihtimalde siz hukuksuz devlet seviyorsunuz demektir.

“Yargıya ne gerek var yaa, nasılsa halk cezasını verir” yollu “baskın basanındır taşkın taşanındır” stayla “sokak adaleti” istiyorsunuz demektir.

O milyonlarca TL. yığdığınız Osmanlı konseptli fesli sultanlı düğünlerinizi yaparken alttan alta aslında vatandaş olmayı kaldıramıyor tebâ gibi yaşamayı, arada bir de meydanlardan devletlulara seslenerek kelle istemeyi falan özlüyorsunuz demektir.

En önemlisi de açıkça hukuk devletinden rahatsız oluyorsunuz demektir.

Yedi yıldır on binlerce dava dosyası ile uğraşan liyakatli vatansever üstelik milliyetçi bir başkan tarafından idare edilen bir yüksek yargı makamını, Danıştay 5. Daire'yi bu derece itibarsızlaştırmak ve hedef göstermek olacak iş mi?

Kimse yediği kazığı unutmuş değil, kimse o darbe girişimini affetmiş değil ama kurunun yanında yanan yaşlar için sekiz yıl geç kalmış adalete bile itiraz etmek, sahiden anlaşılır bir şey değil. En başta bu,insanlık değil.

CUMHURBAŞKANI ASLINDA NE DEDİ?

O kadar anlaşılmaz bir hal ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan Beştepe Millet Kongre ve Kültür Merkezi'nde düzenlenen Adli Yargı Hakim ve Cumhuriyet Savcıları ile İdari Yargı Hakimleri Kura Töreni’nde “Biz taraf değil hakemiz ve pozisyonda kalacağız” demesine ve Danıştay 5. Dairesi'nin göreve iade kararı hakkında kesin delil gerekliliğine vurgu yaparak topu yeni anayasaya atmasına rağmen belli başlı malum gazeteler“Cumhurbaşkanından Danıştay’a sert tepki” diye manşetler, başlıklar atabiliyorlar.

Erdoğan, konu ilk gündeme geldiğinde -uçakta görüşü sorulduğunda- “Danıştay’ın kararına sessiz kalmamız mümkün değil” diyerek rahatsızlık belirtmişti. Ancak daha sonra Kura Töreni’nde tam olarak şunları söyledi:

“Anayasamıza göre her birinin görev alanı farklı olan dolayısıyla hiyerarşiden ziyade vazife tanımıyla konumları belirlenen yüksek yargı kurumlarımız arasındaki ihtilafı gidermek mecburiyetindeyiz. Aksi takdirde ülkemizin terörle mücadelesi başta olmak üzere ali menfaatlerine halel getirme potansiyeli taşıyan bu tartışmaların sürüp gitmesi kaçınılmazdır. Danıştay’ın FETÖ'den ihraç edilen yargı mensuplarından bazılarıyla ilgili verdiği tartışmalı kararlar da bazı hususların daha kesin bir şekilde ortaya konulmasının şart olduğuna işaret ediyor. Bu doğrultuda ilk adımları biraz önce ifade ettiğim 8. Yargı Paketi'miz ile atmaya başladık. Ancak yargıdaki bu dağınık görüntüyü ortadan kaldırmak için hem anayasa, hem yasa düzeyinde çalışılması gereken daha pek çok husus olduğunun farkındayız. Anayasa değişikliği gerektiren hususlarda mecliste geniş bir uzlaşma zemini oluşturulması gerekiyor”

Şimdi diyebilirsiniz ki, Danıştay 5. Dairesi'nin itibarsızlaştırılmaya çalışılması ile Yeni Anayasa’nın ne ilgisi var. Doğrudur. Ama kesin olan şu ki törendeki cümlelerden “Danıştay'a Sert Tepki” çıkmaz.

Belli ki Erdoğan konu hakkında brife edildi ve yaptığı ilk çıkışı yumuşattı.

Yorum Analiz Haberleri

Gazzeli kadınlardan öğreneceğimiz çok şey var!
Değerlerin erozyonu ve toplumsal çözülme
"Benzersizlik" Anlatısı ve Aynılaşma
Kurtuluşun tek çaresi Allah'a dönmektir
Mazlumlar için elimizden geleni yapıyor muyuz?