Dr. Hasan Bardakçı’nın Star gazetesinin Açık Görüş ekinde yayımlanan yazısını okurlarımız için iktibas ediyoruz.
İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesi (IGAB) Muhambil yakınlarında Türk konvoyuna yönelik Rusya destekli rejim uçakları tarafından saldırı yapılmış 33 şehit vermiştik. Hemen akabinde Bahar Kalkanı Operasyonu sonucunda Türkiye ve Rusya’nın üzerinde uzlaştığı 5 Mart tarihli Moskova mutabakatında, Halep ile Lazkiye’yi bağlayan stratejik önemli M4 karayolunun kuzeyi ve güneyinde altışar kilometrelik bir güvenli koridor oluşturulması ve bu hatta Türk-Rus ortak devriyelerinin yapılması kararlaştırılmıştı. Halkın yoğun tepkisine rağmen ilki 15 Mart’ta gerçekleştirilen devriyelerin 25. kısa bir süre önce icra edildi. Özellikle Moskova’da üzerinde uzlaşılan ateşkesin sürekliliği konusunda ilk zamanlardaki karamsarlığa ve Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) ile diğer muhalif askerî oluşumların anlaşma sonrasındaki ilk muhalefetine rağmen ateşkese büyük oranda uyuldu ve devriyeler gerçekleşti. Her ne kadar ilk devriyelere halk görünümlü teröristlerin provokasyon tehdidiyle engellenmiş olsa bile Moskova mutabakatında anlaşılan 80 kilometrelik Ayn El Hawr bölgesine kadar gelindi. Ancak son zamanlarda özellikle Suriye’nin kuzeybatısında yaşanan gelişmeler yeni bir çatışma sürecinin yaklaştığının habercisi gibi duruyor.
Rejim tahkimatı artırdı
Uzunca bir süredir, Suriye rejimi ve müttefikleri İdlib’in güneyinde askerî tahkimatını arttırmış durumda. Özellikle Cebel El Zaviye ve Ğab Ovası bölgesinde askerî yığınağın arttığı gözlemleniyor. Yığınağın arttığı bu zaman diliminde İdlib’in güneyi ayrıca Esad rejimi ve Rus topçu ateşinin hedefi olmuş, bu ihlallere bazı hava saldırıları da eşlik etmişti. Öte yandan Türk silahlı kuvvetleri İdlib’te halkın önde gelenleriyle görüşüp M4 karayolunda Ruslar ve rejim tarafından yıkılan köprü ve yolların onarımının yapılıp, tekrar ticarete açılması konusunda bildiriler dağıttığı söyleniyor. Özellikle bildirinin son maddesinde Türk Silahlı Kuvvetleri, Rejim veya başka Batılı ülkelerin silahlı saldırısına karşı sizin güvenliğinizi sağlamak üzere burada bulunmaktadır diye yazılmaktadır. Bu şekilde TSK bölgede güven arttıcı hamlelerini sıklaştırmaya başladı. Suriye askerî muhalefeti de olası bir saldırıya dönük olarak hazırlıklarını arttırdı. SMO mensup savaşçılarda Afrin, Resulayn hattından İdlib’in güneyine çekildi. Tüm bu hareketlenme adeta bölgede herkesin yeni meydana gelebilecek bir değişime karşı pozisyon aldığını gösteriyor. Türk-Rus ortak devriyelerine karşı özellikle mayıs ayında başlayan saldırılar Hattab Şişani Ketibeleri adındaki yeni bir oluşumun saldırılarıyla devam etti. Hattab el Şişani Ketibeleri saldırılarından önce yapılan el yapımı patlayıcı ve roketli saldırıları daha çok Hurras-Ed Din örgütü üstlenmişti. Suriye sahasında kısa bir süre öncesine kadar ismi hiç duyulmayan bir örgüt olan Hattab Şişani Ketibeleri devriyelere ardı ardına saldırılar gerçekleştirip bunları üstlendiğine dair açıklamalar yayımladı. Örgüt ilk olarak 16 Haziran’da ortak devriyeye bir el yapımı patlayıcı saldırısı gerçekleştirdi. Bu saldırıyı 14 Temmuz’daki yeni bir saldırı takip etti. Bombalı araç saldırısı olan bu saldırıda üç Rus askeri yaralandı. Bu saldırının akabinde örgüt, cihadi söylemlerle bezediği bir videoyu da dolaşıma da soktu. Yayımlanan videoda Türkiye’yi, devriyeleri ve HTŞ’yi açıkça hedef alan DAEŞ’vari bir söyleme sahip Hattab Şişani Ketibeleri, HTŞ’ye muhalefetiyle bilinen diğer askerî oluşumlara da devriyeleri engelleme hususunda yeterince faal olmamaları nedeniyle sitemde bulunuyor ve onları tabiri caizse direnişe çağırıyor.
Son saldırı
Hattab Şişani Ketibeleri’nin son saldırısı ise 17 Ağustos’ta gerçekleşti, Türk-Rus ortak devriyesi sırasında bu kez bir Türk zırhlı aracı EYP ile hedef alındı. Maddi kayıp dışında herhangi bir kayıp yaşanmadı, saldırı yapılan bölge Türk Siha’lari tarafından ateş altına alındı. Her ne kadar Hattab Şişani Ketibeleri’nin varlığı kanıtlanamamış olsa da devriyeleri hedef alan bu saldırıların Suriye rejimi ve Rusya’ya, İdlib’e yeni bir saldırı başlatmak için aradıkları bahaneyi altın tepside sunduğu ifade edilebilir. Dolasıyla buradan çıkaracağımız en net sonuç ismi duyulan bu yeni örgütün Rus istihbaratı tarafından yönlendirildiğidir. Nerdeyse bütün kanıtlar bunu göstermektedir.
HTŞ siyasi yapıya bürünüyor
HTŞ uzun zamandır ciddi bir dönüşüm süreci içerisine girmiş durumda. Ve artık eylemlerinde daha etkili olmak için çatışmadan çok halk üzerinde siyaset yapmaya yönelmiş gibi görünüyor. HTŞ’nin yaklaşık 4 milyon insanın yaşadığı İdlib’de daha çok yönetime odaklanmaya başlayarak, daha önce sıklıkla kullandığı cihadi retoriği azalttı ve daha ılımlı bir söylem benimsemeye başladı. Daha doğru bir ifadeyle, İdlib’de farklı muhalif oluşumların var olması, Astana çatışmasızlık bölgelerinin teker teker ele geçirilmesi sonrasında İdlib’deki nüfusun artması ve buna eşlik eden diğer bazı iç ve dış faktörler örgüt üzerindeki baskıyı arttırdı. Türk silahlı kuvvetlerinin bölgedeki asker sayısını malzeme ve teçhizat sayısını artırmasından sonra HTŞ askeri özelliğinden daha çok siyasi özelliğini ön plana çıkarmaya başladı. Böylelikle HTŞ, halkın zihnini ve kalbini kazanarak içteki ve dıştaki aktörlere hitap edebilecek bir hüviyet kazanma girişimi içerisine girmiş oldu. Yani, örgüt toplumsal ve siyasal bir meşruiyet arayışı içerisine girdi. Örgütün yaşadığı dönüşüm ABD tarafından dahi gözlenmiş durumda. Her ne kadar HTŞ, hâlâ ABD’nin terör örgütleri listesinde olsa da ABD’nin örgüte tavrının yumuşadığı yönünde izlenimler var. Yakın zaman diliminde Hurras-Ed Din yöneticilerinin arabasına ABD’nin kamikaze droneleri tarafından saldırı yapıldı ve üç Hurras-ed Din yöneticisi öldürüldü. Yani HTŞ’nin karşısındaki güce saldırılar oluyor. ABD’nin Suriye özel temsilcisi James Jeffrey 2020 yılının başında, HTŞ’nin bir süredir uluslararası bir tehdit oluşturduğunu görmediklerini belirtmişti. Jeffrey, HTŞ’nin Suriye Ordusuna ve Rusya’ya karşı tehdit oluşturan ve ABD’nin kabul etmese de kendisini “vatansever muhalif” bir oluşum olarak öne süren bir yapı olduğunu da konuşmasında dile getirmişti. ABD’nin HTŞ’ye yönelik tavrının değiştiğini gösteren bir başka veri de radikal olarak görülen Hurras Ed-Din gibi örgütlerin mensuplarının hava saldırılarında hedef alınmasına rağmen, HTŞ’nin bir süredir hedef alınmaması.
Yerelleşme projesi
Yerelleşme projesi bağlamında HTŞ, dış ülkelere tehdit oluşturmayan ulusal ve ılımlı bir direniş örgütü olduğunu kanıtlamaya, terör örgütleri listesinden çıkmaya ve Suriye’nin geleceğini belirlemesi, muhtemel bir siyasi anlaşmada ise göz ardı edilemeyecek bir aktör olarak koltuğunu garanti altına almaya çalışıyor. Bu amaçla örgüt lideri Ebu Muhammed el-Cevlani son aylarda İdlib’deki görünürlüğünü arttırmış durumda. Cevlani çok sık mülteci kamplarını ve bölgedeki aşiret liderlerini ziyaret ediyor ve dertlerini dinliyor. Dahası, gazetecilerle basın toplantıları düzenliyor, lokantalarda halka yemek dağıtıyor ve onlarla yemek yiyor. HTŞ lideri yaptıklarıyla siyasi bir lider görüntüsü kazanmaya, kendisini bu şekilde sunmaya çabalıyor.
Bunların dışında İdlib’de HTŞ’ye muhalif olan çeşitli askerî oluşumlar mevcut. Bu gruplar HTŞ’den bağımsız hareket etmeye başladıklarında HTŞ’nin baskı ve saldırılarına maruz kalıyor. Örneğin HTŞ yakın bir zamanda kendisine muhalif olan oluşumlara, Fesbutu (Sebat Edin) adlı bir operasyon odası kurmaları sebebiyle saldırdı. Bu vesileyle HTŞ dış aktörlere/ülkelere aşırıcı oluşumları kontrol altına aldığını göstermeye ve İdlib’de güvenlik zaafiyeti yaratan değil, aksine güvenlik sağlayan bir yapı olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. Yani, örgüt kendisini daha ılımlı bir oluşum olarak lanse etmeye çabalıyor. Daha önce de HTŞ özellikle DEAŞ hücrelerine, düzenlediği operasyonlarla İdlib’deki DEAŞ hücrelerine çok ciddi bir darbe vurmuştu. HTŞ Moskova mutabakatını ilk olarak tanımadığını belirtse de sonraki süreçte bu devriyelere göz yummak mecburiyetinde kaldı. Şu açık ki, HTŞ İdlib’de siyaset ve askerî güç arasında bir denge politikası takip etmeye çalışan pragmatik bir örgüt gibi görülüyor. Bununla birlikte, HTŞ Türkiye’nin İdlib’deki askerî varlığı sebebiyle ve bir önceki yazımda belirttiğim gibi sınır kapılarındaki ticaret gelirleri nedeniyle Ankara ile iyi geçinmek mecburiyetinde olduğunun farkında. Bu durumun aksine daha radikal oluşumlar temelde İdlib’deki sorunun çözümünü askerî olarak görüyor ve olaya ideolojik bir bakış açısıyla yaklaşıyor